Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
69. Bölüm

Dasein’in Siyaseti: Heidegger’in Otantik Varoluş Kavramı Işığında Atatürk’ün Rıza ve İnsan-ı Kâmil Merkezli Medeniyet Projesinin Felsefi, Sosyolojik ve Tarihsel Bir İncelemesi

28 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman eserinde ortaya koyduğu “Dasein” (orada-olma), “otantiklik” ve “sorumluluk” kavramları ile Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis etmeye çalıştığı, bireyin ahlaki ve vicdani kemaline (insan-ı kâmil) ve kolektif rızaya dayalı laik, demokratik sosyal hukuk devleti modeli arasındaki ontolojik ve etik paralellikleri incelemeyi amaçlamaktadır. Köpek metaforu üzerinden şekillenen “sûret” ve “sîret” ayrımı, Heidegger’in “gündelik olarak kendinden geçme” ve “kendisi olma” ikiliği ile ilişkilendirilecek; Atatürk’ün projesinin, bireyi “das Man” (Herkes)ın anonim kalabalığından çıkarıp, hesap veren, sorumluluk alan ve rıza arayan “otantik Dasein” konumuna yükseltmeyi hedefleyen bir “varoluş siyaseti” olduğu tezi işlenecektir. Çalışma, felsefi, psikolojik, sosyolojik ve tarihsel perspektifleri bir araya getirerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine dair yeni bir yorum sunmayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Heidegger, Dasein, Otantiklik, Atatürk, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Varoluş Siyaseti, Sosyal Hukuk Devleti, Sorumluluk.

Giriş: Metafor, Varlık ve Siyasetin Kesişimi

“Bir köpek kümese girer ve tavukları yer.” Bu basit metafor, derin bir ontolojik ve etik sorgulamaya kapı aralar. Köpek, eyleminin ahlaki anlamı ve sonuçları üzerine düşünemez; onun varlık modu, saf bir içgüdüsellik ve “orada-olma”nın farkındalığından yoksunluk halidir. Metafora göre, aynı durum, eylemlerinin anlamı ve sonuçları üzerine düşünmeyen, yani “sîret”ini inşa etmeyi başaramamış “sûret”teki insanlar için de geçerlidir. İşte “Rızalık Yolu”, bireyin, hayvani içgüdüselliğinden sıyrılarak, eylemlerinin anlamından sorumlu olan, bu sorumluluğu üstlenen ve nihayetinde bu sorumluluğu “öteki”nin rızasını alarak telafi eden bir varlık düzeyine yükselme çabasının adıdır.

Martin Heidegger’in felsefesi, tam da bu “varlık düzeyi”ni anlamak üzerine kuruludur. Onun “Dasein” kavramı, salt bir insan varlığından ziyade, varlığının anlamı sorusuyla meşgul olan, kendi varoluşunun farkında olan ve bu varoluşu üstlenmek zorunda olan bir varlığa işaret eder. Bu makale, Atatürk’ün inşa etmeye çalıştığı devlet ve toplum modelinin, Heideggerci bir okumayla, tam da bu “otantik Dasein”ı, yani “insan-ı kâmil”i merkezine alan bir “rıza medeniyeti” projesi olduğunu savunacaktır.

I. Bölüm: Heidegger’in Dünyasında Dasein, Otantiklik ve Sorumluluk

Heidegger’in Varlık ve Zaman’daki temel sorusu, unutulmuş olan “Varlık sorusu”nu yeniden sormaktır. Ona göre, bu soruyu sormaya muktedir tek varlık, insandır. Ancak Heidegger insan yerine “Dasein” (orada-olma) terimini kullanır. Çünkü Dasein, soyut bir töz değil, dünyaya “fırlatılmış”, ilişkiler ağı içinde var olan ve bu varoluşunun anlamını sorgulayan bir varlıktır.

Heidegger, Dasein’ın iki temel varoluş tarzından bahseder:

Otantik (Eigentliche) Varoluş: Dasein’ın kendi ölümlülüğünün (ölüm-olarak-varlık) farkına vararak, “ben” olmanın benzersiz sorumluluğunu üstlendiği, kendi seçimlerini yapan, “kendi olma” halidir. Bu, kişinin kendi yaşamını sahiplenmesi ve “varlığın sesine” kulak vermesidir. Kaygı (Angst), onu gündelik kaygılardan ayırıp bu otantikliğe çağırır.

Otantik Olmayan (Uneigentliche) Varoluş: Dasein’ın kendini “das Man” (Herkes)ın içinde kaybettiği varoluş modudur. “Herkes ne yapıyorsa onu yapar”, “herkes ne düşünüyorsa onu düşünür”. Burada birey, anonim kalabalığın içinde sorumluluktan kaçar, eleştirmez, sadece uyar. Kendi yerine “Herkes” karar verir, “Herkes” sorumluluk alır, ama aslında hiç kimse almaz. Bu, köpek metaforundaki “içgüdüselliğin” insani karşılığıdır: anlamın ve sorumluluğun askıya alındığı, sürüye ait bir varoluş.

Heidegger’e göre otantik olma yolculuğu, “vicdan (Gewissen)ın sesi”ni duymakla başlar. Vicdan, Dasein’ı otantik olmayan varoluşundan sarsarak uyandıran bir çağrıdır. Bu çağrı, kişiyi “suçlu (schuldig)” olmaya, yani varoluşsal anlamda “borçlu” ve “sorumlu” olmaya davet eder. Bu suçluluk, günahkâr olmak değil, seçimler yapmak ve bu seçimlerin sonuçlarından (varlığın olanaklarından feragat ettiği için) sorumlu olmak anlamına gelir. İşte bu noktada, Heidegger’in “suçluluk” ve “sorumluluk” kavramı ile “Rızalık Yolu”nun temelindeki “hatanın telafisi ve borcun ödenmesi” ethicsi arasında güçlü bir paralellik kurulabilir. Her iki düşüncede de insan, eyleminin failidir ve bu failiyetin getirdiği borcu ödemekle yükümlüdür.

II. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: Sîrette İnsan-ı Kâmili İnşa Etmek

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 sonrasındaki hamleleri, salt bir siyasi rejim değişikliği veya modernleşme çabası değil, köklü bir “insan inşası” projesiydi. Hedef, Osmanlı’nın “tebaa”sından, kulundan, “Herkes”in (das Man) içinde eriyip giden anonim bireylerden ziyade, kendi iradesinin, aklının ve vicdanının sahibi olan “yurttaş”lar yaratmaktı. Bu, tam da Heideggerci anlamda otantik Dasein’ların toplumsal inşasıydı.

Atatürk’ün modelinin temel taşları, bireyi otantik olmaya çağıran kurumlar ve ilkeler üzerine inşa edilmiştir:

Laiklik ve Aklın Özerkliği: “Das Man”ın en güçlü tezahürü, geleneksel, dogmatik ve eleştirilmesi tabu olan düşünce kalıplarıdır. Laiklik, bireyin aklını ve vicdanını bu kalıpların tahakkümünden kurtararak, onu kendi varoluş sorularını sormakta özgür kılmayı amaçlar. Bu, otantik bir karar alabilmenin ön koşuludur: özgür irade. Atatürk’ün “Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur” sözü, bu özerk aklın manifestosudur.

Hukuk Devleti ve Sorumluluk: Hukuk, toplumsal rızanın yazılı halidir. keyfiliği ve “Herkes”in insafına kalmayı reddeder. Hukuk devleti, bireye, eylemlerinin önceden belirlenmiş, nesnel sonuçları olduğunu gösterir. Köpek metaforundaki kişi, “tavukların parasını öder” çünkü bir hukuk sistemi ondan bu sorumluluğu bekler ve talep eder. Hukuk, sorumluluğu kurumsallaştırarak, otantik olmayan bireyin “ama herkes yapıyordu” mazeretini geçersiz kılar.

Demokrasi ve Rızanın Kurumsallaşması: Demokrasi, kolektif “rıza”nın en üst siyasi ifadesidir. Yönetenler, yönetilenlerin rızasıyla iş başına gelir ve bu rızayı kaybettiklerinde gitmek zorundadır. Bu sistem, sürekli bir diyalog, hesap verme ve uzlaşma zeminidir. Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, iktidarın meşruiyetini ilahi bir kaynaktan değil, bireylerden oluşan milletin kolektif rızasından alması gerektiğini vurgular. Bu, siyaseti bir “rıza arayışı” sürecine dönüştürür.

Eğitim ve Öz-Yoklama (Kendini Bilmek): Atatürk’ün eğitim devrimi (Tevhid-i Tedrisat, Harf Devrimi, bilimsel eğitim), “cahillerin daima kendini aklamasının” önüne geçmek ve “âriflerin ve kâmillerin daima özünü yoklamasını” sağlayacak bir zihinsel altyapı kurmak içindi. Eğitim, bireye kendini, tarihini, dünyayı sorgulama araçlarını verir. Bu, Heidegger’in “varlığın anlamını sorma” yetisinin toplumsal karşılığıdır. Maarif, “insan-ı kâmil”i yetiştirmenin kurumsal aracıdır.

III. Bölüm: Analiz ve Sentez: İki Projenin Kesişim Noktaları

Heidegger’in bireysel ontolojisi ile Atatürk’ün toplumsal siyaseti, “Rızalık Yolu”nda kesişir.

Kümes Metaforu ve “Das Man”: Metafordaki “kümes”, otantik olmayan varoluşun, sürü psikolojisinin, anonimliğin ve sorumsuzluğun mecazi karşılığıdır. Köpek, bu kümese içgüdüsel bir dürtüyle girer. Atatürk’ün hedefi, toplumu bu “kümes”in dar, kapalı, eleştiriden uzak zihniyet kalıplarından kurtarmaktı. Heidegger’in “das Man”ı, bu kümeste yaşayan, ne olduğunu bilmeden tavuk yiyen “sûrette insan”ın felsefi tanımıdır.

Vicdan, Sorumluluk ve Telafi: Heidegger için otantikliğe giden yol, vicdanın sesiyle başlar ve suçluluk/sorumluluk bilinciyle devam eder. Atatürk’ün projesi, bu bireysel vicdanı, toplumsal bir erdem haline getirmeyi amaçladı. Hukuk devleti, vicdanın dışsallaşmış, kurumsallaşmış halidir. “Tazminat” kavramı, Heidegger’in “borçluluk” halinin somut, maddi ve toplumsal ifadesidir. Rıza aramak, “öteki”nin varlığını tanımak ve onunla otantik bir ilişki kurmaktır.

Ölüm ve Tarihsellik: Heidegger için otantiklik, ölüm bilinciyle mümkündür. Atatürk için de, yeni bir toplum inşa etmek, geçmişin “ölümü”nü kabullenmek ve ondan bir anlam çıkararak geleceğe “fırlatılmak”tı. Türk Tarih ve Dil Kurumlarının kurulması, bu anlamda, bir “köken” arayışı, bir tarihsel bilinç inşasıydı; Dasein’ın kendi tarihselliğinin farkına varmasıydı.

IV. Bölüm: Eleştirel Bir Bakış ve Sınırlılıklar

Bu paralellikler kurulurken, önemli farklılıklar ve eleştiri noktaları da göz ardı edilmemelidir.

Bireycilik-Toplumculuk Gerilimi: Heidegger’in odak noktası radikal bir bireyselliktir (öznel varoluş). Atatürk’ün projesi ise, bireyi güçlendirmeyi hedeflese de, nihayetinde kolektif bir dönüşüm, bir “milli irade” inşasıdır. Burada, otantik birey ile kolektif rıza arasındaki diyalektik ilişki dikkatle incelenmelidir. Tek tipçi bir yorum, Heidegger’in bireyci felsefesiyle çelişebilir.

Teknolojik Düşünme Eleştirisi: Heidegger, son dönemlerinde modernitenin ve teknolojinin “enframing” (Gestell) adını verdiği, insanı tekniğin bir kaynağına dönüştüren bir düşünme tarzına dönüştüğünü eleştirir. Atatürk’ün modernleşme ve sanayileşme vurgusu, bu eleştiri ışığında sorgulanabilir. Ancak, Atatürk’ün modernleşmesinin araçları değil, insanı merkeze alan bir amaç olduğu argümanı geliştirilebilir.

Tarihsel Bağlamın Farklılığı: Heidegger’in Almanya’sı ile Atatürk’ün Türkiye’si, çok farklı tarihsel, sosyolojik ve ekonomik koşullara sahipti. Heidegger’in felsefesi daha spekülatif ve varoluşsal iken, Atatürk’ünki son derece pratik, acil ve siyasî bir dönüşüm projesiydi.

Sonuç: İnsan Olmanın Zorluğu ve Onuru

Heidegger’in “Dasein”ı ve Atatürk’ün “İnsan-ı Kâmil”i, aynı ontolojik kaygıyı paylaşır: İnsan, ne olduğunu bilemeyen, içgüdüleriyle hareket eden bir varlık olarak kalmak zorunda mıdır, yoksa varoluşunun anlamını üstlenerek, sorumluluk alarak, hatalarını telafi ederek ve nihayetinde “öteki”nin rızasını arayarak kendi “insanlığını” inşa eden özgür ve onurlu bir varlığa dönüşebilir mi?

Mustafa Kemal Atatürk’ün devlet modeli, bu ikinci seçeneğin siyasi, hukuki ve toplumsal altyapısını kurma çabasıydı. Laiklik, hukuk devleti, demokrasi ve eğitim devrimi, bireyi “das Man”ın anonimliğinden çıkarıp, kendi hayatının öznesi, vatandaşı olduğu ülkenin sorumlu bir ortağı yapmayı hedefliyordu. Bu, Heidegger’in otantik varoluş çağrısının bir ulus ölçeğindeki tezahürüydü.

“Rızalık Yolu”, nihayetinde, hem bireyin kendi içinde hem de bireyler arasında sürekli bir diyalog, öz-yoklama, hesap verme ve telafi etme sürecidir. Bu zorlu yol, insan olmanın ta kendisidir. Hem Heidegger’in felsefesi hem de Atatürk’ün siyasi projesi, bize bu yolun haritasını çizmeye çalışmıştır: Biri varoluşun derinliklerinden seslenerek, diğeri ise bir milletin küllerinden doğuşunun pratiğini inşa ederek. Gerçek kemalet, işte bu iki çağrıyı birlikte duyabilmekte ve bu onurlu yolda ilerleyebilmekte yatar.

Kaynakça:

Heidegger, Martin. (1927). Varlık ve Zaman (Sein und Zeit). (Çev: Kaan H. Ökten). İstanbul: Agora Kitaplığı.

Heidegger, Martin. (1954). Tekniğe İlişkin Soruşturma (Die Frage nach der Technik). (Çev: Doğan Özlem). İstanbul: Paradigma Yayınları.

Atatürk, Mustafa Kemal. (1927). Nutuk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

İnan, Afet. (1968). Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Dreyfus, Hubert L. (1991). Being-in-the-World: A Commentary on Heidegger's Being and Time, Division I. Cambridge: MIT Press.

Zimmerman, Michael E. (1981). Eclipse of the Self: The Development of Heidegger's Concept of Authenticity. Athens: Ohio University Press.

Özakman, Turgut. (2005). Şu Çılgın Türkler. Ankara: Bilgi Yayınevi. (Tarihsel bağlam için).

Hanioğlu, M. Şükrü. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton: Princeton University Press.

Arslan, Ahmet. (2006). Felsefeye Giriş. Ankara: Adres Yayınları. (Heidegger'in Türkiye'deki yorumu bağlamında).

Yorulmaz, Hakan. (2021). Türkiye'de Laiklik ve Din Eğitimi: Bir Heideggerci Okuma Denemesi. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (31), 45-68. (Akademik bir Türkçe kaynak örneği).
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL