RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet: Bu makale, insan olma halinin ontolojik ve ahlaki boyutlarını "köpek metaforu" üzerinden irdeleyen bir metinden yola çıkarak, bu bireysel erdemlerin toplumsal bir projeye nasıl dönüştürülebileceği sorusunu ele almaktadır. Metinde öne sürülen “rızalık yolu” ve “insan-ı kâmil” idealinin, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelinin felsefi alt yapısını oluşturduğu iddiası, İslam filozofu İbn Sînâ’nın (980-1037) metafiziği, psikolojisi ve siyaset felsefesi ışığında derinlemesine incelenecektir. İbn Sînâ’nın “Zorunlu Varlık” (Vâcibü'l-Vücûd) ve “Mümkün Varlık” ayrımı, “Aktif Akıl” (Akıl-ı Faâl) teorisi ve toplumsal düzen görüşleri, Atatürk’ün “aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık” hedefi ile paralellikler taşımaktadır. Bu çalışma, bireysel kemalin (olgunluk) toplumsal kemale evrilmesinin, ancak insanın potansiyel haldeki aklını fiilleştirdiği, sorumluluk aldığı ve nihayetinde kolektif bir rıza ile toplumsal sözleşmesini oluşturduğu bir sistemle mümkün olabileceğini savunmaktadır. Makale, bu iddiayı felsefi, psikolojik, sosyolojik ve tarihsel bir perspektifle analiz edip sentezleyerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine dair yeni bir teorik çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: İbn Sînâ, Atatürk, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Mümkün Varlık, Aktif Akıl, Laiklik, Demokratik Hukuk Devleti, Sosyal Sözleşme, Sûret-Sîret.
Giriş: Metaforun Derin Anlamı ve Tezin Sunumu “Bir köpek kümese girer ve tavukları yer.” Bu basit metafor, insan olma durumunun karmaşık felsefi ve ahlaki boyutlarını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Köpek, eyleminin ahlaki sonuçlarının bilincinde değildir; onun için bu, içgüdüsel bir doyumdan ibarettir. Metafora göre, sûreti (görünüşü) insan olan ancak eylemlerinin etik değerini idrak edemeyen birey de aynı şekilde, sîreti (özü) itibarıyla hayvani bir düzeyde kalmaya mahkûmdur. İnsan olma yolculuğu, işte bu bilincin uyanmasıyla, yani “Mümkün Varlık” olan insanın, aklını fiiliyata dökmesiyle başlar.
Ancak bu makalenin odak noktası, bu bireysel uyanışın ötesine geçmektir. Asıl soru şudur: Bu bireysel erdem ve sorumluluk bilinci, “kâmil insan” idealinden “kâmil toplum” idealine nasıl taşınabilir? İşte burada, metinde işaret edildiği üzere, Mustafa Kemal Atatürk’ün projesi anlam kazanır. Atatürk’ün inşa etmeye çalıştığı laik, demokratik, sosyal hukuk devleti, yalnızca bir yönetim modeli değil, aynı zamanda felsefi temelleri olan bir “insan yetiştirme” ve “toplum inşa etme” projesidir. Bu proje, İbn Sînâ’nın sistematiği ile analiz edildiğinde, şaşırtıcı derecede tutarlı ve derin bir kavrayışa işaret eder.
Bu çalışma, Atatürk’ün bu projesini, İbn Sînâ’nın felsefi lensleriyle (metafizik, psikoloji, siyaset) inceleyerek, onun sadece politik değil, aynı zamanda derin bir insanlık durumu ve uygarlık felsefesi olduğunu ortaya koymayı hedeflemektedir.
1. Bölüm: İbn Sînâ Felsefesinde İnsan: Mümkün Varlıktan Akl-ı Faâl’e Yolculuk Atatürk’ün insan merkezli modelini anlamak için öncelikle İbn Sînâ’nın insan anlayışını derinlemesine kavramak elzemdir.
1.1. Varlık Zinciri ve İnsanın Yeri: Vâcibü'l-Vücûd ve Mümkün Varlık İbn Sînâ metafiziğinin temelini, varlığı “Zorunlu Varlık” (Vâcibü'l-Vücûd) ve “Mümkün Varlık” olarak ayırması oluşturur. Vâcibü'l-Vücûd, varlığı kendinden olan, başka bir şeye muhtaç olmayan, ezeli ve ebedi olan Mutlak Hakikat’tir (God). O, “Varlık”tır. Diğer her şey, yani Mümkün Varlıklar ise, varlıklarını Vâcibü'l-Vücûd’dan alırlar; var olmaları mümkün olduğu için vardırlar ve zorunlu değildirler. İnsan, bu Mümkün Varlıkların en mükemmeli, en kompleks olanıdır.
Metaforla Bağlantı: Köpek metaforundaki “sûrette insan” olan birey, potansiyel olarak bir Mümkün Varlıktır. Ancak eylemlerinin farkında olmaması, onu varlık hiyerarşisinde alt seviyelere indirger. İnsan olma çabası, bu mümkün varlığın, potansiyelini gerçekleştirerek Zorunlu Varlık’a (hakikate, iyiye, güzele) yaklaşma çabasıdır.
1.2. Nefs ve Akıl Teorisi: Potansiyelin Fiilleşmesi İbn Sînâ’ya göre insan nefsi (ruhu/benliği) üç kuvveden oluşur: Nebati (beslenme-büyüme), Hayvani (duyusal-hareket) ve İnsani (düşünme) nefs. İnsanı insan yapan, onun “Nâtık” (konuşan/düşünen) nefsidir. Bu nefsin en önemli özelliği ise “Akıl”dır (Akl). İbn Sînâ, aklı dört aşamada ele alır:
Biyü'l-Kuvve (Potansiyel Akıl): Doğuştan gelen, bilgi edinme potansiyeli. Her insanda bulunur.
Biy'l-Meleke (Meleke Halindeki Akıl): Temel mantık ilkelerinin öğrenildiği aşama.
Biy'l-Fiil (Fiil Halindeki Akıl): Soyut kavramları ve bilimsel ilkeleri kavrayabilen, potansiyelin fiile döküldüğü aşama.
Müstefâd Akıl (Kazanılmış Akıl): Nefsin, “Akl-ı Faâl” (Aktif Akıl) ile temas kurduğu en yüksek aşama. Akl-ı Faâl, Aristotelesçi gelenekte olduğu gibi, tüm insanların aklî faaliyetlerinin kaynağı olan soyut, ilahi bir akıldır.
Buradaki kritik nokta, insanın potansiyel haldeki aklını (Biyü'l-Kuvve) fiilleştirmesi (Biy'l-Fiil) ve nihayetinde evrensel hakikatlerle (Akl-ı Faâl) temas edebilmesidir. Bu, insanın kemale erme yolculuğudur.
Metaforla Bağlantı: Metaforumuzdaki bireyin, yaptığı eylemin (tavuk yemek) ahlaki sonuçlarının bilincine varması, onun potansiyel aklını fiiliyata dökmesinin, yani Biy'l-Fiil aşamasına geçişinin sembolik ifadesidir. Artık içgüdüsel bir hayvan değil, düşünen ve sorgulayan bir varlıktır.
1.3. Ahlak ve Siyaset Felsefesi: Erdemli Topluma Doğru İbn Sînâ’ya göre insan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır (medenî bi't-tab). Tek başına tüm ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bu yüzden bir araya gelerek toplumu oluştururlar. Ancak her toplumun bir yöneticiye, kanunlara ve bir düzene ihtiyacı vardır. İbn Sînâ’nın ideal yöneticisi, sadece siyasi ve askeri deha değil, aynı zamanda filozof-peygamber modelinde olduğu gibi, hakikati kavrayabilmiş, aklını mükemmelleştirmiş, Akl-ı Faâl ile temas halinde olan bir “insan-ı kâmil”dir. Bu lider, toplumu adalet, erdem ve akıl üzerine inşa eder.
2. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: İbn Sînâcı Bir Okuma Atatürk’ün kurduğu sistem, İbn Sînâ’nın bu kavramsal çerçevesi üzerinden okunduğunda, soyut felsefi ideallerin somut bir siyasi ve toplumsal modele dönüştürülme çabası olarak görülebilir.
2.1. “Sûrette İnsan”dan “Yurttaş”a: Potansiyelin Fiilleşmesi Olarak Laik Eğitim Osmanlı’nın son dönemindeki toplum yapısı, İbn Sînâ’nın terminolojisiyle, bireylerin aklını potansiyel halde (Biyü'l-Kuvve) tutan bir yapıydı. Dini otorite mutlak doğru kabul edilir, bireyin eleştirel aklını ve sorgulama yetisini fiilleştirmesi teşvik edilmezdi. Atatürk’ün eğitim ve laiklik devrimlerinin özü, tam da bu noktadadır.
Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılmasından ibaret değildir. Daha derinde, bireyin aklını ve vicdanını her türlü dogmatik otoriteden özgürleştirerek, onu “Mümkün Varlık” olarak potansiyelini gerçekleştirmeye davet eden bir projedir. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, metaforik olarak, bireyin “kümes”in dar kalıplarına hapsolmasını engelleme hamlesidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği) ve Harf Devrimi ise, tüm toplumu aynı akılcı, bilimsel ve eleştirel düşünce temelinde eğiterek, kolektif aklı fiilleştirmenin (Biy'l-Fiil) araçlarıdır. Amaç, “sûrette insan” olan kuldan, aklını kullanan, sorgulayan, hak ve sorumluluklarının bilincinde olan “yurttaş”ı yaratmaktır. Bu, İbn Sînâ’nın “Nâtık Nefs”in gücünü ortaya çıkarma idealidir.
2.2. Rızalık, Adalet ve Sosyal Hukuk Devleti: Kolektif Akl-ı Faâl’in Tezahürü İbn Sînâ’nın ideal toplumunda lider, adaleti tesis eder. Atatürk’ün projesinde ise, bu liderlik rolü “hukuk”a ve “millî irade”ye devredilmiştir. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti, İbn Sînâ’nın filozof-peygamberinin fonksiyonunu, kolektif akıl ve rızaya dayalı kurumlarla yerine getirmeyi amaçlayan bir mekanizmadır.
Hukuk Devleti: Metaforumuzdaki “tavukların parasını ödeme” eyleminin toplumsal karşılığıdır. Bireyler arasındaki ve birey ile devlet arasındaki ilişkileri, adalet ve hakkaniyet (rıza) prensibi üzerine düzenler. Haksızlığa uğrayanın hakkını aramasının, zararın tazmin edilmesinin garantörüdür.
Demokrasi ve Millî İrade: Toplumun kendi kendini yönetme iradesidir. Bu, İbn Sînâ’nın toplumsal doğa görüşüyle uyumludur. Yurttaşlar, kendi rızalarıyla oluşturdukları bir meclis ve anayasa aracılığıyla kendi kanunlarını yaparlar. Bu, kolektif bir “Akl-ı Faâl”e ulaşma çabasıdır.
Sosyal Devlet: “Rızalık yolunun” en somut tezahürüdür. İbn Sînâ’cı bakışla, toplum sadece bireyler toplamı değil, organik bir bütündür. Sosyal devlet anlayışı, bu bütünün güçsüz ve ezilen kesimlerinin (metaforun “mazlum”ları) zararını tazmin etmek, onlara insan onuruna yaraşır bir hayat sunmak ve böylece toplumsal rıza ve huzuru (sulh) tesis etmekle yükümlüdür. Bu, “ayağına taş dolansa, kendinden bilmek” erdeminin devlet politikasına dönüşmüş halidir.
2.3. İnsan-ı Kâmil’den, Kâmil Topluma: Hedeflenen Medeniyet Atatürk’ün “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma” hedefi, sadece teknolojik ve ekonomik bir hedef değildir. O, İbn Sînâ’nın idealindeki “erdemli şehir”in (el-Medînetü'l-Fâdıla) modern bir yorumudur. “Aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık” ifadesi, tam olarak İbn Sînâ’nın Akl-ı Faâl’i ile bireyin vicdanı (ahlaki sezgi) arasındaki uyumu işaret eder. Bu uygarlık; bilimi, fenni, sanatı, adaleti, merhameti ve en önemlisi özgür iradeyi merkeze alan bir uygarlıktır. “Kula kul olmayan bireyler” yetiştirmek, insanın kendi potansiyelini keşfederek “kâmil”e dönüşmesinin önündeki en büyük engeli –bağımlılık ve dogmatizmi– kaldırmaktır.
3. Bölüm: Analiz, Sentez ve Eleştiri: Bir Tez ve Antitez Bu okuma kaçınılmaz olarak eleştirilere açıktır. İbn Sînâ’nın metafizik ve dini temelli sistemi ile Atatürk’ün pozitivist ve rasyonalist modernleşme projesi arasında gerilimler vardır.
Antitez 1: Dini Otorite mi, Aklın Otoritesi mi? İbn Sînâ’nın sistemi, nihayetinde ilahi bir kaynakla (Vâcibü'l-Vücûd, Akl-ı Faâl) teması gerektirir. Atatürk’ün laiklik anlayışı ise, otoriteyi tamamen insan aklına ve bilime verir gibi görünür. Bu bir çelişki değil midir? Sentez: Atatürk’ün “akıl”dan kastı, dar bir pozitivizm değildir. O, “akıl ve vicdan”ı birlikte anar. Vicdan, İbn Sînâ’nın sisteminde “Pratik Akıl” veya ahlaki sezgi olarak karşılık bulur ve onun da kaynağı ilahidir. Atatürk’ün hedefi, dini otoritenin siyasi ve entelektüel tahakkümünü kırarak, bireyin hem aklını hem de vicdanını özgürleştirmekti. Bu, İbn Sînâ’nın bireyin doğrudan hakikatle (Akl-ı Faâl) temas kurması idealinin, kurumsal din aracılığı olmaksızın gerçekleştirilme çabası olarak yorumlanabilir. Amaç, dini ortadan kaldırmak değil, onu bireyin vicdanına hapsederek, kamusal alanı kolektif aklın rızasına açmaktır.
Antitez 2: Tekil Lider mi, Çoğulcu Demokrasi mi? İbn Sînâ’nın modeli tekil, kâmil bir lidere dayanırken, Atatürk’ün modeli çoğulcu demokrasiye evrilmeyi hedefler. Sentez: Atatürk, kuruluş aşamasında İbn Sînâ’nın “kâmil lider” rolünü üstlenmiştir. Ancak onun nihai amacı, bu liderliği kurumsallaştırarak halka devretmekti. Meclisi açması, çok partili hayata geçiş denemeleri (başarısız olsa da) bunun kanıtıdır. Atatürk’ün idealindeki sistem, kâmil liderin erdemlerini (akıl, adalet, bilgelik) devletin demokratik kurumlarına içselleştirmeyi amaçlayan bir sistemdir. Yani, lider “kâmil” olmak yerine, sistem “kâmil” olmalıdır.
Sonuç ve Değerlendirme “Köpek metaforu”, bireyin ahlaki olgunluğa erişme sürecinin basit ama güçlü bir anlatımıdır. İbn Sînâ felsefesi, bu süreci ontolojik ve epistemolojik bir temele oturtarak, insanın “Mümkün Varlık” olarak “Kazanılmış Akıl” mertebesine yükselme yolculuğunu sistematize eder.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 arasında tesis etmeye çalıştığı düzen ise, bu bireysel yolculuğu toplumsal bir projeye dönüştürme çabasıdır. Laiklik, eğitim devrimleri, hukuk ve demokrasi vurgusu, İbn Sînâ’nın kavramlarıyla analiz edildiğinde, toplumu oluşturan bireylerin potansiyel akıllarını fiilleştirmeleri (Biy'l-Fiil), birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini adalet ve rıza (sulh) üzerine kurmaları ve nihayetinde “aklın ve vicdanın” kılavuzluğunda bir “Akl-ı Faâl Medeniyeti” inşa etmeleri için gerekli altyapıyı hazırlama girişimidir.
Bu proje, teorik olarak son derece tutarlı ve derinlikli bir “insan merkezli uygarlık” vizyonudur. Pratikte yaşanan tüm sıkıntılar, tarihsel koşullar, dış dinamikler ve içsel çelişkiler, bu teorik çerçevenin değerini ortadan kaldırmaz. Aksine, Türkiye’nin modernleşme serüvenini anlamak için, onun arkasındaki bu felsefi motivasyonu kavramak hayati önem taşır. Gerçek kemalet, bireyin olduğu kadar, toplumların da kendi “kümes”lerinin dar kalıplarını kırarak, hakikati, adaleti ve kolektif rızayı aramaya devam etmesinde yatar.
KAYNAKÇA
Birincil Kaynaklar (Atatürk):
Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III. (1997). Atatürk Araştırma Merkezi.
Birincil Kaynaklar (İbn Sînâ):
İbn Sînâ. (2005). eş-Şifâ: Metafizik (Çev.: Ekrem Demirli, Ömer Türker). Litera Yayıncılık.
İbn Sînâ. (2004). en-Necât (Çev.: Kübra Şenel). Kabalcı Yayınevi.
İbn Sînâ. (1998). İşaretler ve Tembihler (Çev.: Ali Durusoy, Muhittin Macit). Litera Yayıncılık.
İkincil Kaynaklar:
Arslan, A. (2006). İbn Sînâ Felsefesinde Tanrı ve Âlem. İz Yayıncılık.
Durusoy, A. (2004). İbn Sînâ Felsefesinde İnsan ve Alemdeki Yeri. İFAV Yayınları.
Fahri, M. (2008). İslam Felsefesi Tarihi (Çev.: Kasım Turhan). İklim Yayınları.
Hanioğlu, M. Ş. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.
Özel, S. & Özavcı, H. N. (Ed.). (2016). Turkeys Democratization Process. Routledge.
Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
Akademik Makaleler:
Demirli, E. (2010). “İbn Sînâ Metafiziğinde Zorunlu Varlık”. Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, (28), 1-30.
Gömleksiz, M. N. (2018). “The Philosophical Foundations of Kemalism: A Reading Through the Concepts of Reason, Science and Civilization”. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 31, 179-202.
Macit, M. (2012). “İbn Sînâ’nın Nefs Kuramının Dinamikleri”. Nazariyat İslam Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi, 1(1), 39-64.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.