Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
89. Bölüm

Hipergerçeklik Çağında Rızalık Arayışı: Atatürk'ün İnsan-ı Kâmil Projesinin Baudrillardiyen Bir Eleştirisi

31 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesinin merkezinde yer alan "rızalık" ve "insan-ı kâmil" metaforunu, post-modern teori, özellikle de Jean Baudrillard'ın simülakr ve hipergerçeklik kavramları ışığında yeniden okumayı amaçlamaktadır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa etmeyi hedeflediği; aklı, vicdanı, sorumluluğu ve karşılıklı rızaya dayalı sosyal sözleşmeyi merkeze alan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli, modern bir "büyük anlatı" olarak kavramsallaştırılacaktır. Makale, bu projenin, bireyi "sûretten sîrete", yani içgüdüsel varlıktan eylemlerinin ahlaki sonuçlarından haberdar ve bu sonuçları telafi etme erdemine sahip bir "olgun insan" (insan-ı kâmil) dönüştürme hedefini analiz edecektir. Ardından, post-modernizmin, özellikle de Baudrillard'ın "büyük anlatıların çöküşü", "simülakrların evrimi" ve "hipergerçeklik" teorileri kullanılarak, bu modern projenin günümüz tüketim toplumu, medya bombardımanı ve anlamın buharlaştığı bir çağda nasıl bir dönüşüme uğradığı veya sorgulandığı eleştirel bir bakışla incelenecektir. Sonuç olarak, "köpek metaforu" ve "rızalık yolu"nun, hipergerçek bir dünyada hâlâ nasıl bir anlam ifade edebileceği ve Atatürk'ün insan merkezli uygarlık idealinin post-modern koşullarda nasıl yeniden yorumlanabileceği üzerine bir tartışma yürütülecektir.

Anahtar Kelimeler: Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Atatürk, Modernite, Post-Modernizm, Jean Baudrillard, Simülakr, Hipergerçeklik, Büyük Anlatı.

Giriş: Metaforun Derinliği ve Modern Bir Proje Olarak Rızalık Yolu

"Köpek metaforu", insan olma halini ontolojik ve ahlaki bir sorgulamaya tabi tutar. Sûret (görünüş) ile sîret (öz) arasındaki bu ayrım, insanı, salt biyolojik bir varlık olmanın ötesine, eylemlerinin farkında olan ve bu eylemlerin toplumsal sonuçlarından sorumluluk duyan bir varlık düzeyine yükseltir. Metaforun özü, "rıza"nın inşasına dayanır: zarar vermek, bu zararın farkına varmak, telafi etmek ve nihayetinde mağdurun rızasını alarak sosyal dokuyu onarmak. İşte Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa ederkenki temel hedefi, bu bireysel erdemi toplumsal bir norma dönüştürmek, "kul" değil, "özgür iradeli ve sorumlu birey" yetiştirmek olarak özetlenebilir.

Bu proje, katı bir şekilde modern bir "büyük anlatı"dır. Aydınlanma değerlerinden (akıl, bilim, ilerleme, evrensel ahlak) beslenir. Topluma ve tarihe dair totalize edici, tek ve rasyonel bir açıklama ve dönüşüm planı sunar: Geleneksel, dogmatik toplum yapısından; akıl, bilim ve laik hukuk temelinde örgütlenmiş, modern bir ulus-devlete geçiş. Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyi" hedefi, bu büyük anlatının nihai varış noktasıdır. Buradaki "insan", rasyonel, özerk, çalışkan, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde, diğer bireylerle rıza temelinde ilişki kuran modern bir öznedir. Devletin rolü ise, bu öznenin yetişmesi için gerekli hukuki, eğitimsel ve sosyal altyapıyı (laik hukuk, karma eğitim, kadın hakları, sosyal haklar) tesis etmektir.

1. Post-Modernizmin Büyük Anlatılara İtirazı ve Baudrillard'ın Radikal Tezi

Post-modernizm, tam da bu türden büyük anlatılara karşı kökten bir şüpheyi ifade eder. Jean-François Lyotard'ın tanımıyla post-modern durum, "büyük anlatıların meşruiyetlerini yitirdiği" bir durumdur. Aydınlanma'nın evrensel akıl ve sonsuz ilerleme vaadi, Marksizm'in sınıfsız toplum ütopyası gibi, Atatürk'ün çağdaş uygarlık projesi de post-modern bakış açısından, tek ve mutlak bir hakikat iddiası taşıdığı için eleştiriye açıktır. Bu eleştiri, projenin kendi iç değerlerinden (akıl, bilim, adalet) ziyade, onun totaliter bir doğaya dönüşme, farklılıkları, çoğulculuğu ve yerel anlatıları yok sayma potansiyeline işaret eder.

Jean Baudrillard, bu şüpheciliği en uç noktaya taşıyarak, artık bir "gerçeklikten" bile söz edilemeyeceğini iddia eder. Ona göre modernite, gerçekliğin yerini alan "simülakrlar" (imgeler, temsiller) üretmiştir. Baudrillard'ın simülakrların dört evresi, Atatürk'ün projesinin zamanla nasıl bir dönüşüm geçirebileceğini analiz etmek için çarpıcı bir çerçeve sunar:

Gerçekliğin Yansıması: Atatürk'ün ilkeleri (Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik vs.), somut bir gerçekliği (Anadolu halkının kurtuluş mücadelesini, çağdaşlaşma arzusunu) temsil eder. İlk dönem uygulamalar, bu temsille güçlü bir bağ içindedir.

Gerçekliğin Maskelenmesi ve Tahrifi: Zamanla, bu ilkeler dogmatik bir şekilde yorumlanabilir, eleştirilere kapatılabilir. İlkenin "özü" ile onun "resmi söylemdeki" temsili arasında bir uçurum oluşabilir. Örneğin, laiklik, özgürlükçü bir ilke olmaktan çıkıp, dini yaşamı baskılayan bir araç olarak yorumlanabilir.

Gerçekliğin Yokluğunun Maskelenmesi: İlkeler, temsil ettikleri orijinal ruhu ve toplumsal gerçekliği tamamen kaybettiklerinde bile, sanki hâlâ o gerçekliği temsil ediyormuş gibi sunulmaya devam ederler. Söylem, içi boş bir ritüele, bir "simülakr"a dönüşür.

Saf Simülakr / Hipergerçeklik: Artık ilkelerin gerçeklikle hiçbir bağı kalmaz. Kendi kendine referans veren, kapalı bir sistem haline gelir. Örneğin, "Atatürkçülük", tarihsel bir proje ve felsefi bir derinlik olmaktan çıkıp, medyada, siyasette ve gündelik hayatta tüketilen, çoğu zaman içeriğinden bağımsız bir "imgeye", bir markaya dönüşebilir. Bu, Baudrillard'ın "hipergerçeklik" dediği, gerçeklikten daha gerçek, ama tamamen yapay bir düzlemdir.

2. Rızalık Yolunun Hipergerçeklikteki Serüveni: Bir Analiz

"Köpek metaforu"ndaki rızalık eylemi, son derece somut, diyalojik (karşılıklı iletişime dayalı) ve yüz yüze bir ilişkiyi gerektirir. Zarar gören ve zarar veren vardır. Telafi edilecek somut bir kayıp (tavukların parası) ve alınacak somut bir rıza vardır. Peki, Baudrillard'ın tanımladığı, imgelerin, medyanın ve simülasyonların hâkim olduğu post-modern bir dünyada bu diyalog nasıl işler?

Tüketim Toplumu ve Rızanın Metalaşması: Baudrillard, modern insanın artık nesneleri ihtiyaç için değil, onların temsil ettiği anlamlar (statü, başarı, mutluluk vaadi) için tükettiğini söyler. Bu bağlamda, "rıza" da metalaştırılabilir. Özür dilemek, bir sosyal medya gönderisine; telafi etmek, gösterişli bir bağış kampanyasına; pişmanlık, rating getiren bir televizyon programına indirgenebilir. Eylem, "özür dilenmiş görünmek" için yapılır, samimi bir pişmanlık ve diyalog için değil. Bu, rızalık yolunun bir "simülasyonu"dur.

Sessiz Yığınlar ve Anlamın Buharlaşması: Baudrillard'ın "sessiz yığınlar" dediği, medya enformasyonuyla pasifize olmuş bireyler, artık metaforik "kümes sahibi" ile derinlemesine bir diyalog kuramaz hale gelebilir. Sürekli bir bilgi ve imge yağmuru altında, eylemlerinin ahlaki sonuçlarını düşünme, özünü yoklama kapasitesi zayıflayabilir. Toplum, "cahiller"in (kendini daima aklayanların) gürültüsü ile "ârifler"in (özünü yoklayanların) sessiz çabası arasındaki dengeyi kaybedebilir. Bu durum, insan-ı kâmil olma yolundaki en büyük engellerden biridir.

Hukuk Devletinin Simülakrlaşma Riski: Atatürk'ün insan merkezli hukuk devleti, rızalığın kurumsal karşılığıdır. Adalet, zararın telafisi için soyut ve evrensel bir mekanizma sunar. Ancak, Baudrillardiyen bir bakış, hukuk sisteminin de bir simülakrlar dünyasına dönüşebileceğini gösterir. Hukuk, adaleti sağlamaktan ziyade, kendi iç prosedürlerinin, bürokratik dilinin ve medyatik duruşmaların gösterisine hapsolabilir. "Haklı çıkmak", "gerçek adaleti sağlamak"tan daha önemli hale gelebilir. Bu, devletin "rıza" üretme kapasitesini aşındırır.

3. Sentez ve Sonuç: Hipergerçeklikte Kemale Doğru

Post-modern ve Baudrillardiyen eleştiri, Atatürk'ün modernite projesinin naif bir iyimserlikle, toplumsal gerçekliğin karmaşıklığını ve özellikle de simülakrların yıkıcı gücünü hafife aldığını iddia edebilir. Proje, "akıl ve vicdan"ın her zaman saf ve erişilebilir olduğu varsayımına dayanırken, post-modernite bize aklın ve vicdanın da medya, reklam ve iktidar söylemleri tarafından nasıl şekillendirildiğini, hatta üretildiğini gösterir.

Ancak, bu eleştiri, projenin tamamen geçersiz olduğu anlamına gelmez. Aksine, onu güncellememiz, daha esnek ve çoğulcu bir okumaya tabi tutmamız gerektiğini gösterir. "Köpek metaforu"nun derin felsefesi, hipergerçeklik koşullarında bile geçerliliğini korur. İnsan-ı kâmil olma yolundaki "özü yoklama", "kusur arama" ve "telafi etme" edimleri, bireyi simülasyonlar dünyasında bir "gerçeklik" ve "otantisite" arayışına iter.

Atatürk'ün projesinin günümüzdeki anlamı, katı ve değişmez bir dogma olarak korunması değil, onun merkezindeki etik özün (rıza, sorumluluk, akıl, emek) yeniden yorumlanmasıdır. Bu, daha mütevazı, daha az "büyük anlatı"cı, daha çoğulcu ve eleştirel bir modernleşme anlayışını gerektirir. Hedef, "çağdaş uygarlık"ın tek ve nihai bir model olduğu iddiasından vazgeçip, onun yerine, kendi iç hesaplaşmasını yapabilen, farklılıklara saygı duyan ve daima "rıza"yı arayan, dinamik ve açık uçlu bir uygarlık tartışmasını sürdürmek olmalıdır.

Nihayetinde, Baudrillard'ın karanlık teşhisine rağmen, "köpek metaforu" bize bir umut ışığı sunar: Hipergerçekliğin en kalın bulutlarının ardında bile, incittiğini fark edip, dönüp zararını telafi etmeye ve o incinenin rızasını almaya çalışan bir birey, sîrette insan-ı kâmil olma yolunda ilerlemeye devam eder. Atatürk'ün mirası, işte bu bireyin yetişebilmesi için bir zemin, bir ideal olarak değerini korumaktadır. Gerçek kemalet, bu ideale körü körüne bağlanmakta değil, onu eleştirel akıl ve samimi vicdanla yeniden inşa etme cesaretinde yatar.

Kaynakça:

Baudrillard, Jean. (1981). Simülakrlar ve Simülasyon. Dokuz Eylül Yayınları.

Baudrillard, Jean. (1970). Tüketim Toplumu. Ayrıntı Yayınları.

Lyotard, Jean-François. (1979). Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor. Vadi Yayınları.

Best, S. & Kellner, D. (1991). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Ayrıntı Yayınları.

Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Berkes, Niyazi. (1978). Türkiye'de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Mardin, Şerif. (1991). Türkiye'de Toplum ve Siyaset. İletişim Yayınları.

Fromm, Erich. (1947). Man for Himself: An Inquiry into the Psychology of Ethics. Holt Paperbacks. (Kendini Savunan İnsan: Ahlak Psikolojisi Üzerine Bir İnceleme)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL