Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
64. Bölüm

Diyalektik Materyalizm Işığında Bir Rıza Projesi Olarak Atatürk'ün İnsan Merkezli Uygarlık Tasavvuru: Köpek Metaforundan Toplumsal Sözleşmeye

28 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, insan olma halinin ontolojik ve etik bir sorgulaması olarak sunulan "köpek metaforu"ndan yola çıkarak, bireysel "rızalık" arayışının toplumsal düzlemdeki yansımasını incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, öncelikle metaforun bireyci ve ahlaki boyutlarını çözümleyecek, ardından bu felsefenin, Karl Marx'ın diyalektik materyalist perspektifiyle okunabilecek toplumsal bir projeye nasıl dönüştüğünü araştıracaktır. Temel argümanımız, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği modern Türkiye'nin, sadece siyasi-ekonomik bir yapılanma değil, aynı zamanda ve daha önemlisi, "sûretten sîrete" geçişi hedefleyen, sorumlu, özgür ve rıza üreten "insan-ı kâmil"leri (kamil insanları) yetiştirmeyi amaçlayan felsefi bir temele dayandığıdır. Bu bağlamda, Atatürk'ün laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli, tarihsel materyalist bir bakışla, "kul"dan "birey"e, "tebaa"dan "yurttaş"a evrilmenin ve nihayetinde kolektif bir rıza toplumu inşa etmenin bir aracı olarak analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Rızalık, Diyalektik Materyalizm, Atatürk Devrimleri, İnsan-ı Kâmil, Toplumsal Sözleşme, Sûret-Sîret, Tarihsel Materyalizm, Öznel Bilinç, Laiklik, Sosyal Hukuk Devleti.

Kaynakça Gösterme Stili: APA 7

Giriş: Metaforun Felsefi Anatomisi
Verilen metin, insan olma durumunu, salt biyolojik bir kategori olmaktan çıkarıp etik ve ontolojik bir projeye dönüştürür. “Köpek metaforu”, bu projenin temelini oluşturan üçlü bir ayrım sunar:

Sûret (Form) İnsanı: Biyolojik olarak insan türüne ait olan, ancak eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarından bihaber, içgüdüsel düzeyde yaşayan varlık. Metaforik köpek ile aynı epistemolojik konumdadır.

Sîret (Öz) İnsanı: Eylemlerinin etik değerinin farkına varan, sorumluluk bilinci geliştiren birey. Bu, insan olma yolculuğunun ilk kritik adımıdır; öznel bilincin uyanışıdır.

İnsan-ı Kâmil (Olgun İnsan): Sadece farkındalıkla yetinmeyip, hatasını telafi etme, zararı tazmin etme ve nihayetinde “rızalık” alma eylemini gerçekleştiren kişi. Bu, bilinç ile praksisin (eylem) diyalektik birliğidir.

Bu aşamalı model, bireyin içsel bir yolculuğu gibi görünse de, aslında derinden sosyolojik ve tarihseldir. Hiçbir birey, içinde yaşadığı toplumsal-ekonomik yapıdan bağımsız olarak “kâmil”leşemez. İşte bu noktada, Karl Marx’ın, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa sorun onu değiştirmektir” şeklindeki ünlü 11. Tez’i devreye girer. Bireysel erdem projesi, onu mümkün kılacak ve besleyecek toplumsal bir dönüşüm projesi olmadan eksik kalır.

Bölüm 1: Diyalektik Materyalizm ve İnsanın Özü Üzerine Bir Tez
Marx, Hegel’in idealist diyalektiğini alarak onu “ayakları üzerine” oturttuğunu söyler. Hegel için tarih, Tin’in (Geist) kendini gerçekleştirme süreci iken, Marx için tarih, üretim ilişkileri ve sınıf mücadeleleri tarafından şekillenen maddi koşulların diyalektik hareketidir. Feuerbach’tan etkilenerek, insanın özünün, onun toplumsal ilişkilerinde yattığını savunur. İnsan, içine doğduğu maddi koşullar (altyapı: ekonomi, üretim biçimi) tarafından şekillenir; düşünceleri, değerleri, dinleri ve kültürü (üstyapı) ise bu maddi temelin bir yansımasıdır.

Metaforun Materyalist Okuması:
“Köpek” ve “sûret insanı”, içgüdüleri ve içine doğduğu geleneksel, dogmatik yapılar tarafından belirlenmiş bir bilinç durumunu temsil eder. Bu, altyapının üstyapıyı (burada bireyin bilincini) mutlak belirlediği bir aşamadır. “Sîret insanı”nın ortaya çıkışı, bir tür “sınıf bilinci”ne benzetilebilir. Birey, içinde bulunduğu pasif konumu sorgulamaya, eylemlerinin sonuçlarını görmeye başlar. Bu, öznel bir devrimdir. Nihayet “insan-ı kâmil”, bu yeni bilinç düzeyini, maddi dünyayı değiştirmek için kullanır: Tavukların parasını öder, yani maddi bir telafi eyleminde bulunur. Praksis, teoriyi doğrular ve tamamlar.

Marx’a göre, insanın yabancılaşmasının sona ermesi ve özüne kavuşması, ancak sınıfsız, sömürüsüz bir toplumda (komünizm) mümkün olacaktır. Atatürk’ün projesi, komünist bir hedef gütmemekle birlikte, benzer şekilde, bireyi dogmatik ve geleneksel yapıların (feodal, teokratik üstyapının) belirleyiciliğinden kurtararak, onu özgür ve sorumlu bir özne haline getirmeyi amaçlayan maddi bir dönüşüm projesidir.

Bölüm 2: Atatürk’ün Devrimleri: Rıza Toplumunun Altyapısını İnşa Etmek
Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devrimci hamleleri, salt siyasi birer karar olarak değil, “kümesin dar kalıplarını kırarak” yeni bir insan ve toplum tipi yaratma çabası olarak okunmalıdır. Bu, üstyapıyı doğrudan dönüştürerek altyapıyı ve dolayısıyla bireyin bilincini (sîretini) değiştirmeye yönelik diyalektik bir müdahaledir.

Laiklik İlkesi: Feodal ve teokratik düzende, bireyin ahlaki kodları ve dünya görüşü, dini otoriteler tarafından dikte edilir. Birey, “köpek metaforu”ndaki gibi, eylemlerinin sonuçlarını sorgulayamaz; iyi ve kötüyü dışarıdan öğrenir. Laiklik, ahlak ve hukuk alanını dini otoriteden özerkleştirerek, bireye “kendi aklını kullanma cesareti” (Kant) alanı açar. Böylece birey, eylemlerinin sorumluluğunu tanrısal veya feodal bir otoriteye değil, kendi vicdanına ve toplumsal sözleşmeye dayandırmak zorunda kalır. Bu, “sîret insanı” olmanın ön koşuludur.

Kaynak: Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris. (Özellikle Sekülerleşme bölümleri)

Hukuk Devrimi ve Medeni Kanun: Şer’i hukuktan laik, modern hukuk sistemine geçiş, “rıza”nın ve “tazmin”in kurumsallaşmasıdır. Metafordaki “tavukların parasının ödenmesi” somut bir hukuki ilkeye dönüşür: Tazminat, müeyyide, haksız fiil sorumluluğu. Hukuk, artık kulun kulluk statüsünü değil, bireyin özgürlük alanını ve bu özgürlüğün ihlal edildiğinde başvurabileceği mekanizmaları tanımlar.

*Kaynak: Shaw, S. J., & Shaw, E. K. (1977). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey: Volume 2, Reform, Revolution, and Republic: The Rise of Modern Turkey 1808-1975. Cambridge University Press.*

Eğitim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) ve Millet Mektepleri: Eğitim, üstyapıyı yeniden üreten en önemli araçtır. Geleneksel eğitim, “sûret insanı”nı, yani itaatkâr tebaayı üretmeye hizmet eder. Atatürk’ün eğitim devrimi ise, aklı ve bilimi rehber edinen, eleştirel düşünebilen, “hakikati arayan” bireyler yetiştirmeyi hedefler. Bu, “sîret”e ulaşmanın entelektüel yoludur. Harf devrimi de sadece bir yazı değişikliği değil, entelektüel bir dönüşüm ve geçmişin dogmatik metinleriyle bağları zayıflatma hamlesidir.

Kaynak: Kaplan, İ. (1999). Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi. İletişim Yayınları.

Ekonomi Politikaları (Devletçilik): Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık ve bireysel özerklikten bahsedilemez. Feodal ağa-şeyh ilişkisi, kişiyi ekonomik olarak bağımlı kılarak onun “rıza” üretme kapasitesini elinden alır. Atatürk’ün devletçilik politikaları ve sanayileşme hamleleri (örneğin, Sümerbank, Etibank), bir yandan ulusal bir burjuvazi yaratmayı, diğer yandan da bireyi toprak ağasına değil, üreten bir vatandaşa dönüştürmeyi amaçlamıştır. “Alın teri dökerek helal kazanç” elde eden birey, metaforumuzdaki “tazminatı ödeyebilecek” ekonomik özgürlüğe kavuşur.

*Kaynak: Boratav, K. (2003). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002. İmge Kitabevi.*

Bölüm 3: Rıza, Sözleşme ve İnsan-ı Kâmilin Toplumsal Tezahürü
Atatürk’ün inşa ettiği sistem, Jean-Jacques Rousseau’nun “toplumsal sözleşme” kavramının diyalektik materyalist bir yorumu gibidir. Bu sözleşme, bireylerin, “genel irade”yi oluşturmak üzere özgür iradeleriyle bir araya gelmeleridir. Ancak Atatürk’ün modeli, bunun nasıl mümkün olacağına dair somut bir cevap sunar: Bireyleri, önce dogmatik zincirlerinden kurtararak (laiklik, eğitim), sonra onlara sözleşmenin tarafı olma hakkı ve yeteneği vererek (hukuk devrimi, siyasi haklar) ve nihayetinde sözleşmeyi sürdürebilecekleri maddi özgürlüğü sağlayarak (ekonomi politikaları).

Bu sistemde “rıza”, sadece bireyler arası bir olgu değil, aynı zamanda birey ile devlet arasında kurulan ilişkinin de temelidir. Birey, artık padişahın “kulu” değil, Cumhuriyet’in “yurttaşı”dır. Yurttaşlık hakları, bu yeni statünün garantisidir. Bu, kolektif bir “insan-ı kâmil”leşme projesidir. Toplum, kusuru daima dışarıda arayan, kendini aklamaya çalışan “cahiller” topluluğu olmaktan çıkıp, “özünü yoklayan, kusurunu arayan, hatasını telafi eden” “ârifler ve kâmiller” topluluğuna dönüşme potansiyeli taşır.

Kaynak: Rousseau, J. J. (1762). The Social Contract. (Türkçe: Toplum Sözleşmesi, İş Bankası Kültür Yayınları)

Kaynak: Göle, N. (1997). The Quest for the Islamic Self within the Context of Modernity. In S. Bozdoğan & R. Kasaba (Eds.), Rethinking Modernity and National Identity in Turkey. University of Washington Press. (Modernleşme ve yurttaş kimliği üzerine eleştirel bir bakış için)

Bölüm 4: Eleştirel Bir Sentez: Projenin Diyalektiği ve Günümüz Antitezleri
Hiçbir tarihsel proje, diyalektik sürecin dışında değildir. Atatürk’ün tezi, kendi antitezini de içinde barındırır veya zamanla üretir.

Jakobenlik Eleştirisi: Üstyapıyı hızlı bir şekilde dönüştürme çabası, zamanla “halka rağmen halk için” anlayışına evrilebilmiştir. Bu, rıza üretim sürecinin kendisinin jakoben bir şekilde yönetilmesi çelişkisini doğurmuştur.

Burjuva Sınırlılığı: Proje, feodalizmi tasfiye ederken, esas olarak bir ulusal burjuvazi yaratmayı hedeflemiştir. Bu, Marx’ın işaret ettiği anlamda, proleteryaya dayalı bir toplumsal dönüşümden farklıdır ve kendi sınıfsal çelişkilerini üretmiştir.

Kültürel Yabancılaşma: Geleneksel değerlerin hızlı tasfiyesi, toplumun bir kesiminde derin bir kültürel boşluk ve yabancılaşma yaratmış, bu da “sûret” ile “sîret” arasında yeni bir gerilim alanı oluşturmuştur.

Günümüz Türkiye’sindeki birçok siyasi ve kültürel çatışma, bu tarihsel tez (Atatürkçü modernleşme) ile onun antitezleri (gelenekçi, muhafazakar, liberal eleştiriler) arasındaki diyalektik hareketin bir sonucu olarak okunabilir. Sorun, bu diyalektiğin senteze ulaşıp ulaşamayacağı, yani “rıza”ya dayalı yeni ve daha olgun bir toplumsal mutabakatın sağlanıp sağlanamayacağıdır.

Sonuç: İnsanlığın Diyalektik Yolculuğu
“Köpek metaforu”, evrensel ve zamanın ötesinde bir insanlık durumunu tasvir eder. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihsel projesi ise, bu bireysel ahlak felsefesini, diyalektik materyalist bir perspektifle toplumsal düzleme taşıma cesaretini göstermiş nadir örneklerden biridir. Onun kurduğu laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti, “kümes”in dar, dogmatik sınırlarını kırarak, aklın ve vicdanın ışığında ilerleyen, eylemlerinin sorumluluğunu alabilen, hatalarını telafi edebilen ve nihayetinde birbirinin rızasını arayan “kâmil insanlar”dan oluşan bir toplum (sentez) hayal etmiştir.

Bu proje, tarihsel koşulların ürünü olarak kusurlu ve eleştiriye açıktır. Ancak özünde taşıdığı felsefe –bireyin özgürleşmesi, aklın ve bilimin rehberliği, kolektif rıza arayışı– sadece Türkiye için değil, tüm insanlığın “sûretten sîrete” doğru olan diyalektik yolculuğunda ışık tutucu niteliktedir. Nihai hedef, Marx’ın da öngördüğü gibi, insanın kendi tarihinin bilinçli öznesi olduğu, kendi yabancılaşmasını aştığı bir toplum düzenidir. Atatürk’ün projesi, bu uzun ve zorlu yolculukta, tarihsel materyalizmin araçlarıyla donatılmış, son derece önemli ve değerli bir evreyi temsil etmektedir. Gerçek kemalet, bu yolun zorluklarını kabul ederek, eleştirel akılla, diyalojik bir şekilde ve daima rıza arayışı içinde yürümekte gizlidir.

Kaynakça

Boratav, K. (2003). *Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002*. İmge Kitabevi.

Göle, N. (1997). The Quest for the Islamic Self within the Context of Modernity. In S. Bozdoğan & R. Kasaba (Eds.), Rethinking Modernity and National Identity in Turkey. University of Washington Press.

Kaplan, İ. (1999). Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi. İletişim Yayınları.

Marx, K., & Engels, F. (1848). The Communist Manifesto. Penguin Classics.

Rousseau, J. J. (1762). The Social Contract. (Türkçe: Toplum Sözleşmesi, İş Bankası Kültür Yayınları, 2019).

Shaw, S. J., & Shaw, E. K. (1977). *History of the Ottoman Empire and Modern Turkey: Volume 2, Reform, Revolution, and Republic: The Rise of Modern Turkey 1808-1975*. Cambridge University Press.

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL