0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
424
Okunma
Dağları zapt etmiş yine kuytuda tavlanmış hüzün.
Dağlarda, her köşe başında tünemiş bin bıkkınlık.
Sevdiklerime zehir kusturan dağlar,
sevdiğimi melcelerde çürüten dağlar,
kırık sırçalara büyük yangınlar biçen dağlar.
Doruklarında kıpırdaşan kara bulutlara buğuzkâr
ve onu kayalarından madrup eden Tanrı’ya.
Ancak bir rüzgâr resitaline kulak kesiliyor,
yamacında yükselen yalçın sorkunlara inat.
Ebleh çehresi ile felsefenin
irin saçan adımlarına olur veriyor yine
ve çığırlarından geçen Tanrı katiline
ve baysal oyuntularında gerçeği gören
yüce âdeme de.
Taşlarından yontulmuş binlerce sahife,
her birinin derinlerine kazınmış bin isyan.
Ketum perdelerinden sarkan kafataslarında
bize kadim dünyanın sırlarını fısıldayan bir tebessüm,
çığlıkları kemiklere zerk etmiş bir serfin tebessümü
vuslatı pabuçlarla bulamamış bir kul tebessümü.
Dumanlar görünüyor esen poyrazda.
Dağlar, bir boğuntuya açıyor gözlerini.
Dağlar, müzmin uykudan uyandı.
Dağlar,
katran kusan fabrikalara çevirdi kargınlarını,
büyük bir azimle beslediği
zirvelerinden taşan kargınlarını.
Dağlardan bin küheylanı kavzamış
bin cündî geliyor; bileklerime küskün.
Bin sipahi,
kargılarının ucunda bin hilalle iniyor şehirlere;
kentin gölgelerinde semirmiş sessizliği,
mahzenlerde kotarılmış suskunluğu
sokaklarda sürüyor saçlarından tutup
ve sükuta alkış tutan yalnızlığa
bin hilal yarası aşk ediyor.
5.0
100% (1)