1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
93
Okunma
Bir kadın vardı…
Kalbinde koskoca dağlar taşıyan, gözlerinde Munzur’un berraklığı parlayan.
O kadın, sevdiklerine güvenmekten hiç çekinmezdi.
Çünkü yüreğinde sadakat, dilinde doğruluk, ellerinde emek vardı.
Bir gün hayatına biri girdi.
Ona umut verdi, ona sözler verdi.
Kadın sadece bir şey istedi:
“Beni yalnız bırakma.”
Çünkü yalnızlık, ömrün en ağır yüküydü onun için.
Ama ne yazık ki, beklediği gibi olmadı.
O sözler tutulmadı, o umutlar yarıda kaldı.
Sevdiği insan, tam da kalbinin en çok ihtiyaç duyduğu anda onu kimsesiz bıraktı.
Kadın incindi, ama diz çökmedi.
Bir acıyı içinden geçirirken şöyle dedi:
“Değer gördüğü yere tüküren, değer görmediği yerde çürümeye mahkûmdur.”
Çünkü o biliyordu ki;
İnsanı ayakta tutan şey, bir başkasının gölgesi değil, kendi kökleriydi.
Ve o kökler, Munzur’un suyundan, Pülümür’ün rüzgârından,
atalarının direncinden besleniyordu.
O gün anladı ki;
Kimseye yaslanmadan da ayakta kalabilirdi.
Kalbi kırılmıştı ama toprağı güçlüydü.
Ve en karanlık yalnızlıkta bile,
kendi ışığını bulmayı öğrendi
Ben sana,
“Beni yalnız bırakma,” dedim.
Sen ise,
Beni kimsesizliğin ortasına attın.
Ama unutma…
Değer gördüğü yere tüküren,
Bir gün kendi susuzluğunda boğulur.
Değer görmediği yerde,
Kök salamayan çiçek gibi
Çürümeye mahkûmdur.
Ben ise,
Kendi kalbimin toprağında,
Munzur’un suyunda yeşeririm.
Beni kıran değil,
Beni yeniden dirilten
Umudum olur.
5.0
100% (1)