Makber
... Mukadder kelâmı değince emr-i vâkinin Anla ki deli kanı değilmiş çağları mâzinin Anla ki eski çanları Kum’barası boşalan saatlerin ...
Eriyen güz rengiymiş Küstüm bağlarında yediverenin Anla ki bozulmuş!
Trajik bir öyküye ağaran Şakaklarından süzülen kır damlası Bir "veda busesi" kondurmuş aklına toprağın Ama öylesine karanlıksın Öylesine hazin Ya okyanusa dalan şu yorgun güneş Ya göz kapağı ağrıyan şu yıldız Ya da sen Sessizce kayıp gitmektesin
Mağrip seferinden iki cümlecik ömür taşıyan kervanların D’okunaklı bakışına ilişen Göbeği kesilmiş şiirsin artık Bir varmış bir yokmuş- anla ki tarih olmuşsun! Hadi emzir acını taşlara Bir hasretin evvelcesi bir gurbetin sonrası Ne sefası kalmış akşamın Ne turuncusu bir sabahın Ne de flintası yılların Anla ki yorulmuşsun/anla ki uyumuş! Gün gelir zaman da ölür, geçmişine gömülür Ne geleceği kalmış sonra, ne de bir genişliği
Gül, dalından kuru aya İnsan, kanından mâverâya Çekilirmiş birden, çekilirmiş kalabalıklar tenhaya Kül yüzünde donuk bir hayret Tanımsız bir korku Şu "can kuşu" dedikleri var ya can Palazlanır da birgün Özgürlüğünü görür zindanını üzdürürmüş
Simsiyah bir koku sonra Esmer ve ağırbaşlı bir duman Sonra da bir avuç toprak Buyruğuna teslim olmuşsun rüzgârın Yazılmış, bir imzaya kalmışsın Anla ki ölmüşsün/anla ki üşümüş! Ne zikzakları kalmış baharın Ne de paltosu bir hayatın Anla ki hepsi düş’müş ...
(-r)
|