3
Yorum
7
Beğeni
4,8
Puan
119
Okunma
Bir gece daha sessizliğin içine gömüldü.
Pencereden dışarı baktı, şehir yine aynıydı — kalabalık ama içi bomboş.
Sokak lambalarının ışığı yansıyordu gözlerine, ama içindeki karanlık o ışıktan çok daha güçlüydü.
Bir zamanlar “aşk” dediği şey, şimdi sadece bir hatıra gibiydi.
Oysa o, sevgiyi hep en derin yerinden, ruhuyla yaşamıştı.
Bir bedeni değil, bir ruhu sevmişti sanmıştı.
Ama sonra anladı — çoğu insanın ruhu yoktu, sadece bedeni vardı, ve o bedenlerle oynadıkları bir oyun.
Sevgi onun için bir dua gibiydi;
dokunmadan bile hissedilen, konuşmadan bile duyulan bir bağ…
Ama karşısındaki için sadece “dokunmak” vardı, “hissetmek” yoktu.
Bir gün aynaya baktı;
gözleri doluydu ama ağlamadı.
Çünkü artık ağlamayı da bırakmıştı.
Bir insanı kaybetmekten değil, bir ruhu bulamamaktan yorulmuştu.
Kendine söz verdi o gece:
Artık sevgisini herkese sunmayacaktı.
Yalnız kalmak, yanlış bir ruha ait olmaktan daha huzurluydu.
Sabaha karşı, Munzur’un rüzgârı gibi serin bir esinti girdi odasına.
Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı ve fısıldadı:
“Ruhu olmayan insan… sen beni hak etmedin.”
Ve o an anladı;
yalnızlık bazen ceza değil,
bir kalbin kendi kutsal alanıdır.
Cigdem Turan (@DersimliKiz)
Ruhu Olmayan İnsan
DersimliKiz
Yalnızlık artık yoldaşım oldu,
sessizliğe sarılıp uyuyorum her gece.
Bir kalp aradım, ama çoğu bedendi sadece,
ruh yoktu, derinlik yoktu, sevgi yoktu içinde.
Ben sevgiyi yürekle veririm,
dokunmadan bile hissedilen bir sızı gibi.
Ama onlar hep bedeni sevdiler,
ruhu olmayan gözlerle baktılar kalbime.
Yorgunum artık, kırgın değilim,
çünkü öğrendim — herkes sevgiyi hak etmez.
Ruhu olmayan bir insan,
bedeniyle yaşar, ama asla sevmeyi bilmez.
Benim sevgim az değil,
ama her kalbe dokunmaz artık ellerim.
Yalnızlık bazen ceza değil,
kendini korumanın en sessiz biçimidir.
Cigdem Turan ( @DersimliKiz)
5.0
80% (4)
4.0
20% (1)