5
Yorum
30
Beğeni
5,0
Puan
257
Okunma
1. Perde – “Musiki mi, Sokak mı?”
Sahne:
Zaman dışı bir sahne.
Arka planda sis içinde bir Boğaz manzarası ağır ağır salınıyor.
Bir yanda eski bir lamba direği, altında Orhan Veli, sırtında ceketi, elinde mendili...
Öte yanda, klasik bir koltukta Yahya Kemal, bastonunu dizine yaslamış, ağır başlı ve düşünceli.
İkisinin ortasında bir masa , üzerinde sadece bir kalem ve boş bir kâğıt.
Yahya Kemal: (Sakin ama yargılayıcı bir sesle)
Sen mi geldin bu çağrısız mahkemeye, Orhan?
Ölçüsüz kelamla, sokaktan aşırılmış dizelerle
Şiiri mi sorguluyorsun bunca yüzyıl sonra?
Orhan Veli:(Gülerek)
Ben şiiri sorgulamam Yahya Bey…
Ben yalnızca ona ceketimi giydiririm,
Bir de ayağına delik bir çorap.
Şiir, yaşadığımız gibidir;
Ölçüyü terzi almaz sokakta.
Yahya Kemal:(Alayla)
Yaşamak…
Şiiri yaşamakla yazmak arasında fark vardır oğlum.
Musiki yoksa dizede, ruh eksiktir.
Aruz, kelimeye can verir.
Hece sayısı, kalp atışı gibi ritm sağlar.
Senin “serbest” dediğin, ahenksizliktir çoğu zaman.
Orhan Veli:(Rahat bir tavırla)
Ahenk mi?
Ben rüzgârda savrulan gazete sayfasına bakarım,
Onda bulurum şiiri.
Kadıköy vapurunda unutulan bir mendil kadar gerçek,
Bir simitçinin "tazeee!" sesi kadar canlıdır şiir.
Niye kafese sokayım bunu?
Yahya Kemal:(Sinirlenir)
Çünkü şiir, ebediyet ister!
Bir imparatorluğun çöküşünü
Bir tek beyitte taşıyabilirsen ancak şairsin.
"Rindlerin Akşamı"nı bir semaiyle yazamazsın.
Kelime dediğin, kubbede yankılanmalı!
Orhan Veli:
Ama ben bir martının gölgesini anlatmak istersem
Neden kubbeyi bekleyeyim?
İnsanlar duvar diplerinde âşık olurken,
Ben onları mezar taşı gibi ölçülere mi sokayım?
Ben sade olanı seçtim, çünkü hayat karmaşıktı.
Sen süsü sevdin, çünkü İstanbul sana hep güzeldi.
Yahya Kemal:(Üzülerek)
Ve sen İstanbul’u sadece tramvay sesi zannettin.
Bense onun içindeki asırlık musikiyi duydum.
Sen kelimeyi giyotin gibi kestin,
Ben onu ney gibi üfledim.
Orhan Veli:
Ama sen İstanbul’un yedi tepesini anlattın,
Ben sokak çocuklarını…
Sen şiiri yükseğe taşıdın,
Ben yere indirdim.
Belki de haklısın,
Ama ben şiiri herkes okusun istedim.
(Sahneye ince bir Boğaz rüzgârı girer. Masadaki kâğıt uçuşur. İkisi de bakar: kâğıtta sadece bir kelime vardır; "Şiir".)
Yahya Kemal:
Belki de şiir, ne bizim yazdığımız…
Ne de bizim tanımladığımızdır.
Orhan Veli:
Belki de şiir, o uçan kâğıdın peşinden koşan çocuğun gözlerindedir.
2. Perde: “Şiirin Kalbi Nerede Atar?”
Sahne:
Boğaz kıyısında, gece vakti. Ay ışığı sulara vuruyor. Bir yanda tarihî bir yalı, diğer yanda eski bir iskele.
İki şair, bir bankta yan yana. Rüzgâr hafif. Seyirci denizi değil, iki zamanın yankısını dinliyor.
Yahya Kemal:
"Kelâmın da layığı var evlâdım,
Rüzgârı dinle, sonra yaz kaderini."
Ben sözü ölçerim; sözcüğü işçiliğe tutarım.
Şiir, sesle başlar; musikiyle yaşar.
Aruz bir zincir değil, sestir.
Büyük milletler büyük vezinlerle konuşur.
Orhan Veli (ellerini cebine atar, hafifçe güler):
Ve ben diyorum ki...
“Milletlerin sesi, bazen sokak aralarında yankılanır.”
Ölçüye gerek yok, eğer içten geliyorsa söz.
Ben “rakı şişesinde balık olsam” derken,
Ölçüyü değil, hissi koyuyordum masaya.
Yahya Kemal (gülümser, sesini alçaltır):
"Rakı da güzeldir, eğer yanında nazım varsa,
Lâkin söze eğrilik yakışmazsa..."
Sen sözü, çırılçıplak bırakıyorsun.
Oysa ben ona kaftan biçiyorum.
Ve kaftan da yakışır bir millete.
Şiir; giyinik olmalı, konuşmalı zarafetle.
Orhan Veli (ayağa kalkar, iskeleye doğru yürür):
Şiir bazen de soyunmaktır üstat.
Bir otobüsündeki yorgunluk,
Gecekondu penceresindeki is,
Bir meyhanenin sabaha kadar susmayan yalnızlığıdır şiir.
Ben bunlara vezin giydiremedim.
Ama üzerlerine bir mendil örttüm,
Üşümesinler diye.
Yahya Kemal (ayağa kalkar, elleri arkasında, ağır adımlarla yürür):
"Bir milletin gönlüne düşen her hece,
Geçmişin yankısıdır, geleceğe gece."
Ben Divan’ı inkâr etmedim,
Çünkü inkâr eden; köksüz kalır.
Sende cesaret var evladım,
Ama biraz da sabır gerekir.
Bir şiir, yüzyıl yaşasın istiyorsan,
Önce zamanı aşması beklenir.
Orhan Veli (omuzlarını silker):
Ben zamanı kesmek istedim.
“An” ı yazmak istedim.
Bugünü, “şimdi” yi,
Evin önündeki çamaşır ipinde sallanan hüznü.
Bir bakışın ucuna takılmış aşkı.
Bir kahvehane masasında yitmiş gülümsemeyi.
Aruz bunu taşır mı?
Yahya Kemal (şefkatle yaklaşır):
"Taşır evlâdım, hem de mermer gibi taşır.
Lâkin onu oymak gerek, hece hece işlemek gerekir."
Sen doğalsın, ben kurgucuyum.
Sen sokaktansın, ben tarihten.
Belki de şiir, ikimiz arasında bir köprüdür.
Kubbede hoş bir seda ararken ben,
sen kaldırım taşlarında şiir arıyorsun.
Orhan Veli (dalgaya eğilir, bir taş atar denize):
İyi ki böyleyiz.
Çünkü şiir ;ne tamamen geçmiş, ne de tamamen bugün.
Birimizin sözü ağır, birimizin sesi hafif.
Ama belki de şiir, ikisinin arasında yürür.
3. Perde : “Zamanı Aşan Şiir: Ebediyet mi, Anlık Parıltı mı?”
Sahne:
Sisli bir bahçe. Arka planda eski saat kuleleri, dönen rüzgâr gülleri.
Göz kamaştırıcı bir ay ışığı, yapraklarda kırık kırık yansıyor.
İki şair, bir çınar ağacının altında oturmuş, yüzlerinde düşünceli ifadeler.
Yahya Kemal:
"Bir şiir sonsuzluk ister, evladım,
Geçip gitmemeli, dimağda kalmalı.
Zaman bir nehir, şiir o nehri aşmalı,
Dilden dile dolaşmalı, unutulmamalı."
Orhan Veli:
Zaman mı? Bana göre zaman,
Bir anın içinde gizlidir.
Şiir, o anı yakalarsa yeter,
Ölümsüzlük öyle başlar zaten.
Yahya Kemal:
"Sen an’ı yaşarsın, ben ebedi olanı ararım.
Hatıralar içinde kaybolan her dize,
Zamanın kıyısında unutulur.
Şiir, miras olarak kalmalı nesilden nesile."
Orhan Veli:
Miras dedin ya,
Bazen bir anın sıcaklığı,
Bin yıllık soğuk bir kitaptan daha değerlidir.
Ben “İstanbul’u Dinliyorum” dediğimde,
O an yaşanıyordu, yaşattım seni.
Yahya Kemal:
"Ama o an, ebedi olmazsa,
Kalır mı yaşamanın anlamı?
Ölümün üzerine dizilmiş sözler
Olur insanın yadigarı."
Orhan Veli:
Ölüm mü?
Ölüm, şiir için değil, insan içindir.
Şiir, yaşamdır zaten;
Yaşarken söylenendir, meydan okur suskunluğa.
Ebediyet, bazen bir yudum sudur,
Bazen bir meyhanede atılan kahkaha…
Yahya Kemal:
"Belki de şiir, zamansızdır.
Ne yalnız an, ne de salt ebediyet.
Kendi içinde var olur,
Hem şimdi hem sonsuzlukta."
Orhan Veli:
Ve şiir, yaşadığımız her anın,
Gözlerimizin gördüğü, kulaklarımızın duyduğu her şeyin,
Bir yansımasıdır.
An’la ebediyetin arasında bir köprü.
(Yavaş yavaş sahnenin ışıkları solarken, arkada hafif bir ney sesi yükselir.)
Yahya Kemal:
Ve biz, bu köprünün iki yakasındayız,
Ama şiir orada, bizi birleştirir.
4. Perde : “Çarpışan Dize: Son Atışma”
Sahne:
Loş, ruhani bir ışık altındalar. Arka planda yavaşça yanıp sönen bir mum var. Sahne tamamen boş; sadece iki şair ve aralarındaki görünmez bir gerilim. Kelimeler, adeta havada titreşiyor, sessizlikte yankılanıyor.
Yahya Kemal (derin, ölçülü bir sesle başlar):
“Dize dize ördüm ben tarihin köprüsünü,
Kafiye ve ölçüyle süsledim sözcüğümü.
Köklerim derin, dallarım göklere uzanır,
Kalbimden gelen sesler ebediyete taşınır.”
Orhan Veli (daha serbest, ritmik bir sesle yanıtlar):
“Ve benim şiirim, hayatın anlık nefesidir,
Kuralların zincirinden kopmuş, serbest akar.
Sokakta konuşur, kahvede gülümser,
Anın içinden doğar, kalbin kırık dökük sesidir.”
Yahya Kemal (hüzünle):
“Ama her nehir yatağında akar,
Her şiir bir çerçeve ister, anlamı örer.
Tarih, kültür, anılar…
Bunlar kafiye ve ölçünün kalbidir.”
Orhan Veli (coşar, elleriyle betimler sözünü):
“Ve bazen o kalıp, şairin düşmanıdır,
Ruhun kanatlarını keser, özgürlüğü boğar.
Özgürlük, serbestlik, o yıkılan duvarlar,
Yeni dünyalar yaratır, yeni dizeler fısıldar.”
Yahya Kemal (gözlerinde derin bir sızı):
“Şiir bir mirastır, nesilden nesile geçen,
Bir medeniyetin sesidir, geçmişe köprüdür.
Onu korumak kutsaldır, bir vazifedir,
Köklerin sökülmesi dünyayı karanlığa sürer.”
Orhan Veli (sessizliğin ardından, alçak bir sesle):
“Ve bazen kökler, toprağa sıkışır, çürür,
Yeni filizler arar özgürlük ve ışıkta.
Şiir, yıkım ve inşadır, sürekli değişimdir,
Kalıp değil, yaşanandır, anı kucaklayan.”
(İkisi arasında derin bir sessizlik olur; sahnedeki hava yoğunlaşır.)
Yahya Kemal (sesini biraz yükseltir, ritmini artırır):
“Kafiye, ahenk, tarihi söz,
Şiirin ruhunu kuşatır, onu yükseltir.
Ölçüsüzlük, boşluk, sessizlik değil,
O, şiirin kalbi atmaz, sanki ölmüştür.”
Orhan Veli (neşeyle, meydan okuyarak):
“Ama sessizlik bazen en güçlü sestir,
Boşluklar ise anlamın derinlikleridir.
Düzen bazen kafese dönüşür,
Şairin yüreği orada da arar özgürlüğü.”
Yahya Kemal:
“Şiir aydınlıktır, yol gösterendir,
Geçmişin ışığı, geleceğe uzanandır.
O ışık kaybolursa, karanlık çökebilir,
O yüzden kalıplar kutsaldır, direnmelidir.”
Orhan Veli:
“Ama bazen o karanlık, yenilik için gereklidir,
Yeni yollar açar, yeni diller doğar.
Ölçüsüzlük ve kalıp, yan yana durabilir,
Ve şiir, orada en gerçek halini bulur.”
(Konuşmaları birbirine karışır; kelimeler hızla gelip geçer, ritim yükselir.)
Yahya Kemal:
“Kökler daha derine, dallar göğün en yükseğine,
Kafiye içten, anlam dolu.”
Orhan Veli:
“Ruh serbest, kanatlı,
An ve sonsuz aynı anda.”
Yahya Kemal:
“Şiir; yaşanmışlığın, hatıraların sesi,”
Orhan Veli:
“Şiir; hayatın kendisi, nefes ve özgürlük.”
Yahya Kemal:
“Köklerim sağlam, ölçüyle büyür,
Ama bilirim, sonsuza dek sürer bu düello.
Kalıplar kalsın, ruhumda bir çiçek,
Ama sorular bitmez, yine yeni bir perde açılır.”
Orhan Veli:
“Serbestlikte özgürlük, kıvrılır her kelime,
Kabullenirim, bu kavga asla sona ermez.
Hem kalıp hem serbestlik, şiirle dans eder,
Sonsuz sorular içinde bulur kendini şiir.”
(Sahne yavaşça kararır, mumun ışığı titrerken son perde kapanır.)
5.0
100% (13)