Her gelen Bakan iz bırakma, Milli Eğitime damga vurma hevesindeydi. Ve bu heves öğretmen ve idarecileri şaşkına çeviriyordu.
Programlar değişiyor, yönetmelikler değişiyor. Neden değişiyordu, hangi amaca hizmet ediyordu bunun cevabını bulmak kolay değildi. "Ben yeni müfredat hazırlattım, yeni programı uygulattım" demekle aslında değişim gerçekleşmiyordu. Değişim pedagojik gerekçeleri inandırıcılıktan uzaktı. Ciddi bir program geliştirme çalışması yapılmadan "... ben değiştirdim oldu işte" demek, eğitimi hafife almaktan başka bir şey değildi.
Avrupa'nın uygar bir ülkesinde yaşıyormuşçasına ahkam keserek, onların yaşam tarzlarını örnek kabul edip, Türkiye'nin gerçekleri neden teorik lükslere sürekli feda edildi?
Oysa ülkede ders
kitapları bile çocuklarımıza göre değildi. Uzun cümleler içinde kaybolan anlamlar, çocuğun dili ile kitabın dili arasındaki uyumsuzluğu görmezlikten gelen zihniyet...
Ve:
Doğunun ve güney doğunun köylerinde, 200-300 kelime ile konuşmaya çalışam çocuğun önüne 2000 kelime çeşidini içeren
kitapları koymak neyin nesiydi?
(Arka Kapak)