1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
118
Okunma

Sevmesini bilmiyorsan, sevmeyeceksin arkadaş…
Bu söz, bir öfkenin değil; içi yangınlarla kavrulmuş bir yorgunluğun ağırlığıdır.
Bir zaman vardı, sabahların kuş sesiyle uyandığı o ince çağ…
Ben seninle konuşmadan güne başlamazdım.
Gökyüzü bile sessiz bir dua gibi üzerimize kapanırdı.
Ama sen, kendi kalbinin kapılarını bile aralamaktan acizdin.
İnsanın kendine uzak olmasının ne büyük bir yük olduğunu seninle öğrendim.
Çünkü uzak olan, yakın olmayı bile bilmez; dokunmaya çalışanı incitir.
Ben senin için bir şehir kurdum; duvarlarında sabır, sokaklarında merhamet olan.
Her köşesine seni düşünerek verdiğim emek sinmişti.
Sen ise o şehre misafir bile olmadın—
Belki uzaktan baktın, belki içinde bir an dolaştın;
Ama o şehrin bir kapısından bile geçmeye cesaret edemedin.
Bilmiyorsun diye söyleyeyim:
Sevgi, korkakların mesken tutabileceği bir yer değildir.
O şehirde rüzgâr bile güçlü eser, yağmur bile ağır düşer.
Oraya, yüreğini saklamadan girersin.
Ya bir bütün olursun ya da paramparça.
Sen ne bütün olmayı seçtin,
Ne de parçalarını toplamayı…
Bilirsin, zaman iyileştirir derler.
Ama bazı zamanlar vardır ki, içindeki çürümeyi sadece genişletir.
Bizim zamanımız da böyleydi işte:
Ben iyileştirmeye çalıştıkça;
Sen yaralarıma tuz bastın, kendi yaralarını sakladın.
Sırf bilmediğin için…
Sırf anlamadığın için…
Bir insan, farkında olmadan da kırar;
Öğrenmeye yanaşmadığı sürece kırmaya mahkûmdur.
Gecelerimiz bir savaş meydanı gibiydi:
Ben barış istiyordum, sen barikat kuruyordun.
Sana uzanan her cümlem, zırhına çarpıp kırılıyordu.
Sanki duymamak için yemin etmiştin;
Sanki sevilmeye karşı bir borcun varmış gibi kaçıyordun.
Sen konuştukça karanlık çoğalıyor,
Ben sustukça içimde fırtınalar azıyordu.
Sonunda anladım:
Aynı gökyüzüne bakmak, aynı yolu yürümek değildir.
Sana en çok kırıldığım şey ne biliyor musun?
Gitmene değil, hiç gelmemene…
Sözlerinin ağırlığına değil, ruhunun hafifliğine…
Bunca yolun ardından, elimde sadece yarım kalmış bir serüven kaldı.
Yarım kalanlar, tamamlanamayan bütünlerden daha ağırdır.
Ve ben o ağırlığı uzun zaman taşıdım omuzlarımda.
Bir gün fark ettim ki:
Senin için attığım her adımın ardında kendi ayak izlerim bile siliniyordu.
Beni kaybettiren, seni bulma çabamdı.
Ve bir gün, güneş tüm çıplaklığıyla üzerime doğdu.
Aynada kendime baktım—
Çökmüş değil ama aşınmış bir yüz gördüm.
O anda içimde bir kapı yavaşça açıldı:
"Sevmesini bilmiyorsan, sevmeyeceksin arkadaş…"
Bu cümlenin anlamı o an bütün ağırlığıyla çöktü üzerime.
Ben seni suçlamıyordum aslında;
Ben kendi kalbime, kendi saf iyi niyetime sitem ediyordum.
Çünkü sevgi öğretilebilir bir şey değil;
Özünde yoksa, sözde olmaz.
Ve sende yoktu…
Artık o kurduğum şehir yıkıldı.
Duvarlarını rüzgâr aldı,
Sokaklarını sessizlik örttü.
Geriye yalnızca yürüyen bir ben kaldım.
Fakat bil ki:
Yıkılan şehirlerin üstünden geçen yolcular,
Yeni şehirler kuracak kadar güçlü olur.
Ben yeniden kurarım;
Sen ise hâlâ kapılarını açmayı bilmeyen bir yolcu olarak kalırsın.
Şimdi sana söylemek istediğim son şey şu:
Bu bir ayrılık cümlesi değil,
Bu bir vedanın ağıdı değil,
Bu kendi kalbime verdiğim bir yemindir:
Bir daha sevmesini bilmeyene emek harcamayacağım.
Sevgi, taşıyamayana verilmez;
Sözleri rüzgâr gibi savurana emanet edilmez.
Yüreği kapalı olana kapılar ardına kadar açılmaz.
Çünkü ben öğrendim:
Sevgi, cesaret ister.
Sevgi, emek ister.
Sevgi, dürüstlük ister.
Ve en çok da, öğrenmeye niyet ister.
Bu yüzden şimdi yüksek sesle söylüyorum:
Sevmesini bilmiyorsan, sevmeyeceksin arkadaş.
Kalpleri oyuncak edenlerin dünyasında
Ben artık bir oyuncak olmayacağım.
Bu destanın sonunda kaybeden ben değilim.
Ben yoluma devam ediyorum.
Sen ise, uğramaya bile cesaret edemediğin kendi kalbinde kayboluyorsun.
Ve en tuhafı ne biliyor musun?
Yine de sana kızmıyorum.
Çünkü bilmeyen birinden bilmesini beklemek,
Benim hatamdı.
5.0
100% (3)