1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
749
Okunma

Yıllarca aktım caddelerden.
Kâh sisli bir gecede,
kâh altısında sabahın.
Ben her gece şiir biriktirdim,
yıldızları saymaya çalıştım,
Sigara içtim,
kederlendim.
Hep bir şeyler aradım bomboş ellerle...
Avuçlarımda terli bir sabah,
gözlerimde yorgunluğu karanlığın.
Ve hep hüzün kokuyordu dinlediğim şarkılar.
Her sabah üşüyordu elektrik direkleri.
Tellerinde kanıyordu yaralı kuşlar.
Bir gece karanlıktı odam.
Penceremde ölü bir ay vardı.
Odamın duvarlarında Yılmaz Güney posterleri
ve birkaç yetim şiir.
Sessizlikti dört bir yanım ve sabaha daha çok vardı.
Biraz ağlamak istedi canım, üzüldüm bir şeylere...
Usulca ağladım.
Gözlerimden akan birkaç damla anıydı oysa.
Birkaç damla özlem.
’’ Bir şeyleri özleyebilmek güzel şey’’ diye düşündüm.
Sildim gözyaşlarımı ve aynadan kendime gülümsedim.
Ben gülümsedikçe hayat ağlatmaya;
hayat ağlattıkça ben gülümsemeye devam ettim.
Bu ne kadar sürdü,
bilmiyorum.
Bir gece bir yıldız kaydı.
Odamda deli bir yalnızlık.
Dört bir yanımda üstüme üstüme gelen duvarlar.
Bir gece büyüdü çaresizliğim kentin ücra bir köşesinde.
Yasladım sırtımı en soğuk anına deli bir kışın
ve bir bir yaktım dostlarımı
alnımın ateşinde.
Bir gece
sevincimi düşürmüştüm yine delik cebimden.
Yürüdüğüm her sokak daralıyordu.
Yağmur yağıyordu
ve usul usul ıslanıyordu umutlarım.
’’Bu kenti terk etmeliyim’’ diye düşündüm
ve el salladım gökyüzündeki küme küme bulutlara.
Yorgundum,
kanıyordu dizlerim.
Sonra yalnızlığıma tutuna tutuna
varabildim sabaha...
Oysa bu kentte
kalmamı gerektiren bir şey vardı.
bütün yaralı kuşlar şahitti buna.
Antakya/2002
Bakır Çakmak
5.0
100% (6)