Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
61. Bölüm

Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi Işığında Atatürk'ün Rızalık Yolu: İnsan-ı Kâmilden Kâmil Topluma Doğru Bir Tez

33 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, Jean-Jacques Rousseau’nun “doğa durumu” ve “toplum sözleşmesi” kavramları ekseninde, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923-1938 yılları arasında inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti devlet modelini felsefi, sosyolojik ve psikolojik bir bakışla analiz etmeyi amaçlamaktadır. Temel argümanımız, Atatürk’ün projesinin, Rousseau’nun teorik çerçevesini aşan ve onu pratiğe dönüştüren, “insan-ı kâmil” idealinden yola çıkarak “kâmil toplum”u hedefleyen, rıza (consent) ve rızalık (reconciliation/consensus) üzerine kurulu bir “yeni toplum sözleşmesi” olduğudur. Köpek metaforu üzerinden temellendirilen bireysel sorumluluk, hataları telafi ve rızalık arayışı ilkelerinin, Atatürk’ün laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışında nasıl kurumsal bir kimliğe büründüğü sorgulanacak ve eleştirel bir bakışla irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Doğa Durumu, Rıza, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Laiklik, Demokrasi, Sosyal Hukuk Devleti, Sûret, Sîret.

Giriş: İki Düşünür, İki Sözleşme ve Bir Metafor
Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), Aydınlanma Çağı’nın en etkili ve aynı zamanda en paradoksal düşünürlerinden biridir. “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur” diyerek başladığı Toplum Sözleşmesi (1762) eseri, modern siyaset felsefesinin temel taşlarından biridir. Rousseau, “doğa durumu”ndaki asil ve özgür vahşi insanın, mülkiyetin icadıyla başlayan bir yozlaşma süreci sonunda “medeni” toplumda nasıl kendi yarattığı kurumların kölesi haline geldiğini anlatır. Ona göre çözüm, tüm bireylerin özgür iradeleriyle katıldığı, “genel irade”yi (volonté générale) egemen kılan yeni bir toplum sözleşmesidir.

Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) ise, bir imparatorluğun enkazından, Rousseau’nun kitaplarında teorize ettiği bir “sözleşme”yi pratiğe dökerek modern bir ulus-devlet inşa etmiştir. Onun projesi, salt bir yönetim biçimi değişikliği değil, köklü bir zihniyet dönüşümüdür. Bu dönüşümün özü, “köpek metaforu”nda saklıdır: Sûreten (görünüşte) insan olan bireyi, sîreten (özde) sorumluluk sahibi, hatasını telafi eden, rızalık arayan ve nihayetinde “insan-ı kâmil” mertebesine ulaşan bir varlık haline getirmek.

Bu makale, Rousseau’nun lenslerini kullanarak Atatürk’ün bu insan merkezli uygarlık projesini analiz edecek, iki düşünür/dönüştürücü arasındaki paralellikleri ve kopuş noktalarını ortaya koyacaktır. Temel tezimiz, Atatürk’ün, Rousseau’nun hayal ettiği ideal sözleşmeyi, “genel irade”yi laik, akılcı ve insani bir temele oturtarak ve onu “rızalık” aktif süreciyle tamamlayarak hayata geçirdiğidir.

1. Bölüm: Rousseau’nun Teorik Çerçevesi – Doğa Durumu, Yozlaşma ve Toplum Sözleşmesi
Rousseau’nun felsefesini anlamak, Atatürk’ün pratiğini anlamlandırmak için kritik öneme sahiptir.

1.1. Doğa Durumu ve Asil Vahşi:
Rousseau, Hobbes’un “insan insanın kurdudur” dediği doğa durumu fikrine katılmaz. Ona göre doğa durumu, bir savaş hali değil, masumiyet, kendine yetme ve en önemlisi doğal özgürlük halidir. “Asil vahşi” kendi kendine yeter, acıma duygusu (pitié) vardır ancak ahlaki iyilik ve kötülük bilincinden yoksundur. Tıpkı metaforumuzdaki köpek gibi, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının farkında değildir; sadece içgüdüleriyle hareket eder.

1.2. Medeniyetin Tuzakları ve Yozlaşma:
Rousseau’ya göre felaketin başlangıcı mülkiyetin icadıdır: “Bir gün birisi etrafı çitle çevrilmiş bir parça toprağın kendisine ait olduğunu söyleyip, buna inanacak kadar saf insanlar buldu. İşte uygarlığın başlangıcı buydu.” Mülkiyet, eşitsizliği, rekabeti, bencilliği (amour propre) ve bağımlılığı beraberinde getirmiştir. İnsan, doğal özgürlüğünü kaybetmiş, başkalarının gözünde değerli olma arzusunun kölesi olmuştur. Bu, metaforumuzda “sûreten insan” olan ama “sîreten” bencil içgüdüleriyle hareket eden, tavukları yiyen köpek konumuna düşmüş insanın halidir. İnsan, toplum içinde yozlaşmıştır.

1.3. Çözüm Olarak Toplum Sözleşmesi ve Genel İrade:
Peki, özgürlük kaybolmuş mudur? Rousseau’ya göre hayır. Doğal özgürlük geri getirilemez ancak onun yerine daha üstün bir özgürlük, sivil özgürlük konulabilir. Bunun yolu, her bireyin tüm haklarını topluluğa devrettiği, “genel irade”ye mutlak itaat etmeyi kabul ettiği bir toplum sözleşmesidir. Genel irade, toplumun ortak çıkarını gözeten, bireylerin kişisel çıkarlarının (volonté de tous) toplamından farklı, kolektif ve ortak bir iradedir. Birey, bu sözleşmeye özgürce razı olarak (consent), kendi üzerinde egemen olur; çünkü boyun eğdiği şey, kendi rızasıyla oluşturduğu genel iradedir. Bu, bir nevi “kolektif aklın” egemenliğidir.

2. Bölüm: Atatürk’ün Pratik Sözleşmesi: Yozlaşmış Bir İmparatorluktan Rızalık Toplumuna Geçiş
Atatürk, 20. yüzyılın başında Rousseau’nun tarif ettiğinden çok daha vahimi, “yozlaşmış” ve çökmekte olan bir imparatorluğun enkazıyla karşı karşıyaydı. Onun sözleşmesi, teorik bir metinden ziyade, bir varoluş mücadelesi ve çağdaş bir uygarlık projesiydi.

2.1. Osmanlı: Rousseau’nun Tarif Ettiği Tipte Bir Yozlaşma:
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi, Rousseau’nun “medeniyetin tuzakları”nın somut bir örneği gibiydi: Derin bir sosyo-ekonomik eşitsizlik, akıl ve bilimden uzaklaşmış bir eğitim sistemi, kişi iradesine değil, hanedan iradesine bağlı bir yönetim (tebaa kültürü) ve bireyin değil, cemaatin ön planda olduğu bir toplum yapısı. Birey, “kula kul” olmuş, özgür iradesi ve sorumluluk bilinci körelmişti. Yani, sûreten insan, sîreten itaatkâr bir “tebaa” idi. Rıza ve rızalık kavramları, bireyler arasında değil, sadece iktidar ile tebaa arasında tek taraflı bir ilişkiydi.

2.2. Yeni Sözleşmenin İlkeleri: Akıl, Bilim ve Laiklik:
Atatürk, bu yozlaşmış yapıyı dönüştürmek için Rousseau’nun “genel irade”sini oluşturacak zemini hazırlamak zorundaydı. Bu zemin, akıl ve bilimdi. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, yeni toplum sözleşmesinin birinci maddesiydi. Laiklik ilkesi ise, bu sözleşmenin tarafsız zeminini oluşturdu. Dini otoriteyi siyasetin dışına çıkararak, toplumsal uzlaşının (rızanın) akli ve seküler bir temelde, tüm yurttaşları kapsayacak şekilde inşa edilmesini sağladı. Rousseau’nun sözleşmesinde genel iradenin oluşumu için gerekli olan “tüm bireylerin eşit katılımı”nın önündeki en büyük engellerden biri (dini/cemaati aidiyetlerin çatışması) böylece bertaraf edilmeye çalışıldı.

2.3. Yurttaşlık: Sözleşmeye Taraf Olan Özgür Bireyin Doğuşu:
Rousseau’nun sözleşmesi soyut bir “birey”i varsayar. Atatürk ise, bu soyut bireyi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı” kimliğiyle somutlaştırdı. Tebaalıktan yurttaşlığa geçiş, devrimlerin en derinidir. Yurttaş, hakları ve ödevleri olan, seçme ve seçilme hakkına sahip, sözleşmeye aktif olarak katılan, dolayısıyla sorumluluk sahibi bir bireydir. Medeni Kanun, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, eğitimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) gibi devrimler, bu yeni yurttaş profilini inşa etmeye yönelikti. Artık insan, padişahın kulu değil, cumhuriyetin özgür bir ortağıydı.

3. Bölüm: Metafor, Rızalık ve İnsan-ı Kâmil Ekseninde Analiz ve Sentez
İşte bu noktada, köpek metaforu ve “rızalık yolu” kavramı, analizimizi derinleştirerek Rousseau ile Atatürk arasındaki en önemli sentez ve aşma noktasını oluşturur.

3.1. Sûret ve Sîret Ayrımının Rousseaucu Karşılığı:
Metaforumuzdaki “sûreten insan” olma hali, Rousseau’nun “medeni toplumdaki yozlaşmış insanına” tekabül eder. Bu insan, görünüşte medenidir (sûret) ancak özünde (sîret) bencil çıkarlarının, içgüdülerinin ve “amour propre”unun peşindedir. Tıpkı köpeğin tavukları yemesi gibi, toplumsal kaynakları sömürür, haksızlık yapar ancak bunun ahlaki sorumluluğunu taşımaz. Atatürk’ün hedefi, bu “sûret-sîret” ikilemini ortadan kaldırmak, yurttaşın hem sûreten hem de sîreten “insan” olmasını sağlamaktı.

3.2. Rıza (Consent) ve Rızalık (Reconciliation): Rousseaucu Teoriye Atatürkçü Derinlik:
Rousseau’nun sisteminde birey, sözleşmeye bir kez rıza gösterir ve genel iradeye kayıtsız şartsız itaat eder. Bu, statik bir onaydır. Atatürk’ün inşa ettiği sistemde ise “rıza” dinamik ve sürekli bir katılımla (seçimler, hukuk yolu vs.) yenilenir. Ancak asıl kritik fark, Atatürk projesinin “rızalık” boyutudur.

Rıza (Rousseau): Sözleşmeye katılma anındaki onay.

Rızalık (Atatürk Projesi): Sözleşme içinde yapılan hataların, haksızlıkların telafisi ve mağdur ile fail arasında yeniden sağlanan uzlaşı ve barış süreci.

Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını ödeyerek rızalık arar. Atatürk’ün sosyal hukuk devleti anlayışı, bu bireysel erdemi toplumsal bir kuruma dönüştürmeyi hedefler. Adalet sistemi, sadece suçu cezalandıran değil, toplumsal düzeyde haksızlığı telafi eden, mağduru güçlendiren bir mekanizmadır. Ekonomik politikalar, “altyapıyı modernleştirme”nin ötesinde, bir nevi toplumsal refahı artırarak kolektif bir rızalık zemini yaratmayı amaçlar. Bu, Rousseau’nun teorisinde eksik olan, “hata yapma ve telafi etme” mekanizmasının kurumsal karşılığıdır.

3.3. İnsan-ı Kâmil’den Kâmil Topluma: Nihai Hedef:
Rousseau’nun nihai hedefi, genel iradenin egemen olduğu mekanik bir düzendir. Atatürk’ün nihai hedefi ise, “insan-ı kâmil”lerden oluşan “kâmil” bir toplumdur. İnsan-ı kâmil, metaforun son aşamasındaki gibi, hatasının bilincinde olan, onu telafi eden ve rızalık arayan olgun insandır. Atatürk’ün eğitim, kültür ve hukuk devrimlerinin nihai amacı, bu vasıflara sahip, aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmektir. Böyle bir toplum, sadece yasalarıyla değil, ahlakı ve vicdanıyla da işleyen, sürekli kendini yenileyen ve daha adil bir düzene evrilebilen canlı bir organizmadır. İşte Atatürk’ün “çağdaş uygarlık düzeyi” vurgusu, bu “kâmil toplum” idealinin somut ifadesidir.

4. Bölüm: Eleştirel Bir Bakış ve Sonuç
Her teorik ve pratik model gibi, bu sentez de eleştiriye açıktır.

4.1. Eleştiriler:

Ütopyacılık: Hem Rousseau’nun genel iradesi hem de Atatürk’ün “kâmil toplum” ideali, insan doğasının bencilliklerinden tamamen arınmış ütopik hedefler olarak görülebilir.

Jakobenizm: Atatürk’ün devrimleri, “halka rağmen halk için” anlayışıyla, tepeden inmeci (jakoben) bir karakter taşır. Bu, Rousseau’nun “rıza” kavramıyla bir gerilim içindedir. Sözleşme, halkın kendi iradesiyle mi yapılmıştır, yoksa aydın bir seçkinler grubu tarafından mı halka dayatılmıştır?

Pratikteki Aksaklıklar: Laiklik uygulamalarının katı yorumu, çok partili hayata geçişte yaşanan sancılar, “genel irade” yerine “çoğunluk iradesi”nin geçebilme riski, teorik modelin pratikte karşılaştığı zorluklardır.

4.2. Sonuç:
Jean-Jacques Rousseau, modern siyaseti, bireyin özgürlük arayışı ve toplumsal sözleşme fikriyle derinden etkilemiştir. Mustafa Kemal Atatürk ise, bu teorik mirası, Doğu’nun kadim “insan-ı kâmil” ve “rızalık” anlayışıyla harmanlayarak, pratiğe döken nadir bir lider ve bir düşünür-praktisyendir.

Onun kurduğu sistem, Rousseau’nun teorik çerçevesini aşarak onu zenginleştirmiştir. Statik “rıza” (consent) kavramının yanına, dinamik “rızalık” (reconciliation) sürecini eklemiştir. “Genel irade”yi, laik ve akılcı bir temele oturtmuş, onun sadece siyasi değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik boyutlarını inşa etmiştir. Nihai hedefi, mekanik bir devlet düzeni değil, içinde “kümes”in dar kalıplarını kırmış, sorumluluk sahibi, özgür ve “kâmil” bireylerin yaşadığı, aklın ve vicdanın yön verdiği canlı bir uygarlık projesidir.

Köpek metaforu, işte bu projenin özünü anlatır: İnsan olmanın yolu, eylemlerinin sorumluluğunu almaktan, hata yapıldığında “ayağına dolanan taşı kendinden bilmekten” ve en önemlisi, verdiği zararı telafi ederek “rızalık yoluna” girmekten geçer. Atatürk’ün devleti, bu bireysel erdemi, toplumsal düzeyde kurumsallaştırarak yaşanabilir kılmak için tarihi bir teşebbüstür. Bu yol, zorlu, dikenli ama insan onuruna yakışan bir onurlu yoldur. Ve bu yolun mihenk taşı, Rousseau’nun da Atatürk’ün de ortak vurgusu olan “özgür irade” ve “akıl”dır.

Kaynakça (Örnek):

Rousseau, Jean-Jacques. (1762). Toplum Sözleşmesi (Çev. Vedat Günyol). İş Bankası Kültür Yayınları.

Rousseau, Jean-Jacques. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Diskur.

Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk.

Berkes, Niyazi. (1978). Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Hanioğlu, M. Şükrü. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

Zürcher, Erik Jan. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

Mardin, Şerif. (1990). Türkiye’de Toplum ve Siyaset. İletişim Yayınları.

Tanilli, Server. (1996). Uygarlık Tarihi. Cem Yayınevi.

Afşar, Timuçin. (2003). Felsefe Sözlüğü. Bulut Yayınları.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL