0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
96
Okunma

Bir akşam, şehrin kalbi yavaş atarken,
Bir masa kurdum eski bir meyhanede,
Sandalye boş, karşımda yalnızlık oturmuş —
Gözleri senin kadar sessizdi.
Garson “ne alırsınız?” dedi,
“Bir şişe siyah rakı,” dedim,
Kafamda dönüyordu anıların tortusu,
Yüreğim, geçmişe çakılmış bir çivi gibi ağır.
İlk yudumda yüzün geldi gözlerimin önüne,
Bir gülüş, sonra bir veda,
Bir pencere, ardından kapanan bir hayat.
Zaman, ellerimin arasından dökülen su gibi —
Ne tuttum, ne tutabildim seni.
Meyhane duvarında eski bir şarkı,
Sözleri bizim gibiydi;
Yarım, kırık, eksik.
Her notası başka bir pişmanlık,
Her nefesi, seninle başlamış bir cümlenin susması.
Bir adam oturdu yan masaya,
O da içiyordu birini,
Belki o da unutmak istiyordu,
Belki o da yanlış bir kalpte beklemişti fazla.
Ama ben,
Ben hâlâ seni içiyordum.
Bir ara dışarı çıktım,
Yağmur başlamıştı;
Sokak lambaları sarhoş gibiydi,
Yansıman su birikintilerine düşüyordu —
Eğildim, baktım,
Ve bir kez daha kaybettim seni, kendi yansımamda.
Gecenin bir vakti,
Şişe yarı, kalp tam kırık.
Siyah rakı bardağın dibine çökerken,
Ben içimdeki her sesi susturdum.
Bir not defterine yazdım adını,
Sonra sildim,
Ama silinmeyen bir iz kaldı sayfada.
O iz, kalbimin rengine benzedi artık.
Bir şarkı çaldı sonra,
Kimin söylediğini bilmedim,
Ama sesi senin kadar tanıdıktı.
O an anladım,
Bazı sesler susmaz, sadece yankısı kalır.
Sabaha karşı denize yürüdüm,
Ay ışığı titriyordu,
Bir sigara yaktım,
Dumanı göğe değil, geçmişe savurdum.
“Unutmak,” dedim,
“Bir rakı masasında değil,
Bir ömür boyu süren sessizlikte olur.”
Ve o son yudumu içtim,
Ne sen vardın artık,
Ne ben.
Sadece gece,
Bir bardak,
Ve dibinde yansıyan tek şey:
Siyah rakı.
5.0
100% (2)