2
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
185
Okunma

Yürüyorum… ellerim ceplerimde, sanki ellerim değil de sakladığım bütün sırlarım orada…
Kaldırımlar sert, rüzgar serin, yüzümde hafif bir keder…
Adım atıyorum, ama her adımda soruyorum kendime:
"Nereye gidiyorsun ey gönül? Hangi kapıya varacak bu yol?"
Bir teneke kutusu düşüyor önüme, ayağımla bir tekme savuruyorum,
Sonra gülüyorum kendime, "yakışmaz sana" diyorum,
Ve dönüp çöpe atıyorum, sanki kalbimden söküp attığım eski bir günah gibi.
Ama soruyorum hemen arkasından:
"Peki ya sana yakışmayan bu hasreti, bu özlemi, nereye atacağım?"
Cevap yok…
Gökyüzü susuyor, taşlar susuyor, ben yine benle konuşuyorum.
Adımlarımın arasında düşüp kalkıyor cümlelerim,
Kimi yarım, kimi devrik, kimi paramparça.
Belki de ben böyleyim;
Tamamlanmamış bir cümle,
Ucu hep sana varan ama sonu hiç gelmeyen bir yol.
"Ey gönül," diyorum, "neden böyle yanık, neden böyle ıssız?"
Cevap içimden geliyor, yorgun, kırık, mahcup:
Çünkü sevda, susuz çölde su aramak gibi,
bulamayacağını bile bile yürümek gibi…
Duruyorum bir an, etrafıma bakıyorum,
Kimse yok, yalnızca ben, yalnızca yol, yalnızca içimdeki yankı.
Ve yine soruyorum kendime:
Bunca yürüyüş, bunca sükût, bunca feryat…
Ser-i menzil neresidir ey aşık, varış nerededir?
Cevap mı?
Bir bakış, bir tebessüm, belki de hiç gelmeyecek bir el…
Ama ben yürümeye devam ediyorum,
Çünkü aşık yürümekten başka ne yapar ?
5.0
100% (5)