Bir ağacın dibine çöküp,
Kendi yalnızlığımda,
Yokluğunun keşkelerine boğulmanın yersizliğine dalıyorum.
Oysa, dönüp "haklıydın" diyecek olan sen iken,
Zaman’a küfürlerim kaldı bana;
Zaman’a belki de
zamansızlık...
Düşünceler içinde kaybolmuşken,
Bir biriktirme çabasının içinde,
Her anı, her hatıra,
Bir taş gibi ağır geliyor.
Gözlerim, geçmişin gölgelerini ararken,
Kalbimde açılan yaralar,
Zamanla sarmaktan çok,
Bir yürek ağrısı olarak kalıyor.
Hayat, bir akış gibi,
Duraksamadan sürüp gidiyor;
Fakat ben, bu durgun suda,
Kendimi kaybetmiş bir yudum su gibi,
İçimdeki dalgalara kapılmış durumdayım.
Ve sen, belki de en çok bu yüzden,
Her hatırlayışta bir yara açıyorsun;
Zaman, seninle dolup taşarken,
Bende sadece anıların yürek acısı kalıyor.
Ağaç, köklerini derinlere salarken,
Ben de ruhumu derin bir boşluğa gömüyorum.
Her yaprağın düşüşü,
Bir hatıra, bir anı;
Her rüzgar, senin sesi gibi,
Beni sarıyor, sarhoş ediyor.
Bir
zamanlar birlikte hayal ettiğimiz günler,
Şimdi gökyüzünde kaybolmuş
yıldızlar gibi,
Parlak ama ulaşılmaz.
Geçmişin yankıları,
Duygularımın labirentinde kaybolmuşken,
Her köşede seni buluyorum;
Bir
gülüşte, bir bakışta,
Bir anıdan fısıldayan seslerde.
Ve ben, bu sessiz çığlıkta,
Kendimi kaybetmeye devam ediyorum.
Yalnızlığımın koynunda,
Kendimle yüzleşiyorum;
Zamanın acımasız ellerinde,
Bir
çocuk gibi savunmasızım.
Her an, bir umut taşırken,
İçimdeki boşluk derinleşiyor.
Ve belki de en çok bu yüzden,
Senin hatıraların,
Bir yara bandı olmaktan öte,
Bir acı kaynağı haline geliyor.
Zaman, kaybolmuş bir
dost gibi,
Beni yavaşça terk ediyor;
Ve ben, ağaçların gölgesinde,
Kendimle yeniden
barışmak için,
Belki de bir gün,
Yeniden
doğabilmek umuduyla,
Gözlerimi kapatıp,
Hayal ettiğim o günlere dalıyorum.
Ama her dalış,
Beni derinlere çekiyor;
Ve her kez,
İçimdeki boşluk daha da büyüyor