1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
239
Okunma
Hiç birşeyi tadı kalmadı
Yuttuğumuz lokmanın
Soluduğumuz havanın
Hatta suyumuzun...
Naylonlaştı herşey
Çatal kaşık, tabak çanak,
Dibi delindi
Kuponla alınan tavanın.
Ayarları da bozuldu
Çarkıfelekten ziyade
Mart havasına dönen huyumuzun...
Eskiden her şey sahiciydi
Mesala "manita"mız yoktu
Sır gibi sakladığımız
Ahu gözlü yavuklumuz vardı.
"Kanka"mız yoktu
Sırtımızı dayadığımız
Dağ gibi arkadaşımız vardı.
Dil ucuyla söylenen "anne" yerine
Yürekten söylenen "ana"mız
Gözümüzün nuru " bacı"mız
Arkamızda "kardaş"ımız vardı.
Bilgisayar, tablet de yoktu
Tahtadan Zülfikar kılıcımız
Çelik çomak, beş taşımız vardı.
Herkes aynı sahana kaşık
Sabaha kadar beşik sallardı.
Obezite, kolestrol bilinmezdi
Tazı gibiydi en semizi
Solaryum da neymiş?
Sabah Güneşi alanımızı yakardı
Akşam Güneşi de ensemizi.
Meğer hayat çok zor
Bir o kadar da eğlenceli imiş.
Mertçe atılan aşıklar
Kibarca atışan Âşıklar
Mahcup bakışlı Mâşuklar, vardı.
"Canın yongası" maldan değil
Candan veren komşumuz
Şefkatle açılan ağuşumuz
Kızaran bir yüzümüz
Yaşaran iki gözümüz
Bozulmamış özümüz
Senetten kıymetli sözümüz
Açık alnımız, dik başımız
Yağsız, tuzsuz da olsa
Helalinden pişen aşımız, vardı
Nerdeler, nereye gittiler?
Yalvarsak, yakarsak
Geri gelirler mi?
Kaf dağının ardındaki ellere
Kanat çırpan allı turnalar gibi
Akşamın kızıllığına
Ka rı şa rak mı gittiler
Yayan yapıldak koşsak
En yanık ağıtları yaksak
Dönün diye dil döksek
Arkalarından melul melul baksak
Acaba geri dönerler mi?
Yoksa bir daha dönmemek üzere
Rüzgar kanatlı atlarla
Ya rı şa rak mı gittiler?
Akşamın kızıllığına
Ka rı şa rak mı gittiler
5.0
100% (2)