Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
73. Bölüm

Rızanın İnşası: Postyapısalcı ve İnsan Merkezli Bir Bakışla Atatürk'ün Rızalık Projesi ve Köpek Metaforunun Yeniden Okunuşu

28 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, insan olma halini ve "Rızalık Yolu"nu merkeze alan geleneksel bir metni, postmodern ve yapısalcı düşüncenin araçlarıyla yeniden okumayı amaçlamaktadır. Michel Foucault'nun iktidar-bilgi ilişkisi ve Jacques Derrida'nın yapıbozum kavramları ışığında, metinde sunulan "köpek metaforu"nun bireysel ahlak anlayışı sorgulanacak ve bu anlayışın, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis etmeye çalıştığı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelinde nasıl bir toplumsal projeye dönüştüğü analiz edilecektir. Çalışma, Atatürk'ün projesinin, salt bir modernleşme çabası olmanın ötesinde, "insan-ı kâmil" idealini toplumsal düzleme taşıyarak kolektif bir rıza inşa etme çabası olduğunu iddia etmektedir. Bu süreç, evrensel ve sabit bir "insan doğası" fikrine dayanan modern anlayışın aksine, sürekli kendini yoklayan, sorgulayan ve dönüştüren bir öznenin ve toplumun inşası olarak yorumlanacaktır.

Giriş: Metaforun Sınırları ve Söylemin İktidarı

"Bir Metafor Olarak Köpek" metni, derin bir felsefi ve ahlaki sorgulamayı başlatır: İnsanı insan yapan nedir? Metne göre cevap, "Rızalık Yolu"ndan geçmektedir. Bu yol, bireyin eylemlerinin ahlaki sonuçlarının farkına varması (sûretten sîrete geçiş), hatayı telafi etmesi ve nihayetinde mağdurun rızasını alarak "insan-ı kâmil" mertebesine ulaşmasıdır. Köpek metaforu, bu bilinçten yoksun olanı, yani "insan suretindeki hayvani özü" tasvir etmek için kullanılır.

Ancak postmodern ve yapısalcı bakış, bu hikayenin ta kendisini sorgulamaya davet eder. Buradaki "iyi", "kötü", "kâmil insan", "hayvani düzey" gibi kavramlar nereden gelmektedir? Evrensel ve mutlak gerçekler midir, yoksa belirli bir kültürel, tarihsel ve dilsel bağlamın ürünleri midir? Michel Foucault'nun da ısrarla vurguladığı gibi, bilgi ve iktidar iç içe geçmiştir. "Doğru" ve "yanlış" tanımları, toplumsal söylemler ve iktidar yapıları tarafından üretilir ve meşrulaştırılır. Köpek metaforu, "tavuk yemek" eylemini "kötü" olarak kodlar. Peki, bu kodlamanın ardında yatan söylem nedir? Mülkiyet hakkına dayalı bir kapitalist/tarım toplumu söylemi midir? Köpeğin açlık içgüdüsü, neden tavuk sahibinin mülkiyet hakkından daha değersiz kabul edilir? Bu sorular, metaforun kendisinin bile masum olmadığını, içinde doğduğu iktidar ilişkilerini taşıdığını gösterir.

Jacques Derrida'nın "yapıbozum" yöntemi ise bu ikili karşıtlıkları (insan/hayvan, iyi/kötü, sûret/sîret) askıya almamızı önerir. Bu karşıtlıklar, metafiziğin temelini oluşturur ve genellikle birinci terim (insan, iyi) ikinci terime (hayvan, kötü) baskın gelir. Yapıbozum, bu hiyerarşiyi tersine çevirmez; onu sabit olmaktan çıkarır ve her terimin diğerine içkin olduğunu gösterir. "İnsan" kavramı, "hayvan" olmadan tanımlanamaz. "Kâmil insan", ancak "noksan insan" veya "hayvani insan" kavramları üzerinden anlam kazanır. Dolayısıyla, Rızalık Yolu, sabit bir hedef değil, sürekli bir anlam kayması ve öznelik inşası sürecidir.

Bu teorik zeminden hareketle, makale iki ana eksen üzerinde ilerleyecektir:

Köpek metaforunun bireysel düzlemdeki anlamının postmodern araçlarla eleştirel bir okuması.

Bu bireysel idealin, Atatürk'ün modernite projesi içinde nasıl bir toplumsal ve siyasi söylem haline geldiğinin ve bu söylemin Foucaultcu ve Derridacı bir perspektifle nasıl analiz edilebileceğinin incelenmesi.

I. Bölüm: Metaforun Yapıbozumu: Köpek, İnsan ve Rızanın Anlamı Üzerine

Metnin merkezindeki metafor, bir köpeğin içgüdüsel olarak tavuk yemesidir. Burada "suç" unsuru, köpeğin niyetinde değil, eyleminin sonucunda (mülkiyet hakkının ihlalinde) aranır. İnsan-ı kâmil olma yolundaki birey ise, eyleminin bu sonucunun bilincine varır ve telafi eder. Peki, bu bilinç nasıl oluşur?

Foucault için öznenin inşası, toplumsal söylemler ve disipliner mekanizmalar (okul, hastane, hapishane) aracılığıyla gerçekleşir. Birey, kendisine dışarıdan dayatılan "doğru" davranış kalıplarını içselleştirerek özne haline gelir. Köpek metaforundaki "eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varma" hali, Foucaultcu anlamda, bireyin toplumsal normları ve hukuki kuralları özümsemiş olmasıdır. Bu, metnin iddia ettiği gibi safi bir içsel aydınlanma değil, toplumsal iktidarın bireyin benliğine nüfuz etmesidir. "İncinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi" ideali, aslında toplumun ürettiği ve bireyden beklediği bir normdur.

Derrida ise "tazminat" ve "rıza" kavramlarını sorgulatır. Tavuk sahibine para ödemek, hatayı gerçekten telafi eder mi? Maddi kayıp karşılansa bile, yaşanan korku, endişe, güven kaybı gibi manevi zararların telafisi mümkün müdür? "Rıza" almak, mağduru sembolik bir uzlaşma sürecine dahil etmektir. Ancak Derrida, her türlü dilsel anlaşmanın (rıza da bir nevi sözleşmedir) kaçınılmaz olarak yanlış anlamalara ve boşluklara açık olduğunu söyler. Alınan rıza, mutlak ve nihai bir barışı getirebilir mi? Yoksa bu, sürekli yeniden üretilmesi gereken, kırılgan bir uzlaşma hali midir?

"Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü, son derece Derridacı bir itiraftır. Bu, dış dünyadaki olayların anlamının sabit olmadığını, öznenin kendi yorumlama pratiğine bağlı olduğunu gösterir. Taş, nesnel bir engeldir ancak onu "dolantı" yapan, öznenin onunla kurduğu ilişkidir. Bu, öznenin kendini merkezsizleştirmesidir; suçu dışarıda bir failde (taşı koyan) değil, kendi yorumlayıcı çerçevesinde aramasıdır.

II. Bölüm: Atatürk'ün Projesi: Kolektif Rızanın Modern İnşası

Metin, bireysel erdemlerin toplumsal düzeye nasıl taşınacağı sorusunu sorar ve cevabı Atatürk'ün kurduğu devlet modelinde bulur. Buradaki argüman, Atatürk'ün hedefinin, metaforik olarak, toplumdaki her bireyi "kâmil insan" mertebesine yükseltecek kurumsal ve hukuki bir altyapı inşa etmek olduğudur.

Foucault perspektifinden bakıldığında, Atatürk'ün devrimleri, modern bir ulus-devlet inşa etmek için devasa bir "iktidar teknolojileri" ve "söylem üretimi" projesidir.

Laiklik: Dini otoritenin iktidarını kırarak, otoriteyi seküler devlet aygıtına ve akıl söylemine kaydırmıştır. Artık "doğru"yu din değil, bilim ve akıl söyleyecektir. Bu, Foucault'nun "biyo-iktidar" kavramıyla da örtüşür; devlet, artık bireylerin hem bedenlerini hem de zihinlerini (eğitim, sağlık, hukuk yoluyla) düzenlemeye başlamıştır.

Eğitim Birliği (Tevhid-i Tedrisat): Milli bir bilinç yaratmanın en önemli aracıdır. Standart bir müfredat, standart bir tarih anlatısı ve standart bir "Türk vatandaşı" modeli, disipliner bir kurum olan okul aracılığıyla topluma nüfuz ettirilmiştir. Bu, "kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler" yetiştirme hedefiyle çelişkili görünebilir. Foucault'ya göre modern özgürlük, aslında iktidarın daha incelikli ve içselleştirilmiş bir biçimidir. Bireye "özgür irade" hissi verilir, ancak bu irade, devletin arzuladığı yönde şekillendirilmiştir.

Hukuk Devrimi: Medeni Kanun, ceza kanunları, eski düzene ait hukuki yapıların yapıbozuma uğratılması ve yerine evrensel (aslında Batılı) hukuk normlarının ikame edilmesidir. Bu, "hak, hukuk, adalet" söylemini merkeze alan bir iktidar rejiminin kurulmasıdır. Mülkiyet hakkı (köpek metaforundaki tavuk sahipliği) bu yeni hukuk düzeninin temel taşıdır.

Peki, bu proje "rıza"yı nasıl inşa etmeyi amaçladı? Foucault için iktidar, sadece baskı yapmaz; üretir, teşvik eder, yönlendirir. Atatürk'ün projesi, halka "Ya istiklal, ya ölüm!" gibi bir dayatma olarak başlamış olsa da, zamanla yeni nesiller için bir "rıza" nesnesi haline gelmeyi hedeflemiştir. Cumhuriyet bayramları, anıtlar, milli marş, yeni alfabe, soyadı kanunu – tüm bunlar, kolektif bir kimlik ve bu kimliğe aidiyet duygusu (yani rıza) yaratmak için tasarlanmış semboller ve ritüellerdi. Vatandaş, kendisini bu yeni modern ulusun bir parçası olarak görmeye, onun değerlerini içselleştirmeye ve onun için çalışmaya rıza gösterecekti.

III. Bölüm: İnsan-ı Kâmil'in Siyaseti: Eleştirel Bir Sentez

Atatürk'ün projesi, metinde tanımlandığı haliyle "insan-ı kâmil" idealini toplumsal düzleme taşımak isterken, kaçınılmaz olarak modernizmin evrenselci ve akılcı söylemlerine dayanmıştır. Postmodern bakış, bu evrensellik iddiasını sorgular.

Atatürk'ün merkeze aldığı "akıl, mantık, bilim, fen" kavramları, Aydınlanma'nın evrensel ve tarafsız olduğu iddia edilen değerleridir. Ancak postmodern düşünürler, bunların da belirli bir kültürel (Batı) bağlamın ürünleri olduğunu ve diğer bilgi biçimlerini (örneğin geleneksel, dini, yerel bilgeliği) dışlayıp marjinalleştirdiğini savunur. Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyi" hedefi, aslında Batı uygarlığını evrensel bir norm olarak kabul etmek anlamına geliyordu. Bu, Foucault'nun "bilgi/iktidar" ilişkisinin mükemmel bir örneğidir: Batı'nın bilimsel ve teknolojik üstünlüğü, onun kültürel ve siyasi modelinin de "doğru" ve "üstün" olduğu iddiasını meşrulaştırmak için kullanılmıştır.

Öte yandan, Atatürk'ün projesinin Derridacı bir okuması, onun içerdiği ikilikleri ve gerilimleri ortaya çıkarabilir:

Gelenek vs. Modernite: Proje, Osmanlı/İslami geleneği "geri" ve "çağdışı", Batı modernitesini ise "ileri" ve "çağdaş" olarak kodlayarak hiyerarşik bir ikilik kurmuştur. Yapıbozum, bu ikiliği sabit olmaktan çıkarır ve Cumhuriyet modernitesinin aslında o geleneğin üzerine inşa edildiğini, onunla sürekli bir diyalog ve çatışma halinde olduğunu gösterir.

Birey vs. Kollektif: Proje, "özgür iradeli bireyler" yaratmayı hedeflerken, aynı zamanda "milli irade" ve "milli menfaat" adına bu bireyleri homojen bir ulus kimliği içinde eritmeye çalışmıştır. Buradaki gerilim, bireyin özerkliği ile ulus-devletin disipline edici gücü arasındadır.

Rıza vs. Mühendislik: "Rıza" kavramı, organik, aşağıdan yukarıya bir uzlaşmayı ima eder. Oysa Atatürk'ün devrimleri, çoğunlukla "aydınlanmış bir seçkinler" grubu tarafından tepeden inmeci (jakoben) bir yaklaşımla hayata geçirilmiştir. Bu, bir "rıza mühendisliği" örneği midir? Foucaultcu bir bakış, bunun bir "yönetimsellik" (governmentality) biçimi olduğunu söyler: İnsanların özgürce hareket edecekleri alanlar yaratılır, ancak bu hareket, devletin çizdiği sınırlar içinde ve onun arzuladığı yönde olur.

Sonuç: Sürekli Bir İnşa Hali Olarak Rızalık Yolu

"Bir Metafor Olarak Köpek" metni, bize nihai ve mutlak bir insanlık tanımı sunmaz. Aksine, sürekli bir özeleştiri, telafi ve uzlaşma sürecinin, yani Rızalık Yolu'nun ta kendisinin insan olmanın özü olduğunu ima eder. Bu, postmodern düşünceyle son derece uyumludur.

Mustafa Kemal Atatürk'ün inşa etmeye çalıştığı sistem de, bu sürecin toplumsal karşılığıdır. Bu proje, modernizmin evrenselci iddialarını taşısa ve Foucault'nun analiz ettiği disipliner mekanizmaları içerse de, nihai hedefi, metnin deyimiyle "kümesin dar kalıplarını kırmak" yani dogmalardan, bağnazlıktan ve kişiye kulluktan arınmış, aklı ve vicdanı ile hareket eden öznelerden oluşan bir toplum yaratmaktı. Bu, sabit bir "ütopya" değil, dinamik bir "heterotopya"dır; sürekli kendini yeniden tanımlayan, tartışan ve inşa eden bir toplum modelidir.

Gerçek anlamda "insan merkezli" bir uygarlık, ne salt bireyciliğe ne de salt kollektivizme indirgenebilir. Atatürk'ün projesinin postmodern bir eleştirisi, onun dayattığı hiyerarşik ikilikleri (Batı/Doğu, modern/geleneksel, laik/dindar) yapıbozuma uğratarak, bu modeli daha kapsayıcı, çoğulcu ve sürekli özeleştiriye açık bir hale getirmenin yollarını aramalıdır. Rızalık Yolu, birey için nasıl sonu olmayan bir içsel yolculuksa, toplum için de sonu olmayan bir demokratik müzakere, adalet arayışı ve kolektif öznenin sürekli inşası sürecidir. Bu yol, ne köpeğin içgüdüsel doyumuyla, ne de tavuk sahibinin katı mülkiyet hakkıyla bitmez. Aksine, her iki tarafın da birbirinin özerkliğini ve ihtiyaçlarını tanıdığı, sürekli yenilenen bir sözleşmenin, yani demokratik ve insani bir uzlaşının ta kendisidir.

Kaynakça:

Foucault, Michel. (1975). Hapishanenin Doğuşu. İmge Kitabevi.

Foucault, Michel. (1976). Cinselliğin Tarihi, Cilt 1: Bilme İstenci. Ayrıntı Yayınları.

Derrida, Jacques. (1967). Of Grammatology. Johns Hopkins University Press.

Derrida, Jacques. (1972). Margins of Philosophy. University of Chicago Press.

Özlem, Doğan. (2004). Etik - Ahlak Felsefesi. İnkılap Kitabevi.

Berkes, Niyazi. (2002). Türkiye'de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Mardin, Şerif. (1991). Türkiye'de Toplum ve Siyaset. İletişim Yayınları.

Keyman, Fuat. (2000). Postmodernizm ve Siyaset. Sarmal Yayınevi.

Sarup, Madan. (1995). Postyapısalcılık ve Postmodernizm. Ark Yayınları.

Ahıska, Meltem. (2005). Radyonun Sihirli Kapısı: İstanbul'da Hayat, Hatırlamak ve Unutmak. Metis Yayınları. (Türkiye'de modernleşme söylemlerine eleştirel bir bakış için).
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL