Gölgelere sinmiş eski bir adın, zamanın içinden bugüne sızan lirik bir yankısı. “Nasrel”, taşlara kazınmış bir kaderle bir gölgenin yarım kalmış hikayesini buluşturan bir yaşam rivayeti. Bir vadide ba...
Kasaba senin ölümünden sonra tuhaf bir sessizliğe gömüldü. Rüzgar bile çekingen esiyor, taş ustalarının çekiç sesleri sanki bir yas ayini gibi daha kısık, daha utangaç çınlıyordu. Köyün yaşlıları “bazı ölümler vadiden geçmez, vadinin içine yerleşir” derdi. Seninki de öyle oldu. Nasrel seni bulduğunda karın üzerinde yatıyordun; yüzünde kimsenin tarif edemediği bir huzur kırığı vardı. Kadın yüzüne baktığında, yıllardır görmediği bir ifadeyi fark etti: Kendini affetmiş birinin izini. Bunu görünce gözleri dolmadı, çünkü gözyaşı acıyı taşır ama sessizlik acıyı gömer. Ellerini yavaşça yüzüne götürdü. Soğuk teninin altında hâlâ bir hatıra ısısı vardı. Belki son nefesinin bıraktığı bir izdi, belki de yalnızca onun sana duyduğu aşkın tortusu. Kasabada kimse görmedi ama Nasrel o gün konuşmadan, vedasız, selamsız gitti. Seni bulduğu yere diz çöktüğü an, kendi içindeki bir kapı kapanmıştı zaten. Gidişinden önce kutsal yolun kenarına dikilmiş o sütuna yürüdü. Senin ellerinin izi hâlâ üzerindeydi. Sütunun yüzeyinde kazınmış harflerin, adeta derin bir yorgunluk aldığı hissediliyordu. Nasrel, keselenmiş bir nefes gibi, cebindeki küçük taşı çıkarıp sütunun dibine bıraktı. Taşın üzerinde hiçbir işaret yoktu. Ama o taş, bir insanın kalbi gibi ağırdı. İçinde sanki söylenememiş bir cümlenin ağırlığı vardı. Giderken sadece bir kez geri döndü. Sanki kalan gölgene son kez bakmak için. Baktı, başını eğdi ve fısıldadı: “Taş seni aldı. Benim payıma boşluğun düştü.” Sonra yürüdü. Vadinin rüzgarı saçlarını savurdu, kadın kayboldu. Sen öldükten sonra ustalar arasında garip bir söylenti dolaşmaya başladı. Sütunun yanından geçenler, geceleri bir fısıltı duyduklarını söylüyordu. Bir harf değil, bir kelime değil, ama bir sızı gibi. Bazıları bunun taşın kendi nefesi olduğunu iddia etti. Bazıları bunun ölmeden önce kazıdığın ama söyleyemediğin bir cümlenin gölgesi olduğunu. Köyün yaşlı bilgesi şöyle dedi: “İnsan bazen ölmez; geri bıraktığı işin içine sıkışır.” Sütun senin mezarın değildi ama senin yerine sustuğu bir yerdi. Kasabadan çıktıktan sonra Nasrel önce kuzeye yürüdü. Uçsuz bucaksız topraklarda tek bir insanın ayak sesinin hükmü bile vardır. Gece olduğunda bir kayanın gölgesine sığındı. Senin taşlara olan yakınlığın gibi, o da taşın soğukluğunda nefes aldı. Kollarını dizlerine sarıp uzun süre kıpırdamadan oturdu. O an sana seslendi ama sesi duyulmadı. Çünkü ses değil, içindeki yoksunluk konuşuyordu: “Sen giderken taş seni aldı. Ben kaldım ve hiçbir şey beni almadı.” Bu cümlenin içinde tüm ömrünün kırığı saklıydı. Ertesi gün yola devam etti. Dağları aştı, vadileri geçti. İçinde büyüyen sessizlik onu hem taşıyor hem de öldürüyordu. Bir süre sonra insanlar onunla ilgili dedikodular yaydı: “Usta ölünce karısı gölgelerin ardına karışmış.” “Dağ ruhları onu aldı.” “Belki de kendi gölgesine yenildi.” Ama gerçek bir tek taşa sinmişti. Senin en büyük işin olan o sütunun iç yüzünde, kimsenin bilmediği bir çizik vardı. Sütun dikilmeden önce, karanlık bir akşam usta çırakların görmediği bir anda sütunun gövdesine çok kısa bir işaret kazımıştın. Bir harf değildi. Bir isim değildi. Bir bekleyişti. Sadece şu kadar: “N” Bu N harfi kimsenin fark edemeyeceği kadar küçüktü. Ama taşa kazınan her iz, taşın hafızasında sonsuz kalır. Kimse bilmedi ama sen o harfi Nasrel için kazımıştın. O nefesin, o suskunluğun, o yarım kalan cümlenin baş harfiydi. Belki bir vedaydı, belki bir özürdü, belki de “Ben bittim, ama sen sür” demekti.
Yıllar geçti. Sütun hâlâ ayakta duruyor. Sütunun önünden geçen herkes, geceleri soğuk bir rüzgarın küçük bir harfi taşıdığını söylüyor. Bir rüya gibi, bir sis gibi, bir hüzün gibi. Fısıltı hep aynı yere varıyor: “N…” Sütun böylece hem senin mezarın oldu hem de Nasrel’in unutamadığı ağırlık. Kendin taş oldun, o ise taşın taşıyamadığı ağırlık.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.