Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
72. Bölüm

Dil, Etik ve Rıza: Atatürk'ün Devlet Modelinin Analitik Felsefe Işığında Bir İncelemesi

34 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Wittgenstein'ın "Suskunluk" Önermesinden Hareketle "İnsan-ı Kâmil" ve "Rızalık Yolu" Kavramlarının Mantıksal Çözümlemesi

Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Giriş: Bir Metaforun Anatomisi
Metninizde sunulan "köpek metaforu", analitik felsefenin en temel uğraş alanlarından biri olan anlamın ve ahlaki sorumluluğun kökenlerine dair güçlü bir araçtır. Analitik gelenek, felsefi problemleri çözmek için onları daha küçük, mantıksal bileşenlerine ayırmayı (conceptual analysis) hedefler. Bu makalenin amacı, söz konusu metaforu ve ondan türeyen "rızalık yolu", "insan-ı kâmil" ve "Atatürk'ün insan merkezli devlet modeli" kavramlarını, başta Ludwig Wittgenstein, Bertrand Russell ve Gottlob Frege'nin fikirleri olmak üzere, analitik felsefenin araçlarıyla incelemektir.

Temel savımız şudur: Metninizdeki "köpek" ve "insan-ı kâmil" ayrımı, analitik etiğin "içgüdü/dürtü" ile "mantıksal, dilsel bir varlık olarak eylem" arasındaki ayrımıyla paraleldir. Atatürk'ün inşa ettiği sistem ise, bu "mantıksal ve ahlaki varlık" idealini, Wittgenstein'ın "dil oyunları" ve "hayat formu" (Lebensform) kavramları bağlamında, kolektif bir düzeye taşıyan, rasyonel bir "toplumsal sözleşme"den daha öte, "vicdani bir sözleşme" projesidir. Bu proje, Frege'nin aritmetiği mantığa indirgeme çabası gibi, siyaseti ve toplumsal yaşamı etiğe ve rızaya indirgeme çabasıdır.

Bu makale, öncelikle metaforun bileşenlerini analitik bir şekilde parçalayacak, ardından bu bileşenlerin Atatürk'ün devlet modeliyle olan ilişkisini, analitik felsefenin ışığında inceleyecek ve nihayetinde Wittgenstein'ın "Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı" sözünün, bu modelin sınırları ve imkânları hakkında bize ne söyleyebileceğini tartışacaktır.

1. Bölüm: Metaforun Mantıksal Atomlarına Ayrıştırılması
Analitik felsefe, karmaşık fikirleri en temel, bileşenlerine ayırarak anlaşılır kılmayı amaçlar. Metaforunuzdaki kavramları "mantıksal atomlar"a ayıralım.

1.1. Sûret (Form) ve Sîret (Öz): Bir Anlam İkiliği
Metafor, "sûret" (dış görünüş, form) ve "sîret" (iç yüz, öz, karakter) arasında bir ayrım yapar. Bu, Gottlob Frege'nin ünlü Sinn (Anlam) ve Bedeutung (Gönderim) ayrımını anımsatır.

Sûret (Gönderim/Bedeutung): "İnsan" kelimesinin gönderme yaptığı fiziksel, biyolojik varlık. İki ayaklı, konuşan, düşünen bir canlı. Bu, Frege için sadece referans'tır.

Sîret (Anlam/Sinn): "İnsan" olmanın taşıdığı anlam, yani ahlaki sorumluluk, vicdan, rıza arayışı. Bu, referansa ulaşma tarzımız, onun kavramsal içeriğidir.

Bir köpek ve "sûrette insan" (ahlaki bilinci olmayan kişi) için "tavuk yemek" eyleminin Bedeutung'u (fiziksel sonucu) aynıdır: Tavuk ortadan kalkar. Ancak Sinn'i, yani anlamı tamamen farklıdır. Köpek için eylem, nedensel bir içgüdüdür. İnsan için ise, dil ve mantıkla tanımlanabilir, ahlaki olarak yargılanabilir bir "eylem"dir. İşte "insan olma" yolculuğu, Sinn'in, yani eylemin anlamının bilincine varma sürecidir.

1.2. Rızalık Yolu: Bir Etik Proposizyonlar Bütünü
"Rızalık yolu", bir dizi etik önermenin (proposition) mantıksal sonucudur. Analitik felsefede, etik önermelerin doğruluk koşulları tartışılır. "Rızalık yolu" şu önermeleri içerir:

P1: Her insan eyleminin ahlaki bir değeri vardır (İyi/Kötü).

P2: Bu değer, eylemin sonuçlarının bilincinde olmakla ilişkilidir.

P3: Kötü bir eylem, tazminatı (telafiyi) gerektirir.

P4: Tazminat, mağdurun rızasını almayı gerektirir.

Sonuç: Bu nedenle, kemale ermiş insan (insan-ı kâmil), rıza arayışı içindeki kişidir.

Bu, mantıksal bir argümandır. Wittgenstein'ın Tractatus dönemindeki anlayışıyla, dünyanın olgularını mantıksal bir resim olarak tasvir eder. "Rıza", bu mantıksal uzaydaki en yüksek etik "olgu"dur.

1.3. Kusuru Kendinde Aramak: Bir Öznel Deneyimin Nesnelleştirilmesi
"Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim" ifadesi, analitik açıdan son derece derindir. Bu, dış dünyadaki bir olguyu (ayağa taşın dolanması) tamamen öznel bir içebakış (introspection) ve sorumluluk alanına çeker. Bu, Bertrand Russell'ın "logical atomism"inde bir "atomik olgu" değil, kompleks bir "psikolojik olgu"dur.

Wittgenstein'ın Felsefi Soruşturmalar'daki olgunlaşmış fikirleriyle düşünürsek, bu bir "dil oyunu"nun parçasıdır. "Ârif" ve "kâmil"in oynadığı dil oyunu, daima kusuru özünde aramak üzerine kuruludur. "Cahil"in oyunu ise, kusuru dışarıda, başka olgularda aramaktır. İki farklı "hayat formu", iki farklı dil oyunu ve dolayısıyla iki farklı dünya tasviridir.

2. Bölüm: Atatürk'ün Modelinin Analitik Bir Çözümlemesi: Rızanın Kurumsallaşması
Atatürk'ün 1923-1938 arasında inşa ettiği model, yukarıda ayrıştırdığımız bireysel etik önermeleri, kolektif, kurumsal bir düzeye taşıma projesidir. Bu, metaforun mantığını, devletin yapıtaşlarına uygulamaktır.

2.1. Laiklik: Ahlakın Metafizikten Mantığa Evrilmesi
Laiklik ilkesi, analitik felsefe açısından, etik dilinin kaynağını değiştirmiştir. Geleneksel olarak ahlakın kaynağı (tanrı, vahiy, metafizik inançlar) "anlamı" belirliyordu. Laiklik, ahlakı ve hukuku, toplumsal rıza, akıl ve ortak fayda üzerine inşa eder. Bu, Frege'nin matematiği metafizikten arındırıp mantığa dayandırma çabasının siyaset felsefesindeki karşılığıdır.

Ahlaki önermelerin doğruluğu artık metafizik bir otoriteye değil, insan aklının ve vicdanının intersübjektif (öznelerarası) alanında yapılan sözleşmeye dayanır. Bu, "rıza"yı, bireysel bir telafi eyleminden çıkarıp, toplumun tümünü kapsayan bir yönetim ilkesi haline getirir.

2.2. Hukuk Devleti: Tazminat ve Rızanın Normatif Çerçevesi
Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını öder. Bu, mikro düzeyde bir tazminat ve rıza eylemidir. Atatürk'ün "hukuk devleti" anlayışı, bu prensibi makro düzeyde, normatif bir sisteme dönüştürür.

Hukuk, toplumdaki "tavuk yeme" fiillerinin (haksızlık, suç, zarar) genel, öngörülebilir ve nesnel kurallarını koyar. Aynı zamanda, bu fiilleri işleyenlerden "tazminat" (ceza, tazminat hukuku) talep etmenin ve nihayetinde toplumsal "rıza"yı (adalet duygusu, sosyal barış) tesis etmenin yoludur. Yargı bağımsızlığı, bu tazminat mekanizmasının tarafsız ve güvenilir işlemesini sağlamak içindir; tıpkı bireyin vicdanının tarafsız olması gerektiği gibi.

2.3. Demokratik ve Sosyal Haklar: Rıza Üretim Mekanizmaları
Atatürk'ün modeli sadece "yapılan kötülüğü tazmin etmekle" yetinmez, "kötülüğün yapılmasını önleyecek" bir yapı kurar. Bu, proaktif bir rıza mühendisliğidir.

Demokratik Haklar (Seçme, seçilme, örgütlenme): Bireyi, kendisini yöneten kuralların oluşum sürecine dahil eder. Bu, en temel "rıza"yı (consent of the governed) üretmenin mantıksal ve pratik aracıdır. Birey, yönetilen değil, yönetime ortak olan öznedir. "Kula kul olmamak" tam olarak budur.

Sosyal Haklar ve Laik Eğitim: Metaforumuzdaki "cahil", kusuru daima dışarıda arar. Atatürk'ün hedeflediği "akıl ve bilimi rehber edinmiş birey" ise "ârif"tir, kusuru kendinde arar. Bu dönüşüm, ancak laik, bilimsel ve parasız bir eğitimle mümkündür. Sosyal devlet anlayışı, ekonomik eşitsizliklerin yaratacağı "rızasızlık" durumlarını (eşitsizlik, adaletsizlik) minimize ederek, toplumsal sözleşmeyi güçlendirir.

3. Bölüm: Wittgenstein'ın "Suskunluk" Uyarısı ve Modelin Sınırları
Ludwig Wittgenstein'ın "Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı" sözü, bu entire projeyi anlamak için kritik bir çerçeve sunar.

3.1. "Konuşulabilir Olan": Hukuk, Kurumlar ve Siyaset
Atatürk'ün inşa ettiği sistem, "konuşulabilir olan"ın alanıdır. Hukuk kuralları, anayasa maddeleri, eğitim müfredatı, siyasi prosedürler... Bunların hepsi dil ile ifade edilebilen, mantıksal olarak analiz edilebilen, tartışılabilen ve reforme edilebilen "olgu"lardır. Analitik felsefe, bu alanı incelemek için mükemmel bir araçtır.

3.2. "Konuşulamayan": Vicdan, Erdem ve İnsan-ı Kâmilin Özü
Ancak, metaforun kalbinde yatan "vicdan", "merhamet", "erdem" ve "insan-ı kâmil olma iradesi" gibi kavramlar, Wittgenstein'ın işaret ettiği "konuşulamayan" alana aittir. Bunlar gösterilebilir (shown) ama söylenemez (said). Bir yasada "vicdanlı olunması" emredilemez. Bir müfredata "merhamet dersi" konulamaz. Bunlar, kurumların değil, bireyin içsel, kişisel varoluşuna ait deneyimlerdir.

Atatürk'ün projesinin en hassas noktası burasıdır. O, konuşulabilir olanı (hukuk devleti, laik eğitim, demokrasi) inşa ederek, konuşulamayanın (vicdan, erdem, rıza arayışı) filizlenmesi için en uygun zeminı hazırlamıştır. Sistem, insanı "kümesin dar kalıplarından" kurtararak, onu "aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda" özgürce yürüyebileceği bir arena haline getirmiştir. Ama nihai olarak o yolda yürüme iradesi, "susulan" o içsel alanda, bireye aittir.

3.3. Eleştirel Bir Bakış: Dil Oyunlarının Çatışması
Analitik bakış, modelin karşılaştığı zorlukları da açıklar. Atatürk'ün kurduğu sistem, "ârif" ve "kâmil"in dil oyununu oynamaya niyetli bireyler varsayar. Oysa toplum, "cahil"in dil oyununu oynamaya devam eden, kusuru daima dışarıda arayan bireyler de barındırır. Bu iki farklı "hayat formu"nun çatışması, sistemin işleyişinde gerilimlere neden olur.

Örneğin, hukuk kuralları (konuşulabilir olan), bir yargıcın vicdani kanaatine (konuşulamayan) dayanır. Eğer yargıç, "ârif" değil de "cahil"in dil oyununa yakınsa, adalet tesis etme mekanizması aksar. Bu, sistemin insani zaafiyete açık olan kaçınılmaz sınırıdır.

Sonuç: Susulanı Göstermek
"Köpek metaforu" ve onun siyasi tezahürü olan Atatürk'ün devlet modeli, analitik felsefenin araçlarıyla incelendiğinde, son derece tutarlı ve derinlikli bir yapı olarak karşımıza çıkar. Bu model:

Fregeci bir anlam/gönderim ayrımı üzerine inşa edilmiştir (Sûret/Sîret).

Russellcı bir mantıksal atomizmle, karmaşık toplumsal olguları bireysel etik önermelere indirger.

Wittgensteinci bir perspektifle, "konuşulabilir olan"ın (hukuk, siyaset) sınırlarını çizer ve "konuşulamayan"ın (etik, vicdan) önemine işaret eder.

Atatürk'ün başarısı, "rıza yolunu" sadece bireysel bir mistik öğreti olarak bırakmayıp, onu laik hukuk normları, demokratik katılım ve sosyal adalet mekanizmalarıyla somutlaştırması, yani "konuşulabilir kılmasıdır". Nihai hedef, Wittgenstein'ın dediği gibi, "dünyanın nasıl olduğu"nu değil, "dünyanın nasıl olması gerektiği"ni işaret etmektir. Bu, susmakla yükümlü olduğumuz metafizik bir alan değil, aksine, akıl, bilim ve vicdanla inşa etmekle yükümlü olduğumuz etik ve siyasi bir projedir.

Gerçek kemalet, bu projeyi anlamak ve onun "ârif" ve "kâmil" bireylerini yetiştirmek için çabalamaktan geçer. Analitik felsefe ise, bu projenin mantıksal temellerini anlamamız ve onu daha ileri taşımamız için vazgeçilmez bir pusuladır.

Kaynakça
Frege, G. (1892). On Sense and Reference ("Über Sinn und Bedeutung"). Bu makale, anlam ve gönderim ayrımının temel metnidir.

Russell, B. (1905). On Denoting. Betimlemeler teorisi, dilin mantıksal analizi için kritik öneme sahiptir.

Wittgenstein, L. (1921). Tractatus Logico-Philosophicus. "Dünyanın mantıksal bir resmi olarak dil" ve "üzerine konuşulamayan konusunda susmalı" fikirleri bu eserde yer alır.

Wittgenstein, L. (1953). Philosophical Investigations ("Felsefi Soruşturmalar"). "Dil oyunları" ve "hayat formu" kavramlarını geliştirdiği olgunluk dönemi eseri.

Ayer, A. J. (1936). Language, Truth and Logic. Mantıksal pozitivizm ve etik diline yönelik tavrın anlaşılması için önemli bir eser.

Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. Atatürk'ün sosyal hukuk devleti anlayışının modern bir teorik çerçevesi olarak okunabilir.

Kılıçbay, M. A. (2000). Türkiye'de Laiklik ve Din. Laiklik ilkesinin Türkiye'deki anlam çerçevesinin anlaşılması için yerel bir kaynak.

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. Atatürk dönemi reformlarının tarihsel bağlamını anlamak için standard bir eser.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL