Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
30. Bölüm

Platon’un İdealar Dünyasında Atatürk’ün Rıza Devleti: İnsan-ı Kâmilden Kamil Topluma Felsefi Bir Yolculuk Köpek Metaforu, İdeal Devlet ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme

32 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Giriş: İki Büyük Mimar ve Tek Bir İdeal
İnsanlık tarihi, bir yanıyla da “ideal” olanı arayışın tarihidir. Bu arayış, bireyin kendi nefsiyle hesaplaşmasından, toplumun nasıl düzenleneceği sorusuna kadar uzanan geniş bir skalada tezahür eder. Metinde sunulan “köpek metaforu”, bu arayışın birey boyutundaki en çarpıcı anlatımlarından biridir. Metafor, insan olma halini, suretten (görünüş) sîrete (öz), oradan da kemale (olgunluk) uzanan diyalektik bir süreç olarak tanımlar. Bu sürecin dinamiği ise “rıza”dır: Önce kişinin kendi içindeki hakikate rıza göstermesi (öz-bilinç), sonra bu bilinçle hareket ederek başkalarının rızasını kazanması (sosyal sorumluluk) ve nihayetinde tüm toplumsal yapının bu rıza ilkesi üzerine inşa edilmesi.

Bu makale, söz konusu metaforik çerçeveyi, Antik Yunan filozofu Platon (Eflatun) ve modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce sistemleri ışığında derinlemesine incelemeyi amaçlamaktadır. Temel tezimiz şudur: Platon’un “İdealar Kuramı” ve “Filozof-Kral” modeliyle teorik düzlemde tasavvur ettiği “Adil Devlet”, Atatürk tarafından “Rızalık Yolu” felsefesiyle pratize edilerek “İnsan Merkezli bir Hukuk Devleti” modeline dönüştürülmüştür. Her iki düşünür de –biri felsefenin saf teorisinde, diğeri ise siyasetin pratik arenasında– insanın ve toplumun “kamil” haline ulaşmasını nihai hedef olarak belirlemiştir. Makalemiz, bu iddiayı Platonik felsefenin temel kavramlarıyla (İdealar Dünyası, Mağara Alegorisi, Devlet) ve Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki reformları ve söylemleriyle karşılaştırarak kanıtlamaya çalışacaktır.

Analizimiz, psikolojik (bireyin dönüşümü), sosyolojik (toplumun dönüşümü), felsefi (hakikat arayışı) ve tarihsel (Türkiye’nin modernleşme süreci) katmanlar üzerinden ilerleyecek ve sonuçta, her iki projenin de nihayetinde “insanın içindeki cevheri ortaya çıkarmak” olduğunu gösterecektir.

1. Bölüm: Platonik Felsefede İdeal İnsan ve İdeal Devlet
1.1. İdealar Dünyası ve Gölgeler Alemi: Hakikatin Peşinde
Platon’un felsefesinin temelini, duyularla algılanan görünen dünya (phenomena) ile akılla kavranan idealar dünyası (noumena) ayrımı oluşturur. Gördüğümüz her şey –bir masa, bir at, bir güzel insan– aslında mükemmel ve değişmez olan “İdeal”in kusurlu, geçici ve gölge bir kopyasıdır. Platon’un ünlü Mağara Alegorisi’nde mağaranın duvarındaki gölgeleri gerçek sanan insanlar, bizim görünen dünyaya olan bağlılığımızı temsil eder. Filozof ise zincirlerinden kurtulup mağaradan çıkar ve gözleri kamaşana kadar acı çekse de nihayetinde gerçek güneşi (Hakikat/Idea of Good’u) görür.

Metaforla Bağlantı: Köpek metaforundaki “sûrette insan” olan kişi, tam olarak bu mağaradaki insana benzer. Tavuğu yemek, onun için bir gölge oyunudur; eylemin ardındaki “Adalet”, “Sorumluluk”, “Tazmin” gibi ideaları göremez. İçgüdüsel dürtülerinin gölgesinde yaşar. “Sîrette insan” olma yolundaki kişi ise mağaradan çıkmaya, eylemlerinin ardındaki ideaları (iyi-kötü, doğru-yanlış) görmeye başlayan kişidir. “Rızalık Yolu” ise filozofun güneşe bakma cesaretini gösterdiği, hakikate doğru çıktığı zorlu yoldur.

1.2. Devlet’te Adalet ve Filozof-Kral Modeli
Platon, “Devlet” (Politeia) adlı eserinde, adil bir toplumun nasıl olması gerektiğini araştırır. Ona göre toplum, tıpkı ruh gibi üç parçadan oluşur:

Üreticiler (İştah/İçgüdü): Toplumun temel ihtçlarını karşılayan çiftçi, esnaf, zanaatkârlar. Metaforumuzdaki “köpek” bu düzeyi temsil eder. Sadece doymak ve üremek ister.

Bekçiler (İrade/Thymos): Toplumu koruyan askerler ve güvenlik güçleri. Cesaret, onur ve görev bilinciyle hareket ederler. “Sûrette insan” olma bilincine erişmiş, kuralları uygulayan ancak nihai bilgeliğe sahip olmayan bireylere benzerler.

Yöneticiler (Akıl/Logos): Bunlar Filozof-Krallar’dır. İdealar dünyasını görmüş, hakikati ve iyiyi bilen, tutkularından arınmış, en bilge kişilerdir. Onların görevi, toplumu adaletle yönetmektir. “Sîrette insan-ı kâmil” mertebesine ulaşmış, rıza yolunun rehberleridir.

Platon’a göre adalet, bu üç sınıfın kendi işini yapması, birbirinin alanına müdahale etmemesidir. Bekçi, yönetici olmaya; üretici, bekçi olmaya kalkışırsa toplumda kaos (adâletsizlik) baş gösterir.

Analiz: Platon’un modeli, bireyin içsel dönüşümünü toplumsal düzene taşır. Kamil bir toplum, ancak kamil bireyler (filozof-krallar) tarafından ve onların rehberliğinde inşa edilebilir. Bu, oldukça ütopik ve seçkinci bir modeldir.

2. Bölüm: Atatürk’ün İnşa Ettiği İnsan Merkezli Devlet: Pratikteki Filozof-Kral
2.1. Mağarayı Yıkmak: Akıl ve Bilimin Işığı
Atatürk’ün projesi, bir anlamda, tüm bir toplumu Platon’un mağarasından çıkarma projesidir. Osmanlı’nın son dönemlerindeki dogmatik, skolastik ve içe kapanık zihniyet, bir mağara metaforu olarak okunabilir. Atatürk, bu mağaranın zincirlerini “akıl ve bilimi” rehber alarak kırmış, toplumun gözünü “uygarlık güneşine” alıştırmak için radikal reformlar yapmıştır.

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması: Gölgeleri gerçek sanan hurafeciliğin kurumsal yapılarını ortadan kaldırmak.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu: Eğitimi birleştirerek, tüm vatandaşların aynı “hakikat” ışığıyla (laik ve bilimsel eğitim) aydınlanmasını sağlamak.

Harf İnkılabı: Okuma-yazmayı kolaylaştırarak, herkesin bilgiye (yani hakikate) ulaşımını demokratikleştirmek.

Bu hamleler, metaforik dilde, insanları “sûretten sîrete” geçişe hazırlamak, yani eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarını görebilecekleri bir bilinç düzeyine çıkarmak içindi.

2.2. Yeni “Bekçi” ve “Yönetici” Sınıfının İnşası: Kamuoyu ve Laik Hukuk
Platon’un bekçileri (askerler), toplumu dış tehdide karşı korur. Atatürk’ün bekçileri ise daha derinde, toplumun iç işleyişini korumakla görevlidir: Laik Hukuk Sistemi ve Kamuoyu. Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve Anayasa, toplumsal ilişkileri düzenleyen, adaleti tesis eden ve bireyin haklarını koruyan nötr, akılcı bekçilerdir. “Köpek metaforu”ndaki kişi, tavukları yediğinde ona “Bu yanlış” diyecek olan içgüdüsü değil, bu hukuk sistemidir. Hukuk, toplumsal rızanın yazılı halidir.

Atatürk’ün filozof-kralları ise Platon’unkilerden farklıdır. Tek bir bilge kişi veya seçkin bir zümre değil, egemenliği kayıtsız şartsız millete veren sistemin ta kendisidir. Milletin iradesi, seçimler, meclis ve demokratik katılımla tecelli eder. Bu sistemin filozof-kralları, “kamusal iyiyi” gözeten, akıl ve bilimle donanmış, sorumluluk sahibi tüm yurttaşlardır. Atatürk’ün hedefi, “kul” olmayıp “birey” olan, kendi kendini yönetme kapasitesine sahip bir toplum yaratmaktı. Yani, herkesin potansiyel bir “kamil insan” olduğu bir sistem.

2.3. Rızanın Kurumsallaşması: Demokratik Haklar ve Sosyal Devlet
Metaforumuzdaki “tazminat ödeme” ve “rıza alma” eylemi, Atatürk’ün devlet modelinde kurumsal bir kimlik kazanır.

Demokratik Haklar: Seçme ve seçilme hakkı (kadınlara 1934’te verilmesi), ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü. Bireyin, yönetime rızasını veya rızasızlığını ortaya koyma araçlarıdır. “Rıza” sürekli aranır ve yenilenir.

Sosyal Hukuk Devleti: Devlet, sadece bekçi değil, aynı zamanda “tazminat” mekanizmasının garantörüdür. Ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden doğan “zararları” telafi etmek, adaleti sağlamakla yükümlüdür. Toplumsal barış (huzur), ancak bu kolektif rıza ile mümkündür.

3. Bölüm: Karşılaştırmalı Analiz, Eleştiri ve Sentez
Kavram Platon (Teori) Atatürk (Pratik) Ortak Payda & Farklar
Hakikat Kaynağı Değişmez İdealar, Akıl Akıl, Bilim, Pozitif Hukuk Ortak: Aklı merkeze alma. Fark: Platon metafizik, Atatürk pozitivist.
İdeal İnsan Filozof (Bilge Kişi) Bilinçli, Laik, Üretken, Özgür Birey Ortak: Ahlaki olgunluk ve sorumluluk. Fark: Platon seçkinci, Atatürk demokratik.
İdeal Toplum Katı sınıflı, Statik, “Adil” Devlet Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti Ortak: Adalet ve düzen arayışı. Fark: Platon organik/statik, Atatürk dinamik/değişken.
Dönüşüm Aracı Felsefi Eğitim (Diyalektik) Milli, Laik, Bilimsel Eğitim Ortak: Eğitimi dönüşümün anahtarı görme.
Rıza / Adalet Sınıfların uyumu (Kendi işini yapma) Yurttaşların hukuk önünde eşitliği ve sosyal adalet Ortak: Toplumsal uyum. Fark: Platon’da rıza değil, itaat vardır. Atatürk’te aktif rıza esastır.
Eleştirel Tez ve Antitez:

Platon’un Eleştirisi: Atatürk’ün modeli, Platon’un ütopik ve özgürlükçü olmayan modelini aşar. Platon’un devleti, bireyi devlet için feda eder. Atatürk’ün devleti, devleti birey için (insan-ı kâmili yetiştirmek için) araç olarak görür.

Atatürk’ün Eleştirisi: Pratikte, Atatürk’ün projesi de “mağara”nın direnciyle karşılaşmıştır. Geleneksel zihniyetin dönüşümü, bir kuşak projesi olmanın ötesinde, sürekli yenilenmesi gereken bir mücadeledir. “Sûrette insan” olmaktan “sîrette insan” olmaya geçiş, teoride olduğu kadar pratikte de zorlu bir yoldur.

Sentez:
Her iki proje de, insanın potansiyelini gerçekleştirebileceği bir “ideal”in peşindedir. Platon, bu ideali gökyüzündeki değişmez yıldızlar olarak tanımlarken, Atatürk onu yeryüzüne, Anadolu’ya, pratiğe indirgemiş ve “Rızalık Yolu” olarak kurumsallaştırmıştır. Atatürk’ün devleti, Platon’un teorik çerçevesini, demokratik, laik ve insan merkezli bir paradigmaya evrilterek, onu daha gerçekçi ve daha özgürlükçü kılmıştır.

Sonuç: İnsan-ı Kâmilin Yolculuğu Bireyden Topluma
Köpek metaforu, bize sadece bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda bir medeniyet projesinin anahtarını sunar. Platon, bu projenin nihai haritasını çizmiş, Atatürk ise bu haritadan ilham alarak, ama onun statik ve seçkinci sınırlarını aşarak, Anadolu topraklarında dinamik, çağdaş ve insan odaklı bir uygarlık inşa etmiştir.

Gerçek kemalet, kişinin kendi mağarasının zincirlerini kırıp hakikate yönelmesiyle (Platon), verdiği zararı tazmin edip toplumsal rızayı aramasıyla (Metafor) ve nihayetinde kendi kaderini tayin edebilen özgür bir birey olarak, kolektif aklın ve vicdanın inşa ettiği bir hukuk düzeninde yaşamasıyla (Atatürk) mümkündür.

Bu yol, zorlu ama onurlu bir yoldur. Hem bireyin içsel hesaplaşmasını, hem de toplumun sürekli kendini yenilemesini gerektirir. Felsefe tarihinin en büyük teorisyenlerinden biri ile modern çağın en etkili pratik devrimcilerinden birinin kesişim noktası, işte bu “insan olma” çabasının ta kendisidir. Bu yolun rehberleri ise daima akıl, bilim, vicdan ve en nihayetinde rıza olacaktır.

KAYNAKÇA
Platon (Eflatun). (MÖ 380 civarı). Devlet (Politeia). (Çev: Sabahattin Eyüboğlu & M. Ali Cimcoz). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Platon (Eflatun). (MÖ 380 civarı). Devlet (Politeia). (Çev: Furkan Akderin). Say Yayınları.

Platon (Eflatun). Sokrates'in Savunması. (Çev: Ari Çokona). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Atatürk, Mustafa Kemal. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Afet İnan, A. (1968). Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Hançerlioğlu, Orhan. (1987). Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar. Remzi Kitabevi.

Zürcher, Erik Jan. (2004). Modernleşen Türkiye'nin Tarihi. (Çev: Yasemin Saner Gönen). İletişim Yayınları.

Mardin, Şerif. (1991). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.

Berkes, Niyazi. (2002). Türkiye'de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Kongar, Emre. (1998). 21. Yüzyılda Türkiye: 2000'li Yıllarda Türkiye'nin Toplumsal Yapısı. Remzi Kitabevi.

Aristoteles. (MÖ 350 civarı). Nikomakhos'a Etik. (Çev: Saffet Babür). Dost Kitabevi Yayınları. (Karşılaştırma için).

Russel, Bertrand. (1945). Batı Felsefesi Tarihi. (Çev: Muammer Sencer). Say Yayınları.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL