Biline ki çocuklara yapılan her türlü suçun hükmü ağırdır...
Kalbimiz sadece kendi çocuklarımız için atmamalıdır. 😓
Süt Çocuklarına
I-
kullar göğüslerinde b ü y ü y e n ç o c u k l a r ı çoktan öldürdüler
ey ateş yak tüm yeryüzünün çirkin fikirlerini hepsini göm göğümün a z r a i l i n e a n k ı r â a t
travmamdan ö p e n binlerce çocuğa ağlayışlarım da kalbim mezar kabul uzaksadığım cinayetler avuçlarıma doğsun eteklerimin ucundan düşüyorum köşe başına sinmiş ürkek siluetlere güneşi görmek istiyorum M u h a m m e d i m çocuklara değen güneşi görmek
II-
beyaz meleğin kanatları yırtılır siyah meleğin öfkesine kurban verirken masum düşlerini zehir zemberek kanıyor hücrelerim ki hücrelerim atomlarından sıyrılmış şarapnel hıncı repliklerim karasından a ğ l a r yaylım ateşlerin iblis senfonilerine bedenim intihar ediyor çocuk kaçakçılığında satışlar boğazın sularına bir bir yansıyor ay tülünde esmer marmara kıyamet dizlerimi dövdüm rüzgarın kekeme uğultusunda istanbulu kırbaçlarken
kaburgalarımın korunağına alsam boşluğa itilmiş çocukları ellerine a n n e olsam saklasam ciğerlerimde dünyam çocuklara dönse eksenim çanların kucağında süvariyken ürkek gamzelerimden zamansız alev yayılır tenhaya sinmiş ten yiyicilerine
örtemiyorum bu şehre beyaz bayrak gözlerimden kan damlıyor Al-i İmran süresinde nefesim krize gebe doğum kimliğinde şedde y o k L a i l a h a i l a l l a h
III-
bir ikindi vakti sustular içimdeki yalın ayak koşan çocuklar
"ebabil dudağında" bir içimlik şehadet şerbetiydi istanbul gün batımında camilerinde yıkılırken kalbimde
ellerim ellerim diyorum ellerim ki ellerim nefsimin terbiyesinde günah kokmayan kadın duyun fermanımın titreyen satırlarını amellerin kundağından tütsüleniyor sübyan katledilişler B i s m i l l a h
gözlerim aşkın ilahi mihrabında şehri y â r esrarlı şule dudaklarımda us’umda korkak bir bebek ağlıyor A l l a h u e k b e r
IV-
duyuyor musun dergâhım yüreğimin yaşayan nefesini içime giren kasırgaları ihtiyar erenlerle göğe yazıyorum ney dudağımda kalan son nefes şems doğacak mı aminlerime yürüsem yürüsem diyorum yürüsem ravzada koklasam bebek doğumlarını
istanbul yedi tepesinde cellat kefen giydirilmiş masum çocuklara i l i ş e n "katil sinekleri’ öldürsem
"sana r a m" olmayan ’bir bela tünelinde" ibraniceden sökülsem kanlarının lahit mezarlarına vursam gök kubbenin kayıp basamağında kirli başlarını ş e r i a t h a k o l a
h û y a a l i
yetiş kılıcınla gözlerimde her gün mayınlanan infaz edilen masum tenlerin yaşayan çığlık ölümlerine yetiş a l i yetiş
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
şiir kendini çok iyi anlatıyor bence eklediğiniz bölümü keşke şiirin son bölümüne dip not, ilgilisine ...gibi başlıklarla düzyazı kısmına ekleseydiniz şiirin gölgelenmesinden en azından ben rahatsız oldum sağlıcakla kalınız
" 7. 9.1.2003 tarihli ve 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun (RG:18.1.2003/24997)
Kanunla, bünyesinde psikolog, pedagog ve sosyal hizmet uzmanı bulunacak aile mahkemelerinin, aile hukukundan doğan dava ve işlere bakması amacıyla kurulması öngörülmektedir. Aile mahkemeleri ayrıca, taraflar arasındaki karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörünün zedelenmesi bakımından eşlerin ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunların sulh yoluyla çözümünü, gerektiğinde uzmanların yardımını da alarak teşvik edecektir. Böylece aile mahkemeleri yargılama görevinin yanında, toplumun temel taşı olan ailenin korunmasına yönelik bir takım koruyucu, eğitici ve sosyal tedbirlerin alınması gibi önemli işlevleri de yerine getirecektir.
Çocuk Hakları Çerçevesinde Çocuk İhmal ve İstismarı Prof.Dr. Neriman ARAL(*) Yrd.Doç.Dr. Figen GÜRSOY(*)
Giriş
Toplumun geleceğinde etki payı çok yüksek olan yeni nesillerin fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı olması, kendi değerlerinin farkında olarak yetişmesi ve bu değerleri insanlığın yararına kullanabilmesi onlara sağlanacak olan koşullarla yakından ilgilidir. Çocuğun birey olarak çıkarını gözeten ve çocuğun çıkarını toplumun çıkarı ile bütünleştiren yaklaşım çocuğun toplumun geleceği olduğu düşüncesine içerik kazandırmaktadır. Çocukların sorumluluk sahibi, bilinçli ve nitelikli bir birey olarak yetiştirilmesi toplumun bugünü ve geleceği ile örtüşmektedir. Birey olarak her çocuğun temel hak ve özgürlüklerden, sosyal ve ekonomik haklardan yararlandırılması, geliştirilecek olan çocuk politikalarının ve uygulamalarının özünü oluşturmaktadır.
Çocuk Haklarının Tarihçesi ve Tanımı
Savaşların yarattığı olumsuzlukların ortadan kaldırılması ve insanlığın barış ve huzurlu bir dünyada yaşamak isteği sonucu kurulan Milletler Cemiyeti, ilk olarak 26 Eylül 1924’de Çocuk Hakları Cenevre Bildirgesi’ni kabul etmiştir. Ancak 1939 yılında yeni bir savaş çıkması Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bir süre ertelenmesine neden olmuştur. 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi’nde çocukların hak ve özgürlüklerine yeterince değinilmediği için çocukların özel durumları ve özel korunma ihtiyaçları nedeniyle çocuklara özgü ayrı bir belge hazırlama çalışmaları başlatılmıştır. 20 Kasım 1959 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 78 ülkenin temsilcilerinin katıldığı genel oturumda Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni oybirliğiyle kabul etmiştir. Geçen otuz yıllık süre içinde üye ülkeler açısından bağlayıcı olan yeni bir uluslararası metnin hazırlanması gerekli görülmüş ve yapılan çalışmalar sonucunda 20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Hakları Sözleşmesini oy birliği ile kabul etmiştir. 28 Ocak 1990 tarihinde imzaya açılan Sözleşme, aynı gün 61 ülke tarafından imzalanmıştır. 2 Eylül 1990’da 20 ülke tarafından onaylanarak uluslararası bir yasa gücüyle yürürlüğe girmiştir. 14 Şubat 1990 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda onaylanan Sözleşme 9 Aralık 1994 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmıştır. Çocuk Hakları Sözleşmesi 27 Ocak 1995 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak 4058 sayılı yasa ile iç hukuk kuralına dönüşmüş ve Türkiye’de de uygulanmaya başlanmıştır (1,2).
Çocukların refahı alanında, çocukların yaşatılması, korunması ve geliştirilmesi açılarından yeni yaklaşımlar ve standartlar getiren Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukların yetiştirilmesinde toplumun, devletin ve ailenin sorumluluklarını, yeni ilke ve standartlarla açıklamaktadır. Bu ilke ve standartlarla "nitelikli insan"ın yetiştirilmesi temel hedef olarak belirlemiştir. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde çocuğun sağlığı, gelişimi, eğitimi ve katılımı temel konular olarak ele alınmaktadır. Temel konular çerçevesinde çocuk ihmal ve istismarı önemli yer tutmaktadır. Türkiye’de oldukça yaygın olan çocuk ihmal ve istismarının çocuk hakları açısından incelenmesi önemlidir (3).
Çocuk İhmal ve İstismarına İlişkin Maddeler
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 19, 34 ve 39’uncu maddeleri çocuk istismarı, ihmali ve önlenmesiyle ilgilidir. Sözleşmenin 19’uncu maddesine göre çocuğun yetiştirilmesinden sorumlu olanlar, bu haklarını çocuklara zarar verecek şekilde kullanamazlar. Devlet çocuğu anne-babanın ya da çocuğun bakımından sorumlu başka kişilerin her türlü kötü muamelesinden korumak, çocuğun istismarını önlemek ve bu tür davranışlara maruz kalan çocukların tedavisini amaçlayan sosyal programlar hazırlamakla yükümlüdür. Sözleşmenin 39’uncu maddesi, silahlı çatışma mağduru olan çocukların bedensel ve ruhsal sağlığının korunmaları veya buna yeniden kavuşmaları ve toplumla bütünleşebilmelerini sağlamaları için taraf devletlerin uygun önlemler almaları gerektiğini vurgulamaktadır. Taraf devletlerin silahlı çatışma, işkence, ihmal, kötü muamele ve sömürü mağduru çocukların sağlıklarına kavuşturulmaları ve toplumla bütünleşmelerini sağlamak amacıyla uygun önlemleri almakla yükümlü oldukları belirtilmektedir. Şiddete maruz kalmış çocukların rehabilitasyonunu bu madde irdelemektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34’üncü maddesi de cinsel istismarla ilgili olup bu maddede fuhuş ve pornografi dahil, çocuğu cinsel istismar ve sömürüden korumak konu edilmektedir. Çocuğun cinsel istismardan da korunması çok önemli bir konudur (4).
Çocuk İhmal ve İstismarı
Çocuk ihmal ve istismarı kapsamlı bir olgu olmasına karşın çocuğa yönelik istismar kapsamında fiziksel istismar ön plana çıkmaktadır. Aral (1997) yaptığı çalışmada çocukların % 65.72’sinin anne ya da babası tarafından fiziksel istismar edildiklerini belirlemiştir (5).
Çocuk ihmali genelde ailenin, ilgili kurumların ya da devletin çocuğa karşı en temel sorumluluklarını yerine getirmemesi şeklinde tanımlanabilir. Bir bütün olarak toplum, kurumlar ve bireyler tarafından geliştirilen ihmal davranışı, çocukların eşit hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılması sonucunda onların en üst düzeyde gelişimlerini engelleyici davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuğun bakım ve beslenme gereksinimlerinin yeterince karşılanmaması gerekli tıbbi müdahalelerin yapılmaması, anne baba olarak çocuğa karşı danışmanlık görevinin yeterince yerine getirilmemesi ve çocuğun tek başına bırakılması ihmal davranışına örnek olarak verilebilir.
Aktif bir olgu olarak nitelendirilen istismar ise anne, baba ya da bakıcının çocuğa zarar vermesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuk istismarı istem dahilinde fiziksel zarar verme, çocuğun kötü beslenmesine yol açma, cinsel istismar, çıkar için kullanma, bundan da öte çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı her türlü faaliyette bulunmayı içermektedir (6, 7).
İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmal ve istismarı, çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı olan fiziksel, duygusal ve cinsel ihmal ve istismarı içermektedir. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça zordur.
Yakın kişilerin çocuğun gelişimine sürekli zarar veren hareketleri sonucu çocuğa sosyal olarak mevcut kaynakların sağlanmaması, bunlardan yoksun bırakılması fiziksel ihmal olarak tanımlanabilir. İstismar türleri içinde tanımlanması ve belirlenmesi en kolay olan fiziksel istismar ise çocuğun kaza dışı hasar görmesi ya da fiziksel olarak cezalandırılması olarak ifade edilmektedir (8, 9). Fiziksel istismar vakalarında; kafatasının altında dövülme sonrası oluşan iç kanamalar sigaradan oluşan yanık izleri, kısmen kapanmış kırıklar, çürükler, morarmalar ve buna benzer kazara olmayan yaralanmalar tespit edilmiştir. Çocuk ölümlerine neden olan hamilelikte annenin aşırı alkol ve uyuşturucu kullanması ve çocukların kasten öldürülmeleri, yakılmaları ve zehirlenmeleri gibi fiziksel istismar vakalarına da rastlanmaktadır (10,11).
Çocukların cinsel sömürüye karşı korunmaması ve ilgisiz kalınması, cinsel gelişime gereken önemin verilmemesi cinsel ihmal olarak ifade edilmektedir (12). Cinsel istismar, cinsel doyum için çocuğu kullanmak ya da bir başkasının çocuğu bu amaçla kullanmasına izin vermektir. Bir yetişkinin cinsel haz duymak amacıyla çocuğun cinsel organlarını okşaması, tecavüz etmesi, teşhircilik yapması, çocuğu pornografi aracı olarak kullanması şeklinde tanımlanabilen cinsel istismar, cinsel doyumu çocuklarla ilişkide arayan cinsel açıdan yetersiz kişilerce başvurulan bir suç çeşidi sayılmaktadır (13, 14). Toplumca kabul edilmeyen ve duygusal açıdan en yoğun yaşanan cinsel istismar türünün, aile içinde ya da çocukla kan bağı olan kişiler arasında olduğu da bilinen bir gerçektir. Ancak bu tür vakaların belirlenmesi oldukça güçtür. Yapılan araştırmalar cinsel tacizin en çok üç-beş yaşlar arasında yaygın olduğunu ortaya koymuştur (15, 16).
Çocuğun sevilmemesi, ihtiyacı olan duygusal ilgi ve yakınlığın ona gösterilmemesi duygusal ihmal olarak kabul edilmektedir.
Duygusal istismar ise tek başına görülebildiği gibi fiziksel ve cinsel istismarla birlikte de görülmektedir. Ebeveynlerin ya da çevredeki diğer yetişkinlerin çocuğun yeteneklerinin üzerinde istek ve beklentiler içinde olmaları ve saldırganca davranmaları anlamına gelen duygusal istismarın izleri yaşam boyunca kendini gösterebilmektedir. Anne-babası tarafından sürekli eleştirilen, aşağılanan, sevgi ve ilgi ihtiyacı yeterince karşılanamayan çocuklar, pasif kişilik özelliklerine sahip, kendine güveni olmayan ve anti sosyal davranışlar gösteren kişiler olarak tanımlanmaktadır. Bunların yanısıra duygusal istismar, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu çocuklarda normal zihinsel kapasite olmasına rağmen, öğrenme güçlüğü ve dikkat dağınıklığı gibi sorunlar görülmektedir. Dolayısıyla duygusal istismar çocuğun hem kişiliği hem de başarısını olumsuz yönde etkilemektedir (17,18).
Çocuk ihmal ve istismarı ailenin yaşam stresiyle ilgili olup ailedeki ekonomik ve sosyal stresler, ihmal ve istismara yol açabilir. Çocuğun ihmal ve istismar edilmesine neden olan faktörleri iç ve dış stres faktörleri olarak gruplamak mümkündür (19). Dış stres faktörleri; bazı ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel özellikler ailede sıkıntı yaratarak çocuğun ihmal ve istismarına yol açabilir. Ekonomik yetersizlik aile için en önemli stres kaynaklarından biri olup yoksulluk, işsizlik, borçlanma şeklinde kendini gösterebilir. Aynı zamanda iyi beslenememe, yetersiz ev koşulları, sağlıksızlık gibi sorunları da beraberinde getirebilir. İç stres faktörleri ise anne-babanın kişilik yapısı, çocuğun özellikleri ve çevreye bağlı olarak çocuktan gereğinden fazla istekte bulunulması şeklinde gruplandırılabilir (20, 21, 22, 23).
Anne-baba yoksunluğu ise ayrı bir iç stres faktörü olarak ele alınabilir. Ölüm, boşanma veya ayrı bir yerde çalışma nedeniyle parçalanmış aileler, çocuk istismarında önemli bir risk grubunu oluşturmaktadır. Anne-baba tarafından ihmal ve istismar edilme, anne-baba arasındaki şiddete tanık olma, parçalanmış aileden gelme veya çeşitli aile sorunlarının çocukta yarattığı duygular çocuğun yaşam biçimini ve ilişkilerini önemli ölçüde etkileyerek çocuğun bunları öğrenerek taklit etmesine, dolayısıyla istismarcı bir kişilik kazanmasına neden olabilir (24, 25).
Açıkça görülmektedir ki, çocuğun ihmal ve istismar edilmesi onun kişiliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Kişiliği olumsuz yönde etkilenen çocukların geleceği de tehlike altına girmektedir. Bu nedenle, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak acil önlemlerin alınması gerekmektedir.
Sonuç ve Öneriler
Sonuç olarak Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 19, 34 ve 39’uncu maddelerinde de görüldüğü gibi Devlet çocuğu ana babanın ya da çocuğun bakımından sorumlu başka kişilerin her türlü kötü davranışından korumalı, çocuk ihmal ve istismarını önlemeli ve bu tür davranışlarla karşı karşıya bulunan çocukların tedavisini amaçlayan programlar hazırlamalıdır. Bununla birlikte Devlet, yasal düzeyde önlem almasının yanısıra aileleri, çocuk gelişimi ve psikolojisi konularında da bilinçlendirmelidir. Bunun için televizyon, gazete, radyo gibi kitle iletişim araçlarından yararlanılarak konunun önemi anlatılabilir, dolayısıyla davranış değiştirme yönünde ailelere rehberlik yapılıp kısa çözüm önerileri getirilebilir.
Kriz ve problem durumunda ailelerin kolaylıkla yardım alabilecekleri "aile danışma merkezleri" veya bu yönde hizmet verecek "telefon hattı" kurulabilir.
Doğumdan itibaren risk grubu aileler belirlenerek bunlara çocuk gelişimi ve psikolojisi konularında hizmet götürebilir.
Çocuğun ruh sağlığının onun yaşamı ve kişiliği üzerinde çok önemli etkisi olduğu düşünülerek "koruyucu aile hizmetleri" yaygınlaştırılabilir.
Ayrıca basının da çocuk haklarını savunma konusunda büyük etkileri olduğu unutulmamalıdır. Çocuk haklarının çiğnendiği kurumların çarpıcı bir şekilde sergilenmesi ile kamuoyu uyanık tutularak bu sorunun sürekli gündemde kalması sağlanabilir.
Türkiye’de "ana-baba okulu", "evliliğe hazırlık" gibi herkesin katılabileceği kurslar açılarak evliliğe veya çocuk sahibi olmaya hazırlanan çiftlere rehberlik yapılmalıdır.
Kendine güvenli, saygılı ve her zaman kendini aşmayı hedeflemiş bireyler yetiştirebilmek için onların haklarına doğdukları andan itibaren saygı gösterilmeli ve bu konuda etkili bir mücadele için güç birliği yapılmalıdır.
(*) Ankara Üniversitesi Ev Ekonomisi Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı
(1) İbrahim Cılga, "Türkiye’de Çocuk Hakları, Çalışmaları", Cumhuriyet ve Çocuk. 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi, Ankara Üniversitesi Basımevi. Ankara, 506-516, 1999.
(3) Oğuz Polat, "Tıbbi Açıdan Çocuk Hakları ve Çocuk İstismarı", Cumhuriyet ve Çocuk. 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 517-533, 1999.
(4) Oğuz Polat, "İstanbul ve Türkiye Genelinde Güç Koşullardaki Çocuklar Açısından Çocuk Haklarının Durumu", 1. İstanbul Çocuk Kurultayı Bildiriler Kitabı. Umut Matbaası, İstanbul, 15-36, 2000.
(5) Neriman Aral, Fiziksel İstismar ve Çocuk, Tekışık Veb Ofset Tesisleri, Ankara, 1997.
(6) A. Fogel, ve G. F. Melson, Child Development Individual, Family and Society, St Paul, 1988.
(7) Margaret Lynch, Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocuk İstismarı ve İhmali. Çocukların Kötü Muameleden Korunması I. Ulusal Kongresi, Gözde Repro Ofset, Ankara, 37-44, 1991.
(8) Nesrin Koşar, Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refah Alanı, Yargıçoğlu Matbaası, Ankara, 1989.
(9) Şule Bilir, Meziyet Arı, Necate Dönmez ve Sibel Güneysu, "4-12 Yaşları Arasında 16.100 Çocukta Örselenme Durumları ile İlgili Bir İnceleme", Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların Kötü Muameleden Korunması I. Ulusal Kongresi, Gözde Repro Ofset, Ankara, 45-53, 1991.
(10) K.S. Berger, The Developing Person Through The Life Span, Second Edition. Worth Publishers, New York, 1988.
(11) Sezen Zeytinoğlu ve Şeyda Kozcu, "Fiziksel Çocuk İstismarı Konusunda Bir Araştırma", Aile Yazıları 3., Birey Kişilik ve Toplum. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Bilim Serisi: 5/3, Devran Matbaası, Ankara, 391-398, 1990.
(12) Şule Bilir vd, a.g.e.
(13) L. Kutchinsky, "Socialization Goals and Mother Child Interaction: Strategies for Long Term and Comparance". Developmental Psychology, 20(6): 1061-1073, 1981.
(14) Sevil Atauz, "Kitle İletişim Araçlarında Çocuk İstismarı ve İhmali", Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların Kötü Muameleden Korunması I. Ulusal Kongresi, Gözde Repro Ofset, Ankara, 233-243, 1991.
(15) Şeyda Kozcu, Çocuk İstismarı ve İhmali. Aile Yazıları 3., Birey Kişilik ve Toplum. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Bilim Serisi: 5/3, Devran Matbaası, Ankara, 379-390, 1990.
(16) E.D. Jones ve R. Mccurdy, "The Link Between Types of Maltreatment and Demographic Characterictics of Children", Child Abuse and Neglect, 16(2): 201-215, 1992.
(17) Fatoş Erkman, "Çocukların Duygusal Ezimi", Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların Kötü Muameleden Korunması I. Ulusal Kongresi, Gözde Repro Ofset, Ankara, 163-170, 1991.
(18) Mine Mangır ve Figen Başar, Fiziksel İstismara Uğramış On Yaş Grubu Alt Sosyo-Ekonomik Düzey Çocuklarının Özsaygı Düzeylerini Etkileyen Bazı Faktörlerin İncelenmesi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları: 1311, Bilimsel Araştırma ve İncelemeler: 724, Ankara, 1993.
(19) Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı-Psikolojinin Temel Kavramları, 2. Basım. Remzi Kitapevi, İstanbul, 1991.
(20) A. Fogel, ve G. F. Melson, a.g.e..
(21) Margaret Lynch, a.g.e.
(22) Işıl Bulut, Genç Anne ve Çocuk İstismarı, Bizim Büro, Ankara, 1996.
(23) Özcan Kars, Çocuk İstismarı: Nedenleri ve Sonuçları, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 1996.
(24) Işıl Bulut, a.g.e.
(25) Mine Mangır, Neriman Aral, Gelengül Haktanır, Gülen Baran, Figen Başar ve Aysel Köksal, Fiziksel İstismara Uğrayan ve Uğramayan Çocukların Bazı Kişilik Özellikleri ile Ana-Baba Tutumlarını Algılayış Biçimleri Üzerine Bir Araştırma, Çankaya Rotary Kulübü. Çocuk İhmalini ve İstismarını Önleme Projesi Kapsamında Bilimsel Bir Araştırma, Ankara, 1995
Çocuk Eğitiminin Önemi (Ehemmiyet-i Terbiye-i Sıbyan) Mehmet Tahir Münif Paşa (*)
Doç. Dr. İsmail DOĞAN (*)
Yazan : Mehmet Tahir Münif Paşa* Osmanlıca’dan Türkçe’ye aktaran : Doç. Dr. İsmail Doğan*
Açıklama :
Bu makale kısaca Münif Paşa olarak şöhret bulan Mehmet Tahir Münif Efendi’ye aittir. Münif Paşa Tanzimat döneminin önde gelen bilim, kültür ve siyaset adamıdır. Makalenin yayımlandığı dergi yazarın editörlüğünü yaptığı ve kültürümüzde ilk popüler bilim dergisi olarak nitelen Mecmua-i Fünûn’dur. Başta bu dergi olmak üzere yayınında katkıda bulunduğu diğer dergi ve gazetelerde yazar ağırlıklı olarak eğitim konusunu işlemiştir. Onun yazı planında eğitime verdiği bu önem nedeniyle Münif Paşa Batılılaşmanın eğitim kanadında yer alan önemli bir Osmanlı aydını olarak kabul edilir. Çünkü sadece yazı ve düşünceleriyle değil, Eğitim Bakanlığı yapmış olması nedeniyle Türk eğitimine icraat katma şansını da elde etmiştir.
Bu makalesinde yazar çocuğun topluma hazırlanması (sosyalleşmesi) konusunda toplumun ve ait olduğu kültürün sorunları ve sınırlıklarını Batı ile mukayeseli olarak irdelemektedir. Batının çocuk eğitimine ve çocuğun sosyaleşmesine verdiği öneme karşılık Osmanlı toplumunun bilinen ve görünenin aksine fazla önem vermediği öne sürülürken konu somut örneklerle desteklenmektedir. Ancak bu makalenin temel felsefesi çocuğu ve çocukluğu bu makaleden yaklaşık 150 yıl sonra kaleme alınan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak en büyük insanlık değeri olarak takdim etmesidir. Yazara göre çocuk her türlü önceliğe ve iyiliğe uygun bir varlıktır. Bu yüzden çocuğa dayak ve fiziksel tâciz onun maddî varlığından çok manevî varlığında, ruhunda onarılamaz yaralar açmaktadır. Onun bu çalışması son derece özgün bir pedagojik analiz olarak kabul edilebilir. "Çocuk Eğitiminin Önemi" başlıklı bu makale büyük ölçüde sadeleştirilerek aşağıda sunulmaktadır.
Münif Paşa doktora çalışmamızın önemli bir ayağıdır. Onun eğitim, batılılaşma, kültür ve siyaset konularındaki diğer görüşleri için sözkonusu çalışma ve buna bağlı olarak hazırlanan diğer çalışmalarımıza bakılabilir(1) .
EHEMMİYET-İ TERBİYE-İ SIBYÂN
Bir şeyin bozukluğu bilinmedikçe düzeltilmesi düşünülemeyeceği gibi, bir kimsenin cehaletini itiraf etmedikçe bilim öğrenmeye başlamayacağı da kesin bir gerçektir. Olgunluğu ve iyi bir konuma ulaştıracak araçları kazanmak isteyenler öncelikle kendi noksan ve kusurlarını araştırırlar. Fakat çoğunlukla insan çocukluktan beri alıştığı âdet ve ahlâkın güzel ve çirkin taraflarını ayırt etmekten âciz olduğundan reşit olmuş kimseler bu durumun gerçeği gizleyen bir nitelikte olduğunu bilerek, bu bağlamda diğerlerinin iyiliksever uyarılarını garaz ve hakarete hamletmeyip, gerçek bir söz kimin lisanından çıkarsa çıksın, ‘söyleyene bakma, söylenene bak’ kuralınca, söyleyene bakmayarak söylenilene dikkat ve itibar ederler.
Şimdi memleketimizde medeniyet eserlerinin gereği gibi ilerlemesine ve halk arasında servet ve mutluluk araçlarının artmasına engel bazı özür ve sebepler mevcut olup, vatanın gerçek menfaatlerine vâkıf olanlar buna teessüf gözüyle bakmakta iseler de, halkın çoğunluğu bundan gâfil ve mücerred "biz atalarımızdan böyle gördük"* sözü ile davrandığından, belirtilen sebeplerin ne çeşit şeyler olduğuna ve bunların devamının kamu yararına ne derece zararlı ve vahim bulunduğuna dair hemencecik akla gelen bazı hususların burada arz ve açıklanmasına cesaret edilecektir. Vatanseverlik ve insaf gibi vasıflarla donanmış olan kişilerin, bu çerçevede hâlis niyetimizden şüphe etmeyerek, âcizâne uyarılarımızın insaf ve dikkat gözü ile mütâlaâsına rağbet etmelerini ve bir hatası görüldüğünde bağışlamalarını tam bir alçak gönüllülük ve dua ile temenni ve niyaz ederiz.
Çeşm-i insaf gibi ârife mîzân olmaz.
Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz.
Türkün bekâsı yüce hikmetine bağlı olarak, diğer bütün hayvanlar gibi, insan evlât (çocuklar) ve soyunun bedensel ihtiyaçlarının giderilmesine doğası gereği eğilim gösterdiğinden, ruhsal ihtiyaçlarının üretilmesine (istihsâline) ise aklen ve dînen yükümlüdür. Bundan dolayı rüşt ve akıl sahibi kişiler, çocuklar ve torunlarının bedenlerinin iyi korunmasına çaba sarf ettikleri kadar, ilim ve edep öğrenmelerine özen göstermeyi en önemli babalık görevi sayarlar. Bu sebeple insan, türünün bekâsı sebeplerinin üretilmesinde hayvan ile ortak olup, ancak soyunun manevî (ruhsal) ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ayırt edilir. Çocuklarının bedenlerinin korunması hakkında anne-babaların gayret ve özenleri her ne kadar uzun sürerse sürsün, yine sınırlı bir sürede olup; ondan sonra çocuklar, kendi çaba ve gayretlerinin semeresi olarak hem kendilerini ve hem de anne-babalardan (ebeveyn) mazhar olduğu güzel muameleyi icrâ etmek üzere vücûda gelecek çocuklarını beslemeye zorunlu olacağından, işte o gün geldiğinde çocuklarının düşkünlük ve yoksulluğa düşmesini istemeyenler, onlara vaktiyle ilim ve ma’rifet veya bir iş ve sanat öğretmeyi en önemli iş sayarlar. Ve işte bu ilim ve sanat, zaman ve durum gereği bazı kere çocuğun yetenek ve hevesine göre seçilir.
Fakat bir çocuk her ne mesleğe yönelecek olursa olsun, öncelikle kendi dilini kolaylıkla okuyup yazacak, alış verişini kalem ile hesap edecek kadar yazı sanatını öğrendikten sonra, gireceği mesleğe göre gerekli olan fenleri (fünûnu) öğrenmesi gerekmektedir. Bu ilkeye uyulmadıkça hiç bir meslek ve sanatta maharet kazanmak mümkün olmaz. Genellikle sanıldığı gibi ilim ve sanat ayrı şeyler olmayıp gerçekte aralarında kuvvetli bir ilişki ve bağ bulunmaktadır. Bilimlerin sanata belirgin katkı ve yardımı olup, örneğin dülgerlik, duvarcılık ve boyacılık ve hatta en sade görünen fırıncılık ve aşçılık sanatları bilimsel kurallara dayalıdır. Her ne kadar pek çok sanat mensubu kendilerine gerekli olan fenlerden habersiz oldukları hâlde sanatlarını icra ederlerse de böyleleri papağan ve diğer bazı taklitçi hayvanların konuşma ve raks etme ve diğer hareketleri öğrenmesi kabilinden olarak yaptıkları şeylerin esas ve hikmetini bilmezler ve hemen ustalarından gördüklerini yapıp, sanatlarının ıslâhına gücü yetmek şöyle dursun, böyle bir terakkinin (gelişme ve ilerlemenin) imkânı hayallerine bile gelmez. İşte bizim taraflarda (bizim ülkemizde) meslek ve sanayiin ilerlememesine dahi sebep olup, bir çok sanayi için zorunlu olan kimya ve fizik bilimi ve resim ve mühendislik ve mekanik gibi bilimlerin temel konuları öğrenilmedikçe, memleketimizde sanayimiz, karşı karşıya kaldığı durgunluk durumundan kurtarılması mümkün olamaz. Komşumuz olan Avrupalılar sanayii ve maaarifte (eğitimde) yüksek bir dereceye varmış iken, bizim bilimsiz, şu durgunluk hâlinde bile kalmamız kabil olmayıp gittikçe gerileyeceğimiz açıktır. Çünkü Avrupalılar bilim ve fen sayesinde icat ve kullanımına ulaştıkları âlet ve edevât vasıtasıyla ürünlerini en kolay şekilde ve en ucuz fiyata çıkararak bu tarafa nakil edip sattıklarından bizim sanayii kesiminin eski yöntem üzere yalnız el ile imal eyledikleri emtia doğal olarak pahalı geleceğinden, Avrupa ürünleriyle rekabet edemeyerek, şu hâlde şimdiye kadar kötü ettikleri pek şeyde görüldüğü gibi, sonunda Osmanlı ülkesinde, sanayiin hemen bütünüyle yok olmasına sebep olacağı açık bir biçimde ortadadır.
Bundan amacımız bir memleket halkı kendisine gerekli olan eşyanın tamamını bizzat imal ve tahsil ederek başka memlekete muhtaç olmamalıdır demek değildir. Önceleri henüz bir ön tecrübe geçirilmeden Avrupa’da dahi bu fikirlere yönelinmiş ise de sonraları bilirkişiler düzeyinde (erbâbı indinde) geçersizliği ortaya çıkmış olduğundan bu konuda ısrar etmeyiz. Osmanlı ülkesinin topraklarının genişliği ve verimliliği açısından, her şeyden önce tarımın genişletilip yaygınlaştırılmasına çaba ve özen gösterilmesinin daha hayırlı olacağı bilinmekte ise de, Avrupalılara oranla köylü düzeyinde kalmamak için fen ve sanatların tümüyle ihmaliyle yok olacağına aldırmamaktan doğan bir çok zararlardan sarf-ı nazar, milli namusa dokunur şeylerdendir. Her ne ise bunlar başkaca söz konusu olunacak sorunlardan olup sadedimizden hariç bulunduğundan bu boyutta ayrıntısına girişmek gerekmektedir.
Bu girişten açıkça anlaşıldığı gibi, bugün yalnız devlet memuriyetinde bulunmak için değil, hangi meslek ve sanata yönelmek amaçlanmış olursa olsun, herkes hâl ve mevkiinin uygunluğuna ve seçilecek mesleğe göre çocuklarının eğitim ve öğretimine çaba ve itibar etmelidir. İşte bu eğitimin de biraz okuma yazma öğrenmekten ibaret olması günümüzde yeterli olmayıp, kitâbetin (yazının) mücerret tahsiline vesile olduğu fen ve maariften herkesin kendi hâline göre hissedâr olması gerekmektedir.
Çünkü insanın nutk ve ve iradesi nedeniyle, diğer hayvanlar gibi yaşama şekli bir derecede kalmayıp, daima terakkiye (gelişme ve ilerlemeye) eğilimli ve yetenekli olduğundan, Eflatun’un "çocuğunu kendi terbiyen üzere eğitme. Çünkü o, senin yaşadığın devir dışındaki bir devirde yaşamak için yaratılmıştır" şeklindeki Felsefî sözleri gereğince, çocuklar pederleri (babaları) zamanının dışındaki bir zamanda yaşamak için yaratılmış oldukları cihetle, babalar onların eğitim ve öğretimlerini vaktiyle kendilerinin tahsil ettikleri derecede bırakmayarak belki bulunacakları(yaşayacakları) devre uygun ve eğilimli olan hususları öğrenmeleri gerekmektedir.
Şimdi çağımızda insanların çoğu bu hususun ehemmiyet derecesini ve çocuk eğitiminin bir ülkenin servet ve mutluluk ile güç ve kuvvetinin temel dayanağı olduğunu gereği gibi anlamayarak eğitim alanının genişletilmesine gerek görmemeleri üzüntü verici bir durumdur. Bugün yürürlükte olan eğitim yönteminin de çocukların zihin ve kavrayışına uygun olmadığı bilinmekte olup, sarf ve nahiv ve mantık ve meâni ismiyle öğrencinin "öğrendim" ve öğretmenin ise "öğrettim" diyerek memnun oldukları ve onur duydukları şeyler, çocuğun tam anlamını ve kullanış şeklini ve hatta ne amaçla olduğunu bilmeden, yalnız papağan gibi telâffuz ettiği bir takım kurallardan ve terimlerden ibarettir. Çocuklar, belirtilen ilimleri okumayıp, öğrenmekten maksat olan Arapçanın mahiyetinden habersiz olduğu hâlde, onun ilâl, irâb ve emsâli dakîk (ince) kurallarını ve felsefesini nasıl kavrayabilir? Ve henüz en sade ibareyi anlayıp kurmaya gücü yok iken, fesâhat ve belâğat üzere merâmını anlatma usûlünü öğrenmekten ne istifade edebilir acaba? Çocuk eğitimi ile uğraşan öğretmenlerin hangisi öğrettiği Arapça’nın kurallarını ve mantığını sözlü veya yazılı olarak icraya muktedirdir? Böylesi eğitimin, çocukların zihnini karıştırıp yormaktan başka bir semeresi olmayıp, eğitim için gerekli olan sermaye elde edildikten sonra tekrar olunur ise, ancak o zaman yararının görüldüğü, başımızdan geçen ve tecrübe ettiğimiz durumlardandır. Hatta adı geçen ilimler gereği gibi öğrenilse bile, bunlar gerekli olan kültürel ihtiyaçların karşılanmasına alet olacağından, asıl maksat olan yararlı fenleri tahsile çalıştırılmaları en önemli işlerdendir.
Dünya ve âhirette mutluluk sermayeleri olacak olan bunun gibi önemli bir işin (eğitim ve öğretimin) iyi bir biçimde gerçekleştirilmesi her türlü fedakarlık tercihini gerekli kılarken, bazı babalar çocukların doğum, sünnet ya da genellikle vakti gelmeksizin evlenmeleri vesilesiyle büyük masraflar yapıp, eğitim işine gelince bedâva olmasını veyahut cüzî masrafla geçiştirilmesini isterler. Gerçekte bu tür bir iki günlük havâyî (boş) şeylere o kadar masraf edip külfete katlanıp da eğitim ve öğretim (talim ve terbiye) işinin hiçe sayılması ne derece ahmaklık ve cehalet olacağı izaha muhtaç değildir.
Avrupa’da çocukların terbiyesine fazlasıyla itina olunup bu hususta herkes gücü yettiğince çaba harcamayı babalık görevi bildiğinden, bir adamın çocuğu dünyaya geldiğinde her şeyden önce öğretim masraflarını düşünür. Çocuk bir zaman baba ve annesinin bulunduğu yerde okula devam ile, başlangıç bilimlerini tamamladıktan sonra , büyük üniversiteleri bulunan uzak yerlere göndererek oralarda eğitim ve yaşamaları için gerekli olan büyük masrafları anne babaları üstlenirler. Hâli vakti yerinden olanlar, çocuklarını derslerini tamamladıktan sonra diğer memleketlerin ahvâlini ve halkının usûl, ahlâk ve âdetlerini bizzat görerek tanımaları için uzak yerlere gönderirler.
Çocuklar, çocukluk durumu gereği ilim ve ma’rifetin lüzum ve önemini anlayamayarak oyun ve eğlence ile uğraşmaya heves ettikleri hâlde, ebeveyni ya da velileri bazen yumuşak bir biçimde ve bazen de sertlik göstererek, ilim ve edep tahsiline çalıştırdıkları gibi, basiret gözleri açık olan (geleceği gören) devletler de halkları hakkında çocuk muamelesi yaparak, sözü edilen konuda her türlü kolaylık vesilelerini ve teşvik unsurlarını yerine getirerek ve hatta bazen Almanya devletleri yedi yaşına varmış gerek kız ve gerek erkek çocuklarını okula göndermeyen babaları cezalandırarak, ilim ve ma’rifet "
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.