5
Yorum
33
Beğeni
5,0
Puan
278
Okunma
1. PERDE: “Az mı Derin, Çok mu?”
Sahne:
Bembeyaz bir duvarın önünde iki sandalye. Bir yanda zarif ve alaycı bakışlı Özdemir Asaf, diğer yanda kırık ama görkemli bir yalnızlıkla Turgut Uyar.Zemin gri.Tavandan sarkan çıplak bir ampul titreyerek yanıyor.
Özdemir Asaf (ince bir tebessümle, gözünü bile kırpmadan):
“Bir şiiri iki kelimeyle kurdum,
Üçüncüsü fazlaydı, eledim.
Çünkü susmak bazı mısraların
En etkileyici kafiyesidir.”
Turgut Uyar (bir anda ayağa kalkar, sesi boğazına oturmuş ama gür):
“Sen o iki kelimeyle gölge yaparsın.
Ben ise o gölgenin altına
Bir şehir yerleştiririm.
Bazı şiirler kısa keser hayatı,
Benimkilerse ömrün tortusunu toplar,
Sonra usulca patlatır.”
Özdemir Asaf (ayakta, cebinden bir kağıt çıkarır, okumaz):
“Kısa kesmek ölüm değildir.
Sadece son sözün,
Başladığını fark ettirmesidir.
Az söz de derin bir kuyu açar.
Sözcüklerin kendini tanıdığı yer,
Sessizliğin yanıdır.”
Turgut Uyar (yaklaşır, dizeleri savurur gibi):
“Ama ben o kuyunun dibine inen
Her merdiveni yazmak zorundayım.
Her basamak bir çocukluk,
Her iniş bir kadın ismi,
Ve ben orada kelimeleri değil,
Kendi suretimi ararım.”
Özdemir Asaf (başını eğer, ama sesi hâlâ keskin):
“Suret aranmaz şiirde,
Şiir aynadır zaten.
Ne yazarsan yaz,
Döner kendine.”
Turgut Uyar (çöker gibi oturur):
“Ama ben yandım.
Bir şiirin ortasında,
Bir kadının susuşunda,
Bir sokağın yağmurunda...
Ve yanarken kısa cümle kurulmaz,
Yanarken zaman uzar,
Uzarken acı ağırlaşır.
Ağırlığı ölçemezsin kelimeyle.”
Özdemir Asaf (dönerek ona yaklaşır):
“Ben ölçmem zaten.
Kelime, kantar değildir.
Bir ’sen’ derim,
On yıllık yalnızlık konuşur içinden.
Bir ’biz’ derim,
İnsanlık tartılır o sessizlikte.”
Turgut Uyar (ayağa kalkar, gövdesi gölge gibi büyür):
“Sen bir mezar taşı yazıyorsun gibi,
Her şiirinde ölümün özetini veriyorsun.
Bense mezarın içindekini,
O karanlığı,
O çırpınışı,
O kokuşmuş yalnızlığı anlatıyorum.
Kısa olmak, yetmiyor artık insana.”
Özdemir Asaf (gözlerini kapar, neredeyse fısıldar):
“Ve bazen insan
Ne anlatılır ne anlatır.
Yalnızca susar.
Şiir de bazen budur.
Az kelimeyle çok susmak.”
Turgut Uyar (yumuşar, başını eğip yanına yaklaşır):
“Belki de haklısın...
Ama biz aynı şeyi farklı yerlerde arıyoruz.
Sen sessizliğe güveniyorsun,
Ben yaraya.”
Özdemir Asaf (elini onun omzuna koyar):
“Yara derindir.
Ama derinlik,
Her zaman çok kelime demek değildir.”
Turgut Uyar (hafifçe gülümser, sonra uzaklara bakar):
“Ve çok kelime bazen
Sadece anlatmak değil,
Anlamaya çalışmaktır.”
Sahne kararır. Bir tek kelime yankılanır sahnede: “Az”
… ardından gelen sessizlikte, Bir başka kelime: “Çok”
… ve sonra üçüncü ses: “Şiir.”
Perde kapanır.
2. PERDE: “Şiir Bir Yansıtma mı, Bir İnşa mı?”
Sahne:
Sisli bir pencere… Dışarıda sokak lambaları titreşiyor. İki sandalye, iki adam. Bir masa üstünde açık bir defter. Şehir uğultusu uzak bir çağrı gibi sahneye doluyor.
Perde açılır.
Turgut Uyar (pencereden dışarı bakarken, iç çekerek):
“Dışarısı sessiz gibi görünür bazen.
Ama o sessizlik birikmiş çığlıktır.
Ve ben hep o çığlığın ritmini duyarım.
Şiir, o birikimi alır,
Sözcüklere bölüştürür.
Ben şiiri yazarken değil,
Yaşarken inşa ederim aslında.
Her dize, bir kat betondur;
Bir kat da cam kırığı.”
Özdemir Asaf (gözlerini deftere diker, sessizce):
“Benim şiirimde ne beton vardır,
Ne de cam…
Sadece sis…
Çünkü sis hem saklar hem gösterir.
Ben bir görüntünün değil,
Görüntüden doğan düşüncenin peşindeyim.
Şiir, dışarıya dair değil,
İçeride yankılanan bir esidir bana göre.”
Turgut Uyar (sandalyeye oturur, ellerini birleştirir):
“İçeri dışarısız olabilir mi Asaf?
İnsan dediğin zaten bir inşa değil midir?
Şehirlerin üzerine kuruluruz.
Aşklarımızın balkonu olur,
Ayrılıklarımızın bodrum katı.
Ben o binanın içini doldururum.
Anlam, dış dünyadan gelir bana.”
Özdemir Asaf (yavaşça ayağa kalkar):
“Senin dışarıdan topladığın her şey,
Bende bir gölgeye dönüşür.
Çünkü asıl olan,
Bir gölgenin neye ait olduğunu bilmektir.
Ben anlamı kovalamam.
Anlam, bazen bir soru işaretidir
Boşlukla birlikte tamamlanır.”
Turgut Uyar (başını sallar, gözleri uzaklara kayar):
“Ben boşluklardan korkarım.
Çünkü boşluk yalnızlıktır.
Ve yalnızlık, bazen şiirin değil,
Şairin yıkımı olur.
O yüzden ben anlatırım.
İnsanları, kalabalıkları,
Hatta sokak lambalarının titrek ışığını.
Hepsi bir anlam örer dizelere.”
Özdemir Asaf (pencereye yürür, cama dokunur):
“Cam buğulandı.
Belki de o buğu,
Şiirin kendisidir.
Tam net göremediğin,
Ama silince yok olan bir şey.
Ne anlatır tam olarak,
Ne de gizler.
Şiirin gücü,
Söylememekte değil midir bazen?”
Turgut Uyar (hafifçe güler):
“Senin şiirin,
Bir gölge oyunu gibi.
Benimkiyse,
Duvara çarpan ışık gibi.
Sert, gerçek, iz bırakan.
Belki de farklı odalarda
Aynı boşluğu tartışıyoruz.”
Özdemir Asaf (gülümser):
“Belki de…
Ama senin duvarın,
Benim şiirimde yankı yapar.
Çünkü ben şiiri duymam.
Sezerim.
Söylemem.
Sızdırırım.”
Turgut Uyar (ayağa kalkar, ona yaklaşır):
“O zaman belki şiir
Ne sadece yansıma,
Ne sadece inşa…
Belki de ikisi arasında bir köprü.
Hem düş hem duvar.”
Özdemir Asaf (başını eğer):
“Ama o köprüden
Herkes geçemez.
Kimi düşer kelimeler arasına,
Kimi ise susar,
Ve geçmemeyi seçer.”
Işıklar hafifçe kararır.
3. PERDE: “Aşk mı, Yalnızlık mı Şiiri Doğurur?”
Sahne:
Gece. Aynı masa, aynı pencerede bu kez yağmur çarpıyor cama. Duvarda bir gölge, tıpkı sönmemiş bir anı gibi. Masada bir kadının yarım kalmış mektubu duruyor. Hafif bir melodi , bir yalnızlık melodisi duyulmaktadır.Özdemir Asaf pencerenin yanında. Turgut Uyar sandalyesine çökmüş.
Özdemir Asaf (sessizce, mektuba bakarken):
“Aşk…
Aşk bir izdir,
ama şiir iz bırakmaz.
Yalnızlık izdir…
çünkü o iz, seni sana döndürür.
Kalabalıkta büyüyen sözcük yoktur.
Hepsi kaçacak yer arar.
O yüzden yalnızken şiir kendini çağırır.
Yalnızken kelime bir çığlık değil,
fısıltı olur ve fısıltı, daha çok yakar.”
Turgut Uyar (başını kaldırır, sesi kırık ama kararlı):
“Aşktan bu kadar çabuk vaz mı geçtin Asaf?
Aşk, bir haritadır.
Ve şiir, o haritada kaybolma işidir.
Ben sevdim ve kayboldum.
Onun gülüşü dizelerime saplandı.
Aşkın parçalanışı,
her mısrada biraz daha çoğaldı.
Şiir; aşkın ta kendisidir.
Ama aşk bir duvar değil,
bir uçurumdur.”
Özdemir Asaf (gülümser, pencereye yaslanır):
“Aşk, başkasına yazılmış bir mektuptur.
Ama yalnızlık,
kendine bile gönderilmeyen bir not.
Ben o notu yazdım.
İçinde kimse yoktu.
Belki de bu yüzden,
şiir yalnızlıkla tamamlanır.
Çünkü aşk anlatır,
ama yalnızlık düşündürür.”
Turgut Uyar (ayağa kalkar, camın buğusuna bir şekil çizer):
“Ama şiir sadece düşünce değil Asaf.
Kalp!
Kalp, şiirin kazı alanıdır.
Ve kalp, yalnızlıktan değil,
aşktan parçalanır.
Sen kelimeyi büyütüyorsun…
Ben o kelimenin içine düşüyorum.
Aşk, bir yangındır,
ve şiir onun külüdür.”
Özdemir Asaf (dönerek masaya yaklaşır):
“Sen alev istiyorsun.
Ben sessizlik.
Sen alevler yükselirken şiir yazıyorsun,
Ben küllenirken.
Aşk sesli bir kelimedir,
ama ben şiiri hep sessiz söyledim.
Çünkü aşk geçer,
sonunda yalnızlık kalır.”
Turgut Uyar (öfke değil, sızıyla):
“Ama yalnızlık da geçer.
Bir gece, bir koku…
Unutmak bile sevgi ister.
Ve ben hiç unutamadım.
Şiirimde hâlâ oturuyor o kadın.
Adını söylemiyorum belki,
ama her dizemde onun suskunluğu var.
Şiir, sevip de söyleyemeyenin günahıdır.”
Özdemir Asaf (durur, gözleri buğulu):
“Belki de sen haklısın.
Ama ben her seferinde sevilmemeyi seçtim.
Çünkü aşk bağırırdı.
Ben susmayı sevdim.
Ve şiir hep susanların diliydi bana göre.”
Turgut Uyar (gözleri ıslak ama gülümseyerek):
“Bazen en çok bağıran, en çok susandır.
Aşk ve yalnızlık,
birbirini taklit eder belki de.
Biri dışarıdan görünür,
diğeri içeride saklanır.”
Özdemir Asaf:
“Ve şiir,
ikisinin de hatırasıdır.”
Turgut Uyar:
“Belki de şiir,
birinin gittiği,
diğerinin hiç gelmediği yerdir.”
Sahne kararır. Sadece masada yanan mum kalır. Mumun alevi titrer. Ve mektubun kenarı yanar. Bir ses duyulur:
“Yalnızlık, aşktan yapılmış bir hayal olabilir mi?”
Perde kapanır.
4. PERDE: “Şiir, Anlamak İçin mi Yazılır, Hissetmek İçin mi?”
Sahne:.
Sabah olmak üzeredir. Aynı mekanda ,ortada iki sandalye, sırt sırta. Bir tarafta Özdemir Asaf.
Diğerinde Turgut Uyar. İkisi de konuşmaya başlamadan bir süre susar.
Özdemir Asaf (yavaşça):
“Ben hep şunu düşündüm:
Şiir, anlaşılmak için yazılmaz.
O, içimizde bir yankıdır.
Ne kadar anlarsan, o kadar bozarsın.
Çünkü şiir,
hissetmenin gizli alfabelerindendir.”
Turgut Uyar (döner, arkasını görmeden konuşur):
“Ama Asaf,
her his, bir anlamın artığıdır.
Şiir de bir anlama tutunur bazen.
Yıkmak için de kurmak için de…
Önce bir şeyi anlamalısın ki,
onu hissedebilesin.”
Özdemir Asaf:
“Ama anlam dediğin şey,
kimin anlamı?
Ben bir dizeyi yazarken
bin kapıyı çaldım.
Okuyan, o kapılardan hangisini açarsa
onun olur şiir.
Yani şiir, yazarın değil,
hissedenindir.
Ben Lavinia derim,
Sen kendi aşkının ismini görürsün.”
Turgut Uyar:
“Ve işte tam da bu yüzden
şiir, yalnızca ‘his’ değildir.
Şiir,
zamanın içinden geçen bir bilinçtir.
Gözün gördüğü kadar değil,
gözün yakalayamadığını tarif etme çabasıdır.
Yani bazen
anlamak için de yazılır.”
Özdemir Asaf (ayağa kalkar, bir tablo hayal eder gibi duvara bakar):
“Sen tabloyu çizersin,
ben boş çerçeve koyarım.
Çünkü ben derim ki:
Şiir, her okuyanla yeniden yazılır.
Ve bu sonsuzluk,
ancak anlamdan kaçarak yaşar.”
Turgut Uyar (sandalyesinden kalkmaz):
“Ve ben derim ki:
Şiir, bazen
sadece bir kadının ağlamasını tarif etmek içindir.
Sade ve net.
Çünkü bazı acılar açıklanmalıdır.
Yoksa hisle ne yapacaksın?
İçeride boğulur, çıkaramazsın.”
Özdemir Asaf:
“Belki de haklısın.
Ama ben
bir şiirin okuyucunun gözünü kırpmasıyla başlayıp
içindeki boşlukla bitmesini isterim.
Oraya anlam koymazsın.
Orayı hissedersin.”
Turgut Uyar (kalkar, Asaf’a yaklaşır):
“Belki de şiir,
anlamla başlar, hisle sona erer.
Ya da tam tersi.
Ama kesin olan bir şey var:
Şiir, bittiği yerde değil,
sustuğu yerde başlar.”
Özdemir Asaf:
“Ve belki de o yüzden hiçbir şiir tamamlanmaz.
Çünkü her şiir,
okuyanla tamam olur.
Yani ne sen ne ben,
bu şiirin sonunu yazamayız.”
Turgut Uyar:
“Çünkü şiir,
bizden daha uzun yaşar.
Ve biz, onun sadece ilk okuyucularıyız.”
Sahneye loş bir ışık düşer. İkisi de yürüyerek sahnenin ortasında buluşur. Birbirlerinin gözlerine bakarlar ve selamlarlar birbirlerini.
Son cümle yankılanır karanlıkta:
“Şiirse devam”
5.0
100% (12)