5
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
3082
Okunma

Yaş kırk ve biraz üzeri
Anamızdan doğduğumuzdan beri
Sözüm ona yaşıyorduk
serseri zamanların
Yapay tatlarında avunup
Ağırlığından kurtulup kutsiyetin
cehennemi şehvetin yoluna akıyorduk
maskı akmış suretimizin orta yerine
azaptan devşirme bir gülücük takıyorduk
Yaş kırk ve biraz üzeri
Göremiyorduk güzellikleri
bakıyorduk egonun penceresinden
özsever bir tavır takınıyorduk
dalıyorduk söze pervasız
sohbet niyetine ayarsız
daldan dala atlıyorduk
Halden hale geçiyor
sözü özünden koparıp
perhiz niyetine
laf salatası yapıyorduk...
yaş kırk ve biraz üzeri
Yoktu ‘ben’ in benzeri
asalet akıtıyorduk
gövdemizin her hücresinden
kendimize tapıyorduk
aynalara tükürüp bakıyorduk
Kinimizi kusuyordu çirkinliğimiz
ötekini sahtekâr sayıyor
yerli yersiz ürküyorduk sayılmamaktan
içimizi kuşatan karabasanlardan
amansızca korkuyorduk
Yaş kırk ve biraz üzeri
Olduk şeytanın emir eri
lime lime ruhun ışık oyunlarında
prizmadan sapıyordu aklın ziyası
tapıyorduk putlaştırıp aklımızı ziyan
katıyorduk sanata izdüşümsüz el an
her adımda tuvale düşüyordu kan
arsız bir ressamın maharetiyle
fırça darbeleriyle üryan
çılgın bir ermişin ayak izlerini sürüyorduk...
bitmemiş bir tabloda yarım yamalak
soluyorduk hayatın çiğ yanlarını durmadan
Üşüyorduk yalnızlıktan
çarpılıyorduk tekinsiz akşamlarda
kayboluyorduk el yordamıyla ortalardan
Gazete ilanlarında bulunuyorduk
yıllar sonra göz ucu sorgulanan
yaş kırk ve biraz üzeri
Kapatmıştık defteri-i kebiri
açmazlara düştükçe
Ağzı açık arıyorduk nedenleri
tek başına bir iş yapamıyorduk
yapabilene de güvenmiyorduk
Aymalığımızla kahroluyor
hesapsızlığımıza şaşıyorduk
yaş kırk ve biraz üzeri
Can ten de şüpheli
Yalnızlığın tenhasında
Ummadık bir olay yaşansa
üç maymunu oynar
salağa yatardık
bize dönünce işin ucu
işkillenip neden sonra
kendimizden bilmeyip
suçu başkasına yüklüyor
kardan beyazım deyip
hayra yoruyorduk
hayasızlığı da
rahatlıyorduk
kusurları görmeyip
kaçamıyor
hakikatin kazanında
çözülüyor,dağılıyorduk...
yaş kırk ve biraz üzeri
Her işin başıydı beceri
menfaati baş tacı yapıp
Her an önde yer alıp
Yağ gibi yukarı fırlıyor
Aka- kara karaya- ak diyorduk
pişkinleşiyorduk ders almayıp
Herkesi kendimiz gibi sanıyor
Kuşkulanıp
Kesip boynunu ilerleyenin
Yürüyenin boğazına sarılıyorduk
Leş yiyorduk ete sayıp
Allayıp kendimizden olanı pullayıp
Sanat uğruna kalleşçe satıyorduk
Yaş kırk ve biraz üzeri
Kalmıştık bir kemik bir deri
İpin ucunu kaçırıyorduk
Döküyorduk etleri
açılıp saçılıyor
şeffaflık diyorduk...
Özgürlüğü de
kendimizce tanımlıyorduk
açıkta kalmaları da
Hummalı açıklamaları
Hep birlikte bağırıyor
avamı avutuyorduk...
tuzağa düşüp ara sıra
yutup zokayı rahatlıyorduk
rahatladıkça gevşeyip
alabora oluyor
batıyorduk...
yaş kırk ve biraz üzeri
Batırmıştık gemileri
batan geminin malları misali düşüyorduk mezata
alan memnun satan memnundu her nasılsa
Kayıt dışı yaşarken
Ne gerek vardı ruhsata
Ruh satanlar makbuldü ne de olsa
süregiden akçeli ihracatta...
yaş kırk ve biraz üzeri
Unuttuk verilmiş sözleri
yalandan kim ölmüş vecizeleriyle
aldırmayıp sükunete
şuh bir kahkaha atıyorduk
eşzamanlı acılar nüksedince
ansızın cinnete kapılıyorduk
geceyi jilet gibi yırtıp geçen
ilk ışıkla
gözümüzün mor halkalarıyla
balondan saadete koşuyorduk
donuk gözlerimizi hayattan kaçırıyor
sanrılara dalıyorduk
gün başlarken kaderimize ağlıyorduk
yaş kırk ve biraz üzeri
olduk şimdi mart kedileri
sarraf titizliğiyle geçilen muamelelerin
hormonlu balosundan kalan
aksayan arzulara aldırmayıp
kafamızı topraktan kaldırmayıp
gün be gün tadını kaybetmiş talan
uçuklayan dudaklardan yalan
dökülüyordu renkleri sarmalayan
-gör ve gönülden bir kez daha yaralan-
yaş kırk ve biraz üzeri
sürüyorduk kaybolmuş izleri
duyuyorduk öylece kulak kirişte
sanki hiçbir şey yaşanmamış bu gidişte
-masalsıydı biraz da uzayıp giden-
ömür sandığımız karelerde duruyorduk yeniden
kuruyorduk yerimizde şerrimizden
kaçıyorduk karanlık geçmişimizden
kulaklara küpe kişisel tarihimizden
ne bir anı kaldı ne de esin kaldı
aşktan şiirden resimden
yaş kırk ve biraz üzeri
eksiltmiştik dişleri
gri bir zamana uzanıyorduk
saçlarımızın telinden;
gökkuşağı düşlerken
çocukluğumuzu özlüyorduk aniden
uyanıp kaçkın bir sabaha hülyalı
koşuyorduk günahlara yeniden
-bir eski zaman dilinde
mana firar etmiş maddeye
sözün kuşatılmış kalesinden-
yaş kırk ve biraz üzeri
yitirmiştik düşleri
kuşlara yem veriyorduk
bildik arınma klişeleri
artık saflıktan dem vuruyorduk
hayat budur diyerek kuruyorduk
kurguluyorduk yeniden
olup biteni
mantığa bürüyorduk
yaş kırk ve biraz üzeri
kaçırmış keçileri
sinir tellerini aşındırıyorduk
her şeyi biliyor,
susuyorduk en son,
ortak oluyorduk günahlara
kendimizi asıyorduk ölümlere
atıp kör kuyuya en derinlere
yaş kırk ve biraz üzeri
kurumuştur ömrün denizleri
kutsal beden kaybediyordu
kutsiyetini
her kör adımda yalpalıyor
yitirmiş heybetini
bilinmez akıbetini seziyor,
yarınını çalarak siliyorduk bugününü
sonra lekelerimizi bıçakla kazarak
aklandım sanarak
kendimizi aldatarak
bilgiçlik taslayarak
işgüzar bir çalımla
dalıyorduk hayata...
yaş kırk ve biraz üzeri
bitmiyordu gösteri
hem yazıyor hem oynuyorduk
harcıalem
sözüm ona yaşıyorduk
çalakalem..
yaş kırk ve biraz üzeri….
Başlar hayatın inişleri
İşler yaş a dostlar,
bir ayağımız çukurda
biter ruhun didinişleri
5.0
100% (1)