Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
YÜZYILIN IŞIĞI Mustafa Kemal Roman Hüseyin TURHAL
Ateşten Doğuşun Hikayesi Bu, sadece bir Mareşalin biyografisi değil; bir idealin, bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun romanıdır. Mustafa Kemal. Bir liman şehri olan Selanik’in tozlu sokakları...
16. Bölüm

Birinci Bölüm: Solan İmparatorluk ve Bir Karar

7 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum

“Aziz ve muhterem efendiler, bu hitabım, şanlı bir maziye ve tarihin şahit olduğu en büyük fedakârlıklara sahip olan büyük bir milletin uyanış destanıdır.”
Zifiri Karanlık: Mondros'un Soğuk Nefesi (Ekim 1918)
Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Komutanlığı görevi resmen sonlandığında, kalbinde soğuk bir çelik darbesi hissetti. Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Bu sadece bir ateşkes değildi; Osmanlı İmparatorluğu'nun idam fermanıydı.
Gaziantep (Ayıntab) ve Halep cephelerinde, düşmanın son hamlelerini püskürten bu genç Paşa, ordularını disiplinle geri çekerken, İstanbul'dan gelen emirler, birer birer teslimiyeti dayatıyordu. Silahlar bırakılacak, ordular dağıtılacak, yeraltı kaynakları İtilaf Devletleri’nin keyfine sunulacaktı.
Vatan, lime lime ediliyordu.
Mustafa Kemal, o anlarda, savaş meydanlarında kazandığı onca zaferin, boşa giden bir çığlık olduğunu görmenin acısıyla yandı. Ama aynı anda, zihninde o meşhur Çanakkale direnişinin ateşi yanıyordu: Umutsuzluk yoktu, sadece çözüm vardı.
Hüseyin TURHAL'ın Notu: Mustafa Kemal’in bakış açısı basitti: Devlet teslim olabilir, ancak Millet teslim olamazdı. Devleti kurtarmak imkânsızdı; ama yeni bir devleti kurmak, tek gerçek imkândı.
İşgal Altındaki Payitaht (Kasım 1918)
13 Kasım 1918. Mustafa Kemal, Adana'dan İstanbul'a dönerken, Haydarpaşa Garı'ndan kalkan vapurla Boğaz'a doğru ilerliyordu. Gözleri, denizde gördüğü manzarayla kaskatı kesildi.
İstanbul Boğazı, adeta düşman gemileriyle dolmuş, bir göle dönmüştü. İngiliz, Fransız, İtalyan gemileri... Her biri, birer demir ejderha gibi, İstanbul'un kalbine namlularını çevirmişti. Şehrin semaları, yenilginin ve işgalin kasvetli grisiyle kaplıydı.
Vapur, Karaköy İskelesi'ne yanaşırken, Paşa'nın yanında duran yaveri, acıyla fısıldadı:
— "Geldikleri gibi gidiyorlar Paşam..."
Mustafa Kemal, o meşhur, tok sesiyle ve tarih kitaplarına geçecek o kararlı ifadeyle karşılık verdi:
— "Hayır. Geldikleri gibi gitmeyecekler! Gitmeye mecbur kalacaklar!"
Bu söz, sadece bir umut fısıltısı değildi; yakın geleceğin sarsılmaz bir kehanetiydi.
Sarayda Çaresizlik ve Teklif
İstanbul’da kaldığı altı ay boyunca, Mustafa Kemal, çaresizliğin hüküm sürdüğü politik sahneyi gözlemledi. Sadrazamlar değişiyor, Hükümetler birbiri ardına düşüyor, ama hepsi ortak bir noktada buluşuyordu: İtilaf Devletlerine yaranma çabası.
Paşa, sık sık Padişah Vahdettin ile görüştü. Vahdettin, makamının ve hayatının korkusuyla, kurtuluşu sadece İngilizlerin merhametinde görüyordu.
Bir gün, Padişah, Paşa'yı Mabeyn Köşkü'nde kabul etti.
— "Mustafa Kemal," dedi Padişah, sesi titrek. "Görüyorsun... Durumumuz çok kötü. İngilizler bize ne kadar yardım ederse, o kadar nefes alabiliriz. Sen zeki ve yeteneklisin. Bir yol bul."
Mustafa Kemal, odanın kasvetli ihtişamında dimdik duruyordu. Düşüncesi basitti: Bu çürümüş düzeni içeriden yıkmak gerekiyordu.
O an, tam da o karamsar ortamda, Padişah, Doğu Anadolu'daki kargaşayı (resmi gerekçe: Rum çetelerine karşı çıkan Türk isyanlarını bastırmak) yönetmesi için ona 9. Ordu Kıtaları Müfettişliği görevini teklif etti.
Mustafa Kemal, kalbinden geçen gerçek niyetini gizleyerek, bu görevi bir lütuf gibi kabul etti. Onun için bu görev, bir makam değil, Anadolu'ya açılan bir kapıydı. Ayrılık Vakti: Son Bakış
15 Mayıs 1919. İzmir’in işgal haberi, İstanbul’un işgalinden daha şiddetli bir deprem etkisi yarattı. Yunan askerleri, Anadolu topraklarına ayak basmış, işgal artık somut ve kanlı bir gerçeğe dönüşmüştü.
İzmir'in işgali, Mustafa Kemal'in kararını pekiştirdi: Vakit gelmişti.
Son hazırlıklarını yaparken, İstanbul’dan ayrılma gecesi bir dostu sordu: "Paşam, Anadolu'ya gidiyorsunuz ama İstanbul'un size geri dön emri vermesinden korkmuyor musunuz?"
Mustafa Kemal, sırtını İstanbul'un ışıklarına dönerek gülümsedi.
— "Benim makamım, artık Saray'ın telgraf direklerinin ulaştığı yerde değil. Benim makamım, milletin kalbidir. Onların telgrafları oraya ulaşamaz. Şimdi gidiyorum ve arkama bakmayacağım!"
Birkaç saat sonra, Bandırma Vapuru yola çıkmaya hazırdı. Bu, bir veda değildi; bu, Türk İstiklal Harbi’nin resmi olmayan ilk adımıydı
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL