1
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
171
Okunma

Ey yüreğin en karanlık dehlizlerinde yankılanan fısıltı,
Sözcüklerim, rüzgârın önünde savrulan solgun yapraklar gibi.
Her hece, içimde kabuk bağlamayan bir yaranın sesi,
Her dize, zamanın yırtık defterine yazılmış sessiz bir isyan...
Gökyüzü, siyaha çalan bir mahkûm elbisesi giymiş,
Gecenin yıldızları birer birer sönüyor kimsesiz sokaklarda.
Ve aynalarda, yüzüme yabancı düşen gölgeler…
İnsanlık, hangi yolun kıyısında unuttun kendi suretini?
Hangi çaresizlik seni, vicdanının bile tanımadığı bir yabancı kıldı?
Duyuyor musun?
Küçük bir çocuk, karanlığın tam ortasında titreyen bir mum gibi fısıldıyor;
"Beni unutma... Umut, hiç mi değer etmez?"
Ama sesi, zamanın yankılarında kayboluyor,
Ve yalnızlık, bir mezar taşı gibi çöküyor üzerine...
Ey gökyüzü, hangi suç için bu kadar hiddetlisin?
Her şimşek, kalbime saplanan bir mahkûm mührü gibi iniyor.
Yağmur yağıyor, ama kirlerimizi yıkamıyor artık.
Çünkü biz, kendi ruhumuzu unuttuk önce,
Kendi kalbimizi, kendi insanlığımızı kirlettik...
Şimdi enkazın ortasında durup soruyoruz:
“Bunca yıkımı gerçekten hak ettik mi?”
Ama rüzgâr suskun, gece sessiz, toprak dilsiz.
Bazı soruların cevabı, yalnızca susmaktır...
Fakat yine de bir umut var,
Her çöküşün altından filizlenen bir bahar gibi.
Ve her enkazın arasından açan bir gül gibi.
Belki de bu son değil, belki de bir başlangıçtır,
Beyaz bir sayfanın sessizce açılışıdır...
Ey insanlık, ölüm bile anlam bulsun.
Bu yıkılan şehirler, yeni gelenlere ibret olsun.
Bu şiir, bir vedanın hüznüne yazılsın,
Ama sonunda yepyeni bir başlangıcın kapısını açsın...
Erol Kekeç/Şubat-2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (2)