0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
208
Okunma
Ölüm, ölmekten ziyade ölümü unutmaktı
Sizin ölüme dönersek, ne bilinmez bir diyardır bizim için
ne de korkulacak bir bitiş
Bu esintilerin bilindik dağları okşamamış olması her ne kadar sıradan yapsa da
konuşmalı
Söylemeli aynı sesin, ayrı duyulduğunu
Kambur kelimelerle varılmasa da kavgasız barışa
Senin sonunun
bana sonsuzluk olduğunu
Çünkü ben değilim ilahi lanet torunlarına sıçrayacak olan
Benim elim tetik çekmez, mermi değildir sapan taşlarım
Tek varlığım bir mabet, kubbesi hâlâ kurşunidir benim nezdimde
Çok kardeşim olsa da, mısır sultanı gibiyim
Sadece, ahvalime yaş dökecek bir babam yok
Asilik etsem de bağrına basacak çınar babam yoktur artık
Heybesi boşalmadan dolar haksızın
Ben, yetim ve kimsesizim bu hengamede
Belim bükük, çok uzaktır şen günlerim
Öyle uzaktır ki, en son ne zaman içten gülmüştür çocuklarım hatırlamam
Kaygısız ne zaman ekmek yemiştir ahalim
Bilmiyorum, ne zamandı huşu dolu bir namaz
Kelepçeli ellerim, prangalı bileklerim, kupkuru ağzım
ve karanlık günlerim
Suskundur dilim
Haykırdığım
artık komşumun olan arka bahçemden öteye varmaz
Akbabalar didikler cılız bedenimi
Fidanlarım sahile vurur bir, bir
Palet ezintisinden uyanır sütten kesilmemişim
Radyo meşgalesini, tayyare uğultusu telafi eder
Bir kitaba göre, yaşamaya hakkım yoktur
Benim değildir doğduğum toprak
Şaşı gözün gördüğüne iman etmeliyimdir
Tozlu bulutlarım vardır dört mevsim
Kan ile sulanır iğdelerim
Vergi vermek yoktur bu diyarda
Dipçiklenmek olsa da nefes almanın bedeli
Ne çıkar?
Minnet etmem, ağız eğmem eğriye
Firavun neydi ki sen ne olasın
Sanadır haykırışım
Ey zail olmayacakmış gibi yaşayan zalim
Beklediğim bir şeyler var
Gözyaşımın altına elbet kanat serilir
Elbet bir imam gelir bu mabedime
Elbet konuşur kayalar
İşte o zaman
Önünde tek bir ağacın kaldığında
Karşına dikilir yalın ayak bir çocuk
5.0
100% (2)