0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
67
Okunma
Tamamlanmamış Düşünceler Yurdu
Tamamlanmamış düşünceler yurdunda sürgün gezinen sözcükler gibi,
bir sabah vakti uyandı şehir.
Sis, sokak lambalarının etrafında titrek birer alev gibi dönüyordu;
her şey, hem vardı hem yoktu.
Tıpkı insanın içindeki o tarifsiz boşluk gibi — ne tam bir hüzün, ne sahici bir sevinç.
Her şey bir "arada kalış" haliydi.
Kuşlar gökyüzünü ikiye bölen bir çizgi gibi uçtu üzerlerinden,
ne doğayı terk etmişlerdi ne de insana yaklaşmışlardı.
Bir pencere aralığından sarkan bir sardunyanın yaprağında umut bekliyordu belki hayatın özü.
Ama kimse bakmıyordu oraya.
Çünkü insanlar artık birbirine değil,
kendilerine bile yabancıydı.
Sevgi, artık bir ihtiyaç değil, bir yük gibi taşınıyordu omuzlarda.
Ve sevgisizlik, bir tür zırh gibi…
Kırılmamak için örülen duvarların ardında,
bir çocuğun gözünde unutulmuş şefkat gibi kalıyordu.
II. Bölüm — Penceredeki Adam
Adı bilinmeyen bir adam,
eski tahta pencerenin ardında durmuş, kenti izliyordu.
Ne geçmişini unutmuştu,
ne geleceğe dair bir hevesi vardı.
Sadece "şimdi"de durmayı öğrenmişti — ki bu da bir çeşit hayattı.
Penceresinin tam karşısında,
çatısı yıkık bir bina vardı;
duvarlarında sarmaşıklar, zamanın izini kusursuzca işliyordu.
Doğa, insana inat yaşamaya devam ediyordu.
Oysa insanoğlu, yaşamak yerine unutmayı öğrenmişti.
Bu adam, konuşmayan bir dilin sözcüsü gibiydi.
Gözleriyle anlatıyordu her şeyi.
Pencereden her gün geçen çocuklara el sallamasa da,
birinin düşürdüğü eldiveni yerden alıp sabah kapıya bırakırdı.
Bu da onun sevgisiydi belki;
gösterilmeden var edilen türden.
Bir sabah,
penceresinin önünde duran bir kediyle göz göze geldi.
Ne miyavladı kedi, ne adam konuştu.
Ama bir şey oldu:
İkisi de anlaşılmanın konuşmakla ilgili olmadığını anladı.
III. Bölüm — Unutulanın Hatırası
Bazı sabahlar göz kapaklarım çok ağır oluyor.
Sanki rüyalar, uyanmama engel olmak ister gibi tutunuyor kirpiklerime.
Ve her defasında aynı ses:
“Geç kalma...”
Kimin sesi bu?
Zamanla hafifledi, silindi, ama kalbimde hâlâ yankı yapıyor.
Adını unuttum belki, ama gülüşündeki kırık notayı unutmam mümkün değil.
Bir kadındı.
Bir zamanlar ellerimi tutan,
başını omzuma koyarken susmayı öğrenmiş biri.
Söz söylemek yerine bakmayı seçen...
Şehrin kalabalığında beni görebilen tek insandı belki de.
Onunla yürüdüğüm sokaklardan geçerken
adımlarımın sesi değişiyor.
Kaldırım taşları, geçmişin yankısını taşıyor sanki.
Hâlâ o bank yerinde duruyor.
Bizim hiçbir şey söylemeden saatlerce oturduğumuz bank.
Hatırlıyor musun?
Sen gökyüzüne bakarken ben seni izlerdim.
Sen "Bulutlar neye benziyor?" derdin,
bense "sana benzeyen her şeyden korkuyorum artık" demeye yeltenirdim…
diyemezdim.
Gitmedi o kadın.
Ben gönderdim.
Ya da başka bir şekilde:
Kalmayı hak etmediğimi düşündüm.
Ve bazen, sevgi insanı kalmaya değil,
gitmeye mecbur bırakır.
Çünkü birini seviyorsan,
onu kırma ihtimalin bile
nefes almaktan ağır gelir insana.
Şimdi burada, bu pencerenin ardında,
ne bir tarih ne bir isim taşıyor içimdeki sızı.
Sadece biliyorum:
Bir kadın vardı…
Ve ben onun gidişini değil,
kalmamasını yaşıyorum her gün.
O günden sonra ne gelen oldu ne kalan; sadece ben, hep oradaydım.