AYLİN & ADAMŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Ey aşk! Bir gülümsemen kaç ömür eder?
(( Ay )) ADAM: Günün ıssızlığında devri âleme ayak uyduran Bir dev yaşar sanırdım ötesinde bedenimin Sessizce geçiyordu gün şeffaf yalnızlığından Coğrafyasında kimse yoktu, iklimleri uzak Elinde sımsıkı tuttuğu geri gelen mektuplara Sarmalamıştı yüreğinin en pireli sancılarını Uzak şehirlerin bulvarlarında geceye vuran Dalgaları dinlerdi kaldırım kenarlarında Üstelik özlemleri akrebi vurgun yemiş Dede yadigârı köstekli saat kadar eskiydi. Rengi atmış bir tabloda unutulmuş bir isimdi. Kimdi, ne isterdi, ne zaman yaşamıştı? Kimin umurundaydı? Bir kibrit çöpü daha eksilirdi en fazla Sayısı kırktan fazla olmayan insanlığımızdan Ne fark ederdi, bir üryan daha gömülse Kimsesi olan tenha bir mezarlık sessizliğine Yine de takıldığında bir çakıl taşına gözleri Kır günlerinden kalma bir çocuk diriliverirdi Ayan beyan ortada olmasa da gün ortasında Baharı kovalardı, kelebekleri, kuşları Salkım söğüt gölgelerinde, ırmak boylarında Cennet sayardı şu hemen bitiveren günleri Yeşil yapraklardan süzülen ışığın dansını Göğün mavisini, toprağın kahvesini sürerdi yüzüne. Yâdına düşünce itinayla kaçındığı anıları Salınırdı gözyaşları asûde duygularında Ve uyanınca bir korna sesiyle Eski bir resmin dipnotu gibi yıpranmış Yalnız bir adam kalırdı ötesinde bedeninin. AYLİN: Gülüşü gümüş çarşısındaki aynalara asılmış Ninesinin gecenin renkleriyle yüzüne ay çaldığı kadın Bir dev yaşar sanırdım ötesinde narin bedeninin Âlem olağan seyrinde saçlarında gün akıyordu Ruhundaki yansımalar dargındı mazi çıkmazlarına Kelebek kıpırtısı bir düş arada sırada da olsa Başkaldırıyordu uzak çağrışımların gürültülerine Haritada yeri işaretlenmemiş meskûn mekânlarda Savruk iklimler koparıyordu takvim yapraklarından Kimsesiz çocukluğun büyük ağrısı dizlerinde Çekilirdi perdesinde zifiri karanlığa an, ancak ay! Ayar tutmayan gülüşlerine edep çivileri çakılırdı. İçinde bile yoktu hayatına sığdıramadığı özgürlüğü. Bozuk bir makine inlerdi zihninin iç duvarlarında Üstelik özlemleri yelkovanı vurgun yemiş Vaktinden önce durmuş bir duvar saati kadar eskiydi Rengi atmış bir tabloda unutulmuş bir isimdi. Kimdi, ne isterdi, ne zaman yaşamıştı? Kimin umurundaydı? Yine de gözleri takıldığında geceleyin ayline Bozkırda bir Avşar kızı belirirdi gözlerinde Mevsimleri toplardı, yaprakları, çiçekleri, gülleri Çınarla söğüt gölgelerinde, bahar aylarında Cennet sayardı şu hemen bitiveren günlerini Gökkuşağındaki renklerin ahenklerini Göğün mavisini, toprağın kahvesini sürerdi yüzüne Yâdına düşünce özenle kaçındığı anıları Salınırdı geçmemişin sancıları gözbebeklerinde Ve uyandırılınca bir afacanın gür sesiyle Eski bir tablonun dipnotu gibi yıpranmış Asûde bir kadın kalırdı ötesinde narin bedeninin. SEVDA: Yalnızlık vardiyalarında bilinmezlik düşmüştü Alışkanlık üzere atılan hızlı adımların peşine Ruhun ışıkları sönerken tan yerinin kızılıyla Her şey olması gerektiği yerdeydi. Çay bardağı, kül tablası ve sigara paketleri Meçhul sokaklarda aşina ayak izleri de yoktu. Mat kahkahaların gölgesinde, şehirden bıkarak Kaybolurdu rutini bozmadan ufukta güneş! Ve damlardı birkaç derin satır şiirin orta yerine. Bir mucizenin paytak adımları hece hece Not düştü bir sevdayı, beni bul diye tarihe! Yansımaların çığlıklarıyla akarken devran Kesişti yolları adını tesadüf koydukları bir an Aylar sonra şu ilk anlattığım adam! Aylin’e merhaba dediği daha o ilk an! Çevirdi sandukanın sihirli anahtarını habersiz. Saçları tanışıyordu, gözleri, şaşkın zihinleri Uzak çağrışımlarla sıcak esenlikler vurdu kumsala Çağırdı evvel ezeli, aşka düştüler elde olmadan! Hemen önce son-dördün gökyüzünden kaybolmadan... ____________________________________ 11.4.2020 02:04’ *Su misal samimi sevmeli, melek gibi, riyasız! (( Şair )) Han AKÇADAĞ ____________________________________ |
Yüreğine emeğine sağlık
Selamlar