Anadolu'nun kadim topraklarında, Adıyaman'ın kızıl kayalıkları arasında, yedi göbekten gelen bir sır gizlenir: Şahmaran Bin Musa Ocağı. Bu Ocak, sadece bir şifa kapısı değil; Musa'nın asasının yere dü...
Geri Dönüş ve Güven Aynanın çatlaması, Leyla’nın modern dünya ile mistik dünya arasındaki son köprüsünü de yıktı. Kardeşinin bileğindeki yılan deseninin rengi solmuştu ama saldırının dehşeti her şeyi değiştirmişti. Artık gazetecilik merakı değil, hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ediyordu. İstanbul’da kalamazlardı; büyünün gücü, duvarların arkasından sızıyordu. Leyla, Elif’i yarı uykulu bir halde alıp, aceleyle Adıyaman’a doğru yola çıktı. Bu kez yanlarında kameraman yoktu; onun yaşadığı şok ve korku, onu bu görevden tamamen koparmıştı. Leyla, yolda bal şerbetli sudan yudumlarken, sırtındaki ürpertiyi atmaya çalışıyordu. Ocağa vardıklarında, Hüseyin Hoca onları kapıda bekliyordu. Gözlerinde, Leyla’nın gördüğü şok değil, kadim bir bilginin derinliği vardı. “Ayna çatladı, değil mi?” diye sordu Hoca, sanki olayı bizzat görmüş gibi. “Düğümün çözülmeye başladığını fark edince, karanlık bir yılan hemen saldırmış. Asasın başı yılanlı padişah olan bu Ocağın sırrı, dönüşümdür. Onlar yılanı azgın tutmak ister, biz melek yaparız.” İlmi Havvasın Derinlikleri Hüseyin Hoca, Leyla’yı şifa odasına aldı. Ortada, etrafı Ehlibeyt nuruyla kutsanmış güllerle çevrili, eski bir sandık duruyordu. Sandık, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’dan gelen bilgilerin simgesiydi. "Leyla Hanım, siz İstanbul'dayken ben Cifir, Ebced ve İlmi Havvas’ı kullanarak düşmanınızı buldum," dedi Hoca. Sesi alçak ve ciddiydi. "Düşmanınızın adı değil, unvanı var: 'Kapalı Kısmetlerin Efendisi.'" Leyla şaşkınlıkla dinledi. “Bu kişi, rastgele bir sihirbaz değil. O, Şahmaran Bin Musa Ocağı’nın yedi göbekten gelen soyunun karanlık bir dalından. Bizim Musa Tevrati kadim ilmimizi, Zebur Davud'i şiiri ve İncili Müjde sırlarını bilerek, bunları nefsinin karanlığına çevirdi. O, ocağın dışındaki düşman değil, içindeki yılan oldu.” Hoca, elini sandığın üzerine koydu. "Ocağın sırrı, Yaşam Suyu'ndadır. Biz şifa dağıtırız. O ise bu ilahi enerjiyi, kendine mühürlediği ruhlardan (Elif gibi) çalıyor. Senin kardeşinin kapalı kısmeti, onun kendi gücünü beslediği bir sandıktır. O, bu gücü kullanarak kendi '14 bölümlük romanını' yazmaya çalışıyor; yani bu dünyaya karanlık bir düzen kurmayı hedefliyor." Yaşam Suyu ve Kökleri Kurutma Hüseyin Hoca, düşmanın büyüsünü tamamen söküp atacak ikinci aşama reçeteyi hazırlamaya başladı. “İlk aşama, üzerindeki kirli enerjiyi temizledi. Şimdi, büyünün köklerini kurutmalıyız.” Hoca, masasına, Anadolu desenlerini andıran, ancak her biri Lokman Hekim’e konuştuğu söylenen bitkilerin kurutulmuş yapraklarını koydu. Bunlar, ‘Şifa Ayetleri Cifir ile Yazılı’ olan, özel olarak toplanmış otlardı. "Bu, yaşam suyu ritüeli," dedi. "Bu su, sadece içilmeyecek. Elif’in bileğindeki desene ve vücudunun yedi enerji noktasına 21 gün boyunca sabah akşam sürülecek. Bu, büyünün fiziksel mühürünü tamamen silecek." Hoca, bu suyu hazırlarken, Leyla’ya bir de görev verdi: "Düşman, senin buraya geldiğini biliyor. Ocağın kapısını korumalıyız. Aşık TURHAL’ın dört bir yana dağıttığı ilahi şifayı kesmek için, ocağın bahçesine bir büyülü tılsım gömmüş olabilir. Bu, ocağın enerjisini bloke eden bir tür kara düğümdür. Git ve o düğümü bul!" Ocağın Bahçesindeki Gölge Leyla, elinde demir bir kürek ve Hoca’nın verdiği Allah’ın Arslan’ı figürlü küçük bir muska ile ocağın bahçesine çıktı. Gece yarısıydı ve ay ışığı, gülleri parlatıyordu. "Bahçemizden cennet gülleri var..." dizesini hatırlayarak güllerin yanına yaklaştı. Aniden, toprağın altında bir şeyin varlığını hissetti. Küreği oraya vurduğunda, yumuşak bir dirençle karşılaştı. Toprağı kazdıkça, ortaya küçük, tahta bir heykelcik çıktı. Heykelcik, yedi katmana sarılmış, kurutulmuş yılan derisinden yapılmıştı ve tam ortasında Leyla'nın kız kardeşi Elif’in bir tutam saçı mühürlenmişti. Leyla, bu korkunç nesneyi tutmaya cesaret edemeden donup kaldı. Bu, sadece bir büyü değil, bir tür ruh çalmaydı. Tam o sırada, ocağın yakınındaki ulu bir meşe ağacının gölgesinden, tanıdık bir ses yükseldi: "Çok geç kaldın, gazeteci." Leyla hızla arkasına döndü. Ulu ağacın gölgesinde, yüzü kapalı ama sesi Hüseyin Hoca’ya şaşırtıcı derecede benzeyen, yaşlı, uzun boylu bir figür duruyordu. "O Yaşam Suyu size şifa getirmeyecek. O yedi düğüm çözülse bile, en büyük düğüm benim elimde. Sen ve kardeşin, benim romanımın son bölümlerisiniz!" Leyla, elindeki muskayı sıktı ve arkasındaki Şahmaran Bin Musa Ocağı’na sığınarak bağırdı: "Burada Allah'ın Arslan'ı Konuşan Kur'an var! Senin karanlığın bu Ocağı yıkamaz!" Figür, alaycı bir şekilde güldü ve gölgenin içinde eriyerek kayboldu. Leyla, titreyerek, içindeki yılan olan bu düşmanın, Ocağın sırlarını Hüseyin Hoca kadar iyi bildiğini dehşetle anladı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.