0
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
145
Okunma
“Suskunluğum”
Gecenin en derin, en sessiz anında,
Ay, çölün alnına altın bir mühür bastı.
Rüzgâr, eski bir destanı anlatırcasına,
Kumlara bir aşkla adını yazdı.
Gördüm onu—bir vaha kadar nadir,
Bakışı su gibi, sessiz ama derin.
Kalbimde bin yıllık susuzluğu dindirir,
Sözleriyle değil, suskunluğuyla serin.
Adı Leyla değil, ama öyle bir çığlık,
Bir harfini duysam, içimde yankı var.
Gül bahçeleri kurur da ardından artık,
Bir tek bakışıyla solar her bahar.
O, eski çağların masalından sızmış,
Zamanla değil, aşkla ölçülür yaşı.
Ne doğunun ne batının izidir çizdiği,
Kalplerde gizlidir onun tek savaşı.
Bir sabah vakti, serap gibi çıkageldi,
Elinde kırmızı bir mendille durdu.
Dedi: “Gönül, kervan değil ki gitsin,
Beni beklerse, bu çöl dahi dururdu.”
Anladım ki aşk, bir yoldaş aramaz,
Kendi kendine yürünen bir çileymiş.
Gözlerinin karasında kayboldum ben,
Sonsuzun gölgesinde bir hilâl gibiymiş.
Bir akşam, rüzgâr getirdi kokusunu,
Gül yaprağı gibi hafif, ama iz bırakan.
Dedim: “Gel, adını kalbime yazayım,”
Dedi: “Kalp değil, kaderdir beni saklayan.”
O gitti—ama bir gidiş değil bu,
Varlığı bende kalan bir gidişti sanki.
Her gece, yıldızlardan giyinip gelir,
Uykumla uyanıklığımın arasında biri.
Şimdi her çöl bana ondan bir iz,
Her kum tanesi onunla konuşur.
Ben ise susarım, şiir gibi sessiz,
Çünkü gerçek aşk, ancak sustuğunda konuşur.
SAVAŞ ÖZEL