Ülkemde evler düşünüyorum. Nerde, nasıl, kaç odalı olduğu önemli değil. Duygusallık dolu, huzur veren, sıcacık bir ortam olsun, yeter. Huzurla gülümsesin eşyalar; perdeler sevinçle açılsın, romantizmle kapansın.
Artık ekranlarda bile boy gösteren anlaşmazlıkların yaşandığı, işkence mekânlarının yok olmasını istiyorum. İşte o zaman, ülkemin mutluluk dolu altın çağını yaşayacağına inanıyorum.
Bir oda, bir mutfaktan ibaret de olabilir. İki sedir yeter. Somya olsa da olur. Bir masa, dört sandalye, bir kitaplık, bir çalışma masası, bir gardırop… Aslında, çok eşya kullanmaz, insanlar. Fakat nedense, evi tıklım tıklım doldurmadan edemezler. Hele misafir odalarında; koltuklar, kanepeler oturur. Sonra da içinde, yaşayacak bir yer bulamazlar. Sıkışıp, kalırlar. Boğulduklarını hissederek, kendilerini dışarıya atmadan rahatlayamazlar. Lüzumlu lüzumsuz herkesle doldurdukları hayatları gibi, huzursuz hale gelir, yuvaları da.
Sabahları neşeyle, hızla aralansın, perdeler. Gün ışığı dolsun içeri, müzik sesinin yanı sıra. Gülümseyerek uyananların etkisiyle gülümsesin, eşyalar, duvarlar, kapılar… Kapı kolları, musluk başları, çaydanlık kulpları, bardak belleri, çatallar, giysiler… Her şey nasibini alsın, okşanmadan yana. Gün boyu, avuçların sıcaklığını saklasın, akşam eve dönülünce, iade etsin, gülümseyerek
Vücut diliyle anlaşır olsun insanlar. Şiirlerle konuşur olsun. Bakışarak sevişir olsun. Ohhh! ..la dolsun, evin içi, dışına yayılsın. Ohhh! .. desin komşular, sokak, mahalle, şehir! .. Ülkem “Ohhh! ..” desin! .. Ah! ..lar, mezarlıkların duvarları içine hapsedilsin, “Keşke…” lerle birlikte! ..
Her gün, bir aşk masalı tadında yaşansın. Her gece, farklı bir öykü yazılsın, iyilik, güzellik, mutluluk, sevgi ve aşk içerikli. Sevme sanatını anlatan yazılar, şiirler, romanlar yazılsın. İbadetler yapılsın, tadına doyulmayan. Sabahlara kadar uyutmayan ibadetler… Nur insin, taaa İlliyyın’dan. Yer-gök, meleklerle dolsun. Bir tek Müheyminil kalmasın, inmedik! .. Öylesine açılsın, öylesine açılsın ki yüreklerimiz; tüm insanlar, melekler, iyi niyetli cinler, en önemlisi; Rabb’imiz sığsın, içine! .. O hazzı düşünün! ..
Bir kişinin sevgisiyle, ılık ılık, hoş bir duyguyla sancıyan yüreğindeki hazzı, bahsettiklerimin adedince çarpın, bir de Allah’ın sevgisinin yarattığı etkiyi toplayın ve düşünün! ..
Nedir, mutluluk? Sadece, iki karşı cinsin yaşadıklarıyla sınırlı, sevgi özetli, aşk temalı, basit bir duygu mu? O zaman siz hiç mutlu olmamışsınız, demektir. Bahsettiğim hazzı yaşamadan ölmeyin! .. Aksi halde, cennetin sekizinci katındayken dahi, pişmanlık duyarsınız. Çünkü; en güzel makam, kulluk makamıdır. Aile, ev, sevgi ve huzur ortamı, bu makama ulaşabilmek için gerekli mekan ve paylaşımdan başka bir şey değildir.
İşte, insanların başarılı evlilikler yapamamalarının başlıca sebebi; amaçların kul sevgisi ve aşkla sınırlı kalmasındandır.
İnsanların bir araya gelme sebebi; elele, Rabb’lerine doğru yürümek olmalı! .. Biri, diğerini örterek, koruyarak, severek, tüm sevgileri toplayıp, çarpıp, aynı yere kanalize ederek, açılan yüreklere, her gün biraz daha sevgi dolup, aşk sarhoşu olarak, Mevlana’ca, Yunus’ça yaşamak, aşkı; onlar gibi söylemek, yazmak, anlatmak olmalı, amaçlar. Yoksa, bir araya gelinmesin, hiç! .. Bu yola çıkanlar, geriye dönmez. Dönmektense, ölmeyi tercih eder. Engel olacak kim varsa, şeytanın safına gönderilmeli. Çünkü; o insanların, İblis’ten farkı yoktur. Bir hadise göre; şeytan, cinden de olur, insandan da…
İnsanların, böyle bir huzur ve mutluluğu yaşamalarına, kalan ömürler yeter mi? Hiç sanmıyorum. İlahi alemde devam etmesi gerekir. İnsanın yaratılma amacı, budur. Örnek insan Allah Resulü’nün yaşam tarzı da böyleydi. O, aile hayatında, herkesten daha mutluydu.
Mutluluğun doruğunun nerede ve nasıl olması gerektiğini anladığım kadarıyla özetlemeye çalıştım.
İslamiyet; teslimiyettir. Aşk da teslimiyettir. Bir geminin bir kaptanı olur. İki kaptanlı gemi, ortadan ikiye bölünür. Eşler, zaman zaman gemi veya kaptan olmalı. Fakat hep; biri gemi, biri kaptan… Bir gemi, bir kaptan… Dünya, okyanus…