Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
41. Bölüm

İnsan-ı Kâmil’den Toplumsal Sözleşmeye: Kindî’nin Felsefi Mirası Işığında Atatürk’ün Rıza Temelli Devlet Modelinin Analizi

32 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz:
Bu makale, insan olma halinin ontolojik ve ahlaki boyutlarını "köpek metaforu" üzerinden sorgulayarak başlamaktadır. "Sûret" ve "sîret" ayrımından hareketle, bireyin kemale ermesinin yolunun, eylemlerinin bilincinde olma ve bu eylemlerin yol açtığı zararları tazmin ederek "rızalık" arayışından geçtiği tezi işlenmektedir. Makale, bu bireysel erdemlerin toplumsal düzleme nasıl taşınabileceği sorusundan yola çıkarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelini, bu "rızalık yolu" felsefesinin bir tezahürü olarak okumayı önermektedir. Erken dönem İslam filozoflarından Kindî’nin akıl, birikim ve ilahiyat anlayışından hareketle, Atatürk'ün projesinin sadece siyasi-ekonomik bir model değil, aynı zamanda "insan-ı kâmili" merkeze alan felsefi ve ahlaki bir medeniyet tasavvuru olduğu iddia edilmektedir. Çalışma, bu iddiayı psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel perspektiflerle sorgulayarak, modern Türkiye’nin kuruluş felsefesine dair derinlemesine bir analiz sunmayı amaçlamaktadır.

Giriş: Sûretten Sîrete İnsan Olma Yolculuğu

Felsefenin kadim sorusu “İnsan nedir?” sorusudur. Onu diğer varlıklardan ayıran, onu “yücelten” temel özellikler nelerdir? İnsanı tanımlamak, onun biyolojik yapısından ziyade, ahlaki ve rasyonel kapasitesi ile mümkündür. Bu çalışmaya temel teşkil eden “köpek metaforu”, bu ayrımı vurgular: Bir köpek, içgüdüsel bir dürtü ile kümese girer ve tavukları yer. Bu eyleminin ahlaki bir karşılığı yoktur; zira köpek, “iyi” ve “kötü” kavramlarının bilincinde değildir. O, sadece sûreti (görünüşü) itibarıyla bir canlıdır. Aynı şekilde, sûreten insan olan bir varlık da, eğer yaptığı eylemlerin etik sonuçlarını idrak etmiyorsa, sîreti (özü) itibarıyla hayvani düzlemde kalmaya mahkûmdur.

İnsan olma yolculuğu, işte bu idrakle, yani “eylem bilinci” ile başlar. Ancak asıl erdem, bu bilincin ötesine geçerek, hatayı kabul etmek, telafi etmek ve mağdurun rızasını kazanmakta yatar. Metaforik kişi, yediği tavukların bedelini ödeyip sahibinin gönlünü aldığı an, “sûrette insan” olmaktan çıkıp “sîrette insan-ı kâmil” olma mertebesine yükselir. Bu, bireysel planda “rızalık yolunun” ta kendisidir.

Peki, bu yüksek ahlaki ideal, mikro düzeyden makro düzeye, yani toplumsal örgütlenme modeline nasıl aktarılabilir? İşte bu radikal soru, bizi Mustafa Kemal Atatürk’ün modern Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa projesine götürür. Bu makale, Atatürk’ün laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelini, yukarıda tasvir edilen “rızalık yolu” felsefesinin bir yansıması, hatta bir toplumsal tezahürü olarak ele alacaktır. Bu okumayı derinleştirmek ve felsefi bir temele oturtmak için ise, ilk Arap/İslam filozofu kabul edilen Kindî’nin düşünce dünyasına başvuracağız. Kindî’nin akıl vurgusu, ahlak anlayışı ve bilgiyi edinme yöntemi, Atatürk’ün “akıl ve vicdan medeniyeti” projesi ile paralellikler taşır. Bu çalışma, Kindî’nin lensinden bakarak, Atatürk’ün insan merkezli uygarlık tasavvurunu psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel boyutlarıyla inceleyecek, analiz edecek ve senteze varacaktır.

I. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Bireysel Sorumluluk ve Rızanın Felsefesi

1.1. Sûret-Sîret İkilemi ve Ahlaki Bilinç
İslam felsefe ve tasavvuf geleneğinde merkezi bir yere sahip olan sûret (form, dış görünüş) ve sîret (öz, karakter, içsel hakikat) ayrımı, insanın varoluşsal durumunu anlamak için bir anahtardır. Sûret, bedensel varlığımız, fiziksel görünümümüzdür. Sîret ise, bu bedende tecelli eden ahlaki, ruhani ve entelektuel niteliklerimizin bütünüdür. Köpek metaforu, bu ikiliğin keskinliğini ortaya koyar: Sûreten insan olmak, otomatik olarak sîreten de insan olunduğu anlamına gelmez. İnsanlık statüsü, ancak ahlaki bir çaba, bir “nefs terbiyesi” ve “öz yoklama” ile kazanılır. Bu, insanın kendine karşı sorumluluğudur.

1.2. Telafi ve Tazmin: Rızalık Yolunun Mekanizması
Ahlaki bilinç, pasif bir farkındalık değil, aktif bir sorumluluk alma halidir. “Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim” düsturu, bu aktif sorumluluğun en radikal ifadesidir. Bu, dış dünyayı ve başkalarını suçlamayan, tüm olup bitenin kaynağını önce kendi eylemlerinde arayan bir tavırdır. Metaforumuzdaki kişinin tavukların bedelini ödemesi, bu felsefenin somutlaşmış halidir. “Tazminat” sadece maddi bir kaybın karşılanması değil, aynı zamanda manevi bir borcun ödenmesi, ilişkinin onarılması ve nihayetinde “rıza”nın kazanılması sürecidir. Rıza, zorla alınan bir boyun eğiş değil, gönüllü bir kabullenme ve affediş halidir. Toplumsal huzur, bu bireysel rıza arayışlarının toplamından doğar.

1.3. Ârif ve Câhil: İki Zıt Yol
Metinde belirtildiği gibi, bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler (bilgeler) ve kâmiller (olgunlar) ile cahiller. Ârif, sürekli özünü yoklayan, kusurunu arayan, “Nerede hata yaptım?” sorusunu kendine dert edinendir. Cahil ise, daima kendini aklayan, hatayı dışarıda arayan ve sorumluluktan kaçandır. İlk tavır, içsel bir huzur ve toplumsal saygı doğururken; ikinci tavır, içsel bir huzursuzluk ve toplumsal çatışma üretir. İnsan-ı kâmil olma ideali, işte bu ârifane tavrın sürekli bir pratiğidir.

II. Bölüm: Kindî’nin Felsefi Dünyası: Akıl, Ahlak ve Birikim

2.1. Kindî Kimdir? Felsefenin Türkiye’ye Giriş Kapısı
Ebû Yûsuf Ya‘kūb b. İshak el-Kindî (801-873), Bağdat’ta Abbasi Halifesi Me’mūn’un himayesinde çalışmış, Antik Yunan felsefesinin (özellikle Aristoteles ve Platon) Arapçaya tercüme edilmesi ve yorumlanmasında öncü bir rol oynamıştır. “Arap Filozofu” unvanıyla anılması, onun kendisinden sonra gelen Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd gibi isimlerin yolunu açmasındandır. Kindî, felsefeyi “insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatine bilgisidir” şeklinde tanımlayarak, onu dinle çatışan değil, tamamlayan bir etkinlik olarak görmüştür.

2.2. Aklın Merkeziliği ve Bilginin Kaynağı
Kindî’nin felsefesinin temel taşı akıldır (el-‘aql). Ona göre akıl, ilahî bir lütuftur ve insanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliktir. Hakikate ulaşmanın yolu, duyulardan gelen ham veriyi aklın süzgecinden geçirmekten geçer. Bu, Atatürk’ün “akıl ve mantığa” yaptığı vurgu ile doğrudan örtüşür. Kindî, bilgiye ulaşmada deney (tecribe), duyular (hiss) ve akıl yürütmenin (istidlal) birlikteliğini savunur. Bu çoğulcu yöntem, dogmatizmi reddederek, eleştirel düşünceye ve empirik veriye değer veren modern bilimsel anlayışın habercisidir.

2.3. Ahlakın İlahi ve Rasyonel Temelleri
Kindî’ye göre, erdemli bir yaşamın kaynağı ilahî kaynaklıdır ancak bu kaynak, insan aklı ile kavranabilir. Felsefe yapmak, zaten ilahî hakikati anlama çabasıdır. Erdemler (cesaret, bilgelik, iffet, adalet) akılla kavranabilir ve akılla uygulanabilir. Bu, ahlakı sadece nakle (vahiy ve hadis) indirgemeyen, onu aklın ve felsefi tartışmanın konusu yapan rasyonel bir ahlak anlayışıdır. Kindî’nin bu perspektifi, bireyin eylemlerinin bilincinde olması (metaforumuzdaki ilk adım) için gerekli epistemolojik ve etik altyapıyı sunar.

III. Bölüm: Atatürk’ün Medeniyet Projesi: Toplumsal Rızanın İnşası

3.1. Temel İlkeler: Laiklik, Demokrasi ve Sosyal Hukuk
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devrimci atılımları, sadece bir devletin yeniden yapılandırılması değil, bir toplumun “sîretinin” dönüştürülmesi projesiydi. Bu projenin temelini oluşturan laiklik, akıl ve vicdanın, dogmatik otoritelerin tahakkümünden kurtarılmasıdır. Bireyin, inancını ve ahlakını özgür iradesiyle ve aklıyla şekillendirebilmesinin önünü açar. Demokrasi, “rıza”nın kurumsal ifadesidir. Yönetenler, yönetilenlerin rızası (meşruiyet) olmadan iktidarda kalamaz. Seçimler, temsiliyet ve katılım, kolektif rızanın sürekli olarak test edildiği ve yenilendiği mekanizmalardır. Sosyal hukuk devleti ise, “tazmin” ve “telafi” mekanizmalarının kurumsallaşmış halidir. Vatandaşın devletten veya diğer bireylerden gördüğü haksızlığı, bir üst mahkemeye taşıyabilmesi, hukuk yoluyla hakkını arayabilmesi, toplumsal düzlemdeki “rızalık arayışının” en somut garantörüdür.

3.2. İnsan Modeli: Kul Değil, Yurttaş
Atatürk’ün hedeflediği birey, “kula kul olmayan, özgür iradeli” bireydir. Bu, Kindî’nin aklı merkeze alan özgür bireyi ile metaforumuzdaki “sorumluluk sahibi insan-ı kâmil”in sentezidir. Osmanlı’daki “tebaa” (kul) anlayışından “yurttaş” (vatandaş) anlayışına geçiş, bireyi pasif bir nesne olmaktan çıkarıp, toplumsal sözleşmenin aktif, sorumluluk sahibi bir öznesi haline getirmiştir. Yurttaş, haklarının olduğu kadar, topluma ve diğer bireylere karşı da sorumluluklarının bilincinde olan kişidir. Bu, “eylem bilinci”nin toplumsal düzeydeki karşılığıdır.

3.3. Ekonomi ve Helal Kazanç: Maddi Temelin Ahlakı
Atatürk’ün “alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni merkeze alan” vurgusu, metaforumuzdaki “tavukların parasını ödeme” ilkesinin ekonomik sistem düzeyindeki yansımasıdır. Sömürüye dayanmayan, emeğin hakkının verildiği, üretken bir ekonomi, toplumsal rızanın maddi temelini oluşturur. Bu, bireyler arasında haksız kazançtan doğan “gönül kırıklıklarını” ve “rızasızlık hallerini” minimize etmeyi amaçlayan ahlaki bir ekonomik modeldir.

IV. Bölüm: Kindî’nin Lensinden Atatürk’ü Okumak: Bir Sentez Denemesi

Kindî’nin felsefi mirası ışığında Atatürk’ün projesine baktığımızda çarpıcı paralellikler ortaya çıkar:

Aklın İhyası: Kindî, Aklı Müstefâd (Edinilmiş Akıl) kavramıyla, aklın çaba ve eğitimle geliştirilebileceğini savunur. Atatürk’ün eğitim devrimi (Tevhid-i Tedrisat, Harf Devrimi, üniversite reformu) tam da bunu hedefliyordu: Toplumun kolektif aklını eğitmek, geliştirmek ve dogmalardan arındırmak.

Ahlakın Rasyonel Temeli: Kindî’nin rasyonel ahlak anlayışı, Atatürk’ün ahlakı dini alana hapsetmeyen, onu toplumsal bir erdemler manzumesi olarak gören laik ahlak anlayışı ile uyumludur. Burada ahlak, “Allah korkusu”ndan ziyade, “toplumsal sorumluluk bilinci” ve “insan onuruna saygı” üzerine inşa edilir.

Birikim ve Medeniyet: Kindî, Yunan felsefesini tercüme etmekte bir sakınca görmemiş, “hakikat her nereden gelirse alınmalıdır” demiştir. Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesi” hedefi ve Batı’nın bilimsel ve hukuki birikimlerini alıp Türkiye’ye uyarlaması, bu Kindîci tavrın 20. yüzyıldaki tezahürüdür. Her ikisi de evrensel olan akıl ve bilgi birikiminden yararlanmayı savunmuştur.

Ancak bu okuma bir eleştiriyi de beraberinde getirmelidir: Atatürk’ün projesi, “rıza”yı bireysel dini ve manevi bir kavram olmaktan çıkarıp, seküler ve hukuki bir temele oturtmuştur. Kindî’nin dünyasında “rıza”, nihai olarak Allah’ın rızasına bağlanırken, Atatürk’ün modelinde bu, bireylerin ve toplumun birbirinden ve devletten aldığı rızaya dönüşmüştür. Bu, modernleşme sürecinin kaçınılmaz bir sonucudur ve projenin hem gücünü hem de (dini duyarlılıkları ihmal ettiği yönündeki) eleştirilerin kaynağını oluşturur.

Sonuç: İnsan-ı Kâmilin Cumhuriyeti

“Köpek metaforu”, bize insan olmanın statik bir durum değil, dinamik bir süreç, bir “yol” (seyr ü sülük) olduğunu hatırlatır. Bu yol, sorumluluk, öz-yoklama, telafi ve nihayetinde rıza arayışı ile döşenmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu, bu bireysel yolculuğu, bir ulusun kolektif yolculuğuna dönüştürme çabasıydı. Onun kurduğu laik, demokratik, sosyal hukuk devleti, “insan-ı kâmil” idealini anayasal ve kurumsal bir çerçeveye oturtmayı amaçlayan bir “toplumsal sözleşme”dir. Bu sözleşme, bireylere “kümesin dar kalıplarını” (dogmaları, bağımlılıkları, cehaleti) kıracak özgürlük ve araçları sunarken, aynı zamanda onlardan kendi eylemlerinin sorumluluğunu alan, haksızlık yaptığında telafi eden ve birbirinin rızasını arayan “yurttaşlar” olmalarını bekler.

Kindî’nin 9. yüzyılda yaktığı akıl, bilim ve felsefe meşalesi, Atatürk’ün 20. yüzyıl projesini anlamak için değerli bir perspektif sunar. Her ikisi de insan aklının ve ahlakının potansiyeline duydukları derin inançta birleşir. Son tahlilde, gerçek anlamda insani ve ileri bir toplum, bireylerinin sürekli olarak kendi sûret ve sîretleri arasındaki uyumu aradığı, birbirlerine karşı sorumluluklarını hiç unutmadığı ve nihai hedef olarak kolektif bir “rıza” halini inşa etmek için çaba gösterdiği bir toplumdur. Atatürk’ün mirası, işte bu zorlu ama onurlu yolun ta kendisidir.

KAYNAKÇA

Arslan, Ahmet. İslam Felsefesi Üzerine. Ankara: Vadi Yayınları, 1999.

Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989.

Fakhry, Majid. İslam Felsefesi Tarihi. Çev. Kasım Turhan. İstanbul: İnsan Yayınları, 2004.

Hanioğlu, M. Şükrü. Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton: Princeton University Press, 2011.

Kindî, Ya‘kūb b. İshak el-. Kindî Felsefi Risaleler. Çev. Mahmut Kaya. İstanbul: Klasik Yayınları, 2002.

Lewis, Bernard. Modern Türkiye'nin Doğuşu. Çev. Metin Kıratlı. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2004.

Mardin, Şerif. *Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908*. İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.

Ülken, Hilmi Ziya. Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi. İstanbul: Ülken Yayınları, 1992.

Walzer, Richard. Greek into Arabic: Essays on Islamic Philosophy. Columbia: University of South Carolina Press, 1962.

Zürcher, Erik Jan. Turkey: A Modern History. London: I.B. Tauris, 2004.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL