Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
62. Bölüm

Aklın ve Vicdanın İnşası: Voltaire’in Lenslerinden Atatürk’ün Rızalık Temelli İnsan Merkezli Uygarlık Projesi

27 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, Türk modernleşmesinin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa ettiği devlet ve toplum modelini, Aydınlanma filozofu Voltaire’in felsefi perspektifinden yeniden okumayı amaçlamaktadır. Makalenin temel argümanı, Atatürk’ün projesinin, sadece siyasi veya ekonomik bir dönüşüm değil, aynı zamanda derin felsefi ve ahlaki temelleri olan, “insan-ı kâmil” idealinden neşet eden bir “rızalık medeniyeti” inşası olduğudur. Voltaire’in akıl, vicdan, hoşgörü ve özgür düşünce vurgusunun, Atatürk’ün laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışında nasıl somut bir karşılık bulduğu; “köpek metaforu” üzerinden anlatılan bireysel kemale erme yolunun, kolektif bir toplumsal sözleşmeye nasıl dönüştürüldüğü psikolojik, sosyolojik, tarihsel ve felsefi boyutlarıyla incelenecektir. Analiz, Atatürk’ün, Voltaire’in düşünsel mirasını, yerel bir hakikat ve erdem anlayışıyla (Rızalık Yolu) sentezleyerek, evrensel bir uygarlık idealini Anadolu toprağına nasıl nakşettiğini ortaya koymayı hedeflemektedir.

Giriş: İki Düşünür, Bir Hakikat Arayışı

François-Marie Arouet, nam-ı diğer Voltaire (1694-1778), Fransız Aydınlanması’nın en parlak ve sivri dilli isimlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Onun mücadelesi, kilisenin dogmatizmine, mutlak monarşinin keyfiliğine ve cehaletin karanlığına karşı aklın, eleştirel düşüncenin ve ifade özgürlüğünün bayrağını taşımak üzerine kuruluydu. “Fikirlerinize katılmıyorum, ama onları savunma hakkınızı ölümüne savunacağım” sözüyle özdeşleşen Voltaire, bireyin otoriteler tarafından ezilmediği, vicdanen özgür olduğu ve düşüncelerini özgürce ifade edebildiği bir toplum düşlüyordu. Onun için kemal, kişinin kendi aklını kullanma cesareti göstermesinden (Kant’ın da işaret ettiği gibi Sapere Aude!) ve bu aklı toplumsal hayatı düzenlemek için kullanmasından geçiyordu.

Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) ise, bir imparatorluğun enkazı üzerinde yepyeni bir ulus-devlet inşa ederken, benzer bir aydınlanmacı ruhu Anadolu’ya taşıdı. Onun projesi, sadece siyasi bağımsızlıkla sınırlı değildi; hedefi “çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak” ve daha da ötesi, onu aşmaktı. Bu hedef, köklü bir toplumsal dönüşümü, zihniyet devrimini gerektiriyordu. Atatürk’ün “en hakiki mürşit ilimdir” vecizesi, Voltaire’in akla ve bilime yaptığı vurguyla birebir örtüşmektedir.

Bu makale, bu iki tarihsel figürü doğrudan bir karşılaştırma yapmak için değil, Atatürk’ün kurucu felsefesini anlamak için Voltaire’in düşünsel araçlarını (lenslerini) kullanmak amacındadır. Temel sorularımız şunlardır: Voltaire’in idealindeki “akıl ve vicdan sahibi birey” ile “köpek metaforu”nda tasvir edilen “sûretten sîrete, oradan insan-ı kâmile uzanan birey” arasında nasıl bir paralellik kurulabilir? Atatürk’ün devleti, bu bireysel dönüşümü kolektif bir düzleme, bir “rızalık toplumu”na nasıl taşımıştır? Ve nihayet, Voltaire’in eleştirel bakışı, bu projenin hangi yönlerini aydınlatır, hangi yönlerini eleştirebilir?

I. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Sûret, Sîret ve Rızalık Yolu

Metnin çıkış noktası olan “köpek metaforu”, insan olma haline dair derin bir felsefi psikoloji sunar.

Sûret (Form) ve Sîret (Öz) İkilemi: Metafor, insanı hayvandan ayıranın sadece biyolojik bir form (“sûret”) olmadığını, aksine ahlaki bir öz (“sîret”) olduğunu vurgular. Köpek, içgüdüsel bir eylemde bulunur (tavukları yer) ve bu eylemin ahlaki sonuçlarından (kümese verdiği zarar, sahibinin rızasının ihlali) bihaberdir. İşte “sûreten insan” da, eylemlerinin etik boyutunu, toplumsal sonuçlarını ve yarattığı mağduriyetleri düşünemeyen, içgüdüleri, ihtirasları veya cehaleti tarafından yönetilen bireydir. Bu, Voltaire’in amansızca savaştığı “cehalet” ve “dogmatizm” durumuna denk düşer. Voltaire için de gerçek insan, kendi eylemlerini eleştirel akıl süzgecinden geçirebilendir.

Sorumluluk Bilinci ve Rıza: Metafora göre insan olma yolculuğu, kişinin eylemlerinin sonuçlarının bilincine varmasıyla (“farkına varmak”) başlar. Bu, Aydınlanma’nın temel taşı olan “özerklik” ve “özbilinç” kavramlarıdır. Ancak metafor, burada durmaz. Asıl erdem, bu bilinçle yetinmeyip, hatayı telafi etmek ve mağdurdan rızalık almaktır. Rıza (rıza), burada sadece bir af dileme değil, bir ilişkiyi onarma, adaleti tesis etme ve sosyal dokuya yeniden katılma eylemidir. Bu, bireysel düzeyde bir “toplumsal sözleşme”nin mikro-kozmosudur.

Kemalete Ermek: Telafi ve rızalık sürecini tamamlayan birey, artık “insan-ı kâmil” mertebesine yükselir. Bu, statik bir son durum değil, sürekli bir öz-yoklama, kusur arama ve düzeltme pratiğidir. “Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar.” Bu ifade, Voltaire’in ve genel olarak Aydınlanma’nın “eleştirel akıl” vurgusunun bireysel ahlak düzlemindeki yansımasıdır. Kemalet, kendini aklamak değil, kendini eleştirmek ve dönüştürmektir.

II. Bölüm: Voltaire’in Lensleri: Akıl, Eleştiri ve Hoşgörü

Atatürk’ün projesini anlamak için Voltaire’in düşünce dünyasına kısaca göz atmak elzemdir.

Akıl ve Bilim (Rasyonalizm): Voltaire, Descartes ve Newton’dan derinden etkilenmiştir. Ona göre, doğal dünya ve toplumsal yaşam, akıl ve gözlem yoluyla anlaşılabilir ve düzenlenebilir. Kilisenin doğaüstü açıklamalarına ve batıl inançlara şiddetle karşı çıkmıştır. “İnanmak için anlamak gerekir” yaklaşımı, dogmanın yerine eleştirel aklı koyar.

İfade ve Din Özgürlüğü: Voltaire’in en çok bilinen mücadelesidir. Écrasez l'infâme! (Alçaklığı ezin!) sloganıyla, kilisenin siyasi gücünü, dogmatizmini ve hoşgörüsüzlüğünü hedef almıştır. Onun savunduğu, her bireyin inanç veya inançsızlığını özgürce ifade edebilmesi ve bu konuda devletin tarafsız kalmasıdır (laiklik). Felsefe Sözlüğü’ndeki “Hoşgörü” maddesi, bu düşüncenin manifestosudur.

Adalet ve Hukuk: Voltaire, adaletsizliğe ve hukukun keyfi uygulanmasına karşı amansız bir savaş vermiştir. Jean Calas davasında olduğu gibi, haksız yere mahkum edilen insanların avukatlığını yapmıştır. Onun için hukuk, aklın toplumsal yaşamdaki somut tezahürü ve bireyi devletin keyfiliğinden koruyan en önemli kalkandır.

İlerleme Fikri: Voltaire, insanlık tarihini akıl ile cehalet, hoşgörü ile bağnazlık arasındaki bir mücadele olarak görür. Ona göre, aklın ve bilimin rehberliğinde insanlık ilerleyebilir, daha iyi, daha adil ve daha mutlu bir toplum inşa edebilir.

III. Bölüm: Atatürk’ün İnşası: Rızalık Yolunun Devlet Modeline Yansıması

Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devrimleri, yukarıdaki metafor ve Voltaire’in fikirleri ışığında yeniden okunduğunda, bir “kâmil toplum” inşa projesi olarak görülür. Bu proje, bireysel “rıza”yı, kolektif “rıza”ya dönüştürmenin kurumsal çerçevesini oluşturur.

Laiklik: Vicdan Özgürlüğü ve Aklın Özerkliği: Atatürk’ün laiklik anlayışı, din işleriyle devlet işlerinin ayrılmasının çok ötesindedir. Voltaire’in mücadelesinin bir uzantısı olarak, bireyin vicdanını dogmatik otoritelerin elinden kurtarmayı ve aklı özerk bir yargı mercii haline getirmeyi hedefler. Şer’iye Mahkemeleri’nin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Medeni Kanun’un kabulü, toplumsal hayatın dini kurallar yerine akılcı, seküler hukuk normlarıyla düzenlenmesi anlamına geliyordu. Bu, “sûreten insan”ın, içgüdüsel/kabilevi bağlardan kurtularak, kendi aklıyla karar veren “özerk birey”e dönüşümünün hukuki altyapısıdır. Devlet, artık bir mezhebin veya tarikatın değil, tüm vatandaşların rızasına dayanacaktır.

Hukuk Devleti: Adalet ve Tazmin Mekanizması: Metaforumuzdaki kişi, verdiği zararı tazmin ederek rızalık alır. Atatürk’ün kurduğu hukuk devleti, bu bireysel erdemi toplumsal düzeyde kurumsallaştırma çabasıdır. Hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, anayasal haklar… Tüm bunlar, toplum içindeki ilişkileri keyfiliğe değil, önceden belirlenmiş, adil ve herkese eşit uygulanan kurallara bağlar. Bir vatandaşın hakkı ihlal edildiğinde, “köpek” gibi içgüdüsel bir tepki (intikam, kan davası) değil, mahkemeye başvurarak hukuki bir tazminat talep etmesi beklenir. Bu, modern toplumun rızalık arama mekanizmasıdır. Voltaire’in Calas için verdiği mücadele, bu sistemin neden hayati olduğunun kanıtıdır.

Eğitim Devrimi: Ârif ve Kâmil Bireyler Yetiştirmek: Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Cumhuriyet’i emanet ettiği gençlik, metaforumuzdaki “cahil” değil, “ârif” ve “kâmil” olmalıydı. Eğitim devrimi, dogmatik, ezberci, ümmet yetiştiren bir sistemden; eleştirel düşünen, bilimsel bakabilen, özünü yoklayan, kusurunu arayan ve vatandaşlık bilincine sahip bireyler yetiştiren bir sisteme geçişti. Köy Enstitüleri gibi projeler, bu aydınlanmış bireyi Anadolu’nun her köşesine taşıma idealinin ürünüydü. Bu, Voltaire’in “aklını kullanma cesareti göster!” çağrısının kitlesel bir eğitim politikasına dönüşmüş halidir.

Ekonomi Modeli: Helal Kazanç ve Alın Teri: Metafor, “alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde eden”i yüceltir. Atatürk’ün ekonomi politikaları (karma ekonomi modeli, özellikle 1930’ların devletçilik ilkesi) sömürüye, tefeciliğe veya rantçılığa değil; üretime, emeğe ve millî sermayenin oluşumuna dayanıyordu. Amaç, “kümes”in dar kalıplarında başkasının hakkını yiyen değil, üreterek toplumsal refaha katkıda bulunan, dolayısıyla toplumun “rızasını” hak eden bireyler yaratmaktı.

IV. Bölüm: Eleştirel Bir Sentez: Voltaire’in Bakışıyla Güçlü ve Zayıf Yönler

Voltaire’in eleştirel lenslerini Atatürk’ün projesine tuttuğumuzda, hem güçlü örtüşmeler hem de eleştiri potansiyeli taşıyan noktalar görürüz.

Güçlü Örtüşmeler:

Akıl ve Bilim Vurgusu: Her iki düşünür de aklı ve bilimi toplumsal ilerlemenin ve bireysel özgürleşmenin temel aracı olarak görür. Atatürk’ün “aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolu” ifadesi, Voltaire’in tüm felsefesinin özüdür.

Laiklik: Voltaire, dinin devlet işlerine karışmaması gerektiğini savunurdu. Atatürk’ün laiklik uygulamaları, bu düşüncenin radikal bir tezahürü olarak görülebilir.

Hukukun Üstünlüğü: Voltaire’in adalet arayışı, Atatürk’ün hukuk devleti ilkesinde somutlanmıştır. Her ikisi de keyfi yönetime karşı hukuku savunur.

İlerleme Fikri: Her ikisi de insanlığın akıl yoluyla daha iyi bir duruma gelebileceğine inanmış, statükoya ve geleneğe eleştirel bakmıştır.

Eleştirel Bakış Açıları (Voltaire’in Perspektifinden Olası Eleştiriler):

Jakobenizm ve “Aydınlanmış Despotluk” Riski: Voltaire, “aydınlanmış bir hükümdar” (II. Frederick) fikrine sempati duysa da, nihayetinde mutlakiyetçiliğin eleştirmeniydi. Atatürk’ün devrimleri, zamanın koşulları gereği tepeden inmeci (jakoben) bir karakter taşır. Voltaire, bu top-down (tepeden inme) dönüşümün, halkın “rızası”nı tam olarak yansıtıp yansıtmadığını veya süreç içinde otoriterleşme riski taşıyıp taşımadığını sorgulayabilirdi. Tek parti dönemi uygulamaları, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, Voltaire’in keskin eleştirisine hedef olabilirdi.

Bireysel Özgürlüklerin Sınırları: Voltaire, ifade özgürlüğünün neredeyse mutlak bir savunucusuydu. Atatürk dönemi uygulamalarında, devrimleri koruma gerekçesiyle bu özgürlüklerin sınırlandığı görülmüştür. Voltaire, “devrimi koruma” gerekçesinin, en nihayetinde eleştirel aklı ve kendi fikirlerinin gelişimini baskılamak için kullanılabileceğini söyleyebilirdi.

Pozitivizmin Dogmalaşma Tehlikesi: Atatürk’ün “bilim” vurgusu bazen katı bir pozitivizme kayabilmiştir. Voltaire, aklı kutsamanın da yeni bir dogma haline gelebileceği, hayatın poetik ve metafizik boyutlarının görmezden gelinebileceği konusunda uyarıda bulunabilirdi.

Sonuç: İnsan Merkezli Bir Uygarlığın Mirası

Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa ettiği sistem, “köpek metaforu”nda somutlanan bireysel erdemler yolunu (“Rızalık Yolu”), bir ulusun kuruluş felsefesi haline getirme çabasıdır. Bu, Voltaire’in Avrupa’da teorisini yaptığı aklın, bilimin, hoşgörünün ve hukukun egemen olduğu bir toplum modelinin, Anadolu’ya özgü koşullarda, yerel ve manevi bir kavramla (“rıza”) sentezlenerek pratiğe geçirilmiş halidir.

Atatürk’ün projesi, kula kul olmayan, özgür iradeli, eylemlerinin sorumluluğunu alan, hatasını telafi eden, helal kazanç peşinde koşan ve nihayetinde birbirinin rızasını arayan “kâmil bireyler” yetiştirmeyi hedefledi. Bunun için de laikliği, hukuk devletini, eğitim devrimini ve üretime dayalı bir ekonomiyi araç olarak kullandı.

Voltaire’in eleştirel bakışı, bu projenin jakoben, tepeden inmeci ve zaman zaman özgürlükleri sınırlayıcı yönlerine ışık tutabilir. Ancak nihai hedefteki örtüşme çarpıcıdır: İnsanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve aklın ve vicdanın aydınlattığı bir uygarlık inşa etmek.

Bugün Türkiye’nin ve dünyanın içinden geçtiği buhranlı dönem, “Rızalık Yolu”nun ve onun kurumsal ifadesi olan Atatürk’ün insan merkezli uygarlık projesinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha göstermektedir. Sorun, sadece ekonomik veya siyasi değil, aynı zamanda derin bir ahlaki ve felsefi bir sorundur. Çözüm ise, hem bireyin kendi özünü yoklamasında, hem de toplumsal ilişkileri “rıza” üzerine yeniden inşa etmesinde yatmaktadır. Atatürk’ün ve onun felsefi öncüllerinden biri olan Voltaire’in mirası, işte bu zorlu ama onurlu yol için bir kılavuz olmayı sürdürmektedir.

Kaynakça:

Voltaire. (1764). Felsefe Sözlüğü (Dictionnaire philosophique portatif). (Özellikle “Akıl”, “Hoşgörü”, “İnanç”, “Özgürlük” maddeleri).

Voltaire. (1763). Hoşgörü Üstüne Bir İnceleme (Traité sur la tolérance).

Atatürk, M. K. (1927). Nutuk.

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları.

Berkes, Niyazi. (1978). Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Hanioğlu, M. Şükrü. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

Mardin, Şerif. (1997). Türkiye’de Toplum ve Siyaset. İletişim Yayınları. (Özellikle “Jakobenizm” üzerine makaleler).

Tanilli, Server. (1996). Voltaire ve Aydınlanma. Cem Yayınevi.

Zürcher, Erik Jan. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL