0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
86
Okunma
Geceyi yaran bir ulumayla başladı,
Bozkırın ortasında yankılandı sır,
Gökyüzü titredi,
Yeryüzü hatırasını anımsadı.
Kökbörü,
Alnında göğün mühürleriyle yürüdü.
Adımları zamanın çarkını çevirdi,
Gözlerinde ebediyetin ateşi vardı.
Her uluması,
Ataların nefesi gibiydi.
Her izi,
Mazinin haritasına düşen işaret.
Yiğitlerin yüreğine cesaret serpti,
Çocukların düşlerine kanat bağışladı.
Kökbörü, hatıra değil,
Bizzat destanın yaşayan nefesiydi.
O, rüzgârla yarışan,
Bulutla kucaklaşan,
Yıldırımla konuşan
Bozkırın kadim yolcusuydu.
Hatırası,
Sadece ulusunda değil,
Her taşta,
Her gölgede,
Her toprağın kokusunda saklıydı.
Bir yiğit düşse,
Onun hatırası ayağa kaldırırdı.
Bir millet suskun kalsa,
Onun hatırası dil olurdu.
Kökbörü’nün bakışı,
Ayın gümüş tacını delerdi.
Onun sesi,
Güneşin kalbini titretirdi.
Zaman kadranı dönse de,
Hatırası silinmezdi.
Çünkü o,
Maziyi geleceğe taşıyan köprüydü.
Çember çizerdi göğün ufkunda,
Ve her çember,
Birliğin sembolü olurdu.
Hatırası, dağların doruğunda yankılanırdı.
Kökbörü,
Sadece bir kurt değildi.
O, milletin hafızası,
O, anavatanın kalbinde atan öz’dü.
Ve bugün dahi,
Her çocuk rüyasında onu duyar,
Her yiğit gönlünde onunla yürür,
Her ana duasında adını fısıldar.
HABİB YILDIRIM / BÂİN-İ ADLÎ
(7 Eylül 2025)