İstanbul'un baharında, üniversite kampüsünün naifliğinde başlayan ve imkansızlıkla mühürlenen bir aşkın hikayesi.
Elif (Şehir ve Bölge Planlama öğrencisi), ailesine olan sorumlulukları nedeniyle aşka...
İstanbul, baharın ilk ılıman nefesini tarihi üniversite kampüsüne usulca bırakıyordu. Asırlık çınar ağaçlarının gölgesi, avludaki taş zemine dantel gibi düşüyor, genç fidanların filizlenmeye başlayan yaprakları, yeni bir umudu fısıldıyordu. Elif, kütüphaneden çıkmış, ders notlarının ağırlığı omuzlarında, geleceğin belirsizliği ise yüreğinde bir sızıydı. Yirmi yaşının getirdiği naifliğe rağmen, gözlerinde memleketinden uzakta okumanın getirdiği ağırbaşlı bir ciddiyet vardı. Amacı belliydi: ailesini gururlandırmak ve onlara daha iyi bir hayat sunmak. Aşka, hele ki şu sıralar, ayıracak lüksü yoktu. En azından kendine sürekli bunu telkin ediyordu. Ta ki onu görene kadar. Deniz, Mimarlık Fakültesi’nin hemen yanındaki, mermer basamakları aşınmış amfinin önünde, kampüsün en kalabalık saatinde bile sanki zaman durmuşçasına kendi köşesindeydi. Dizine koyduğu eskiz defterine eğilmiş, etrafındaki uğultuyu ve karmaşayı silmiş gibiydi. Elif, birkaç gündür onu uzaktan izliyordu; kalın telli, dağınık saçları, hafifçe çökük omuzları ve çenesini dayadığı elinin duruşunda, çevresindeki gösterişli binalardan daha eski, daha derin bir melankoli taşıyordu. Deniz’in kaleminin her hareketi, çevresindeki dünyadan bir şeyleri alıp kendi dünyasına aktarıyordu sanki. Elif’in kalbi, mantığına rağmen, her görüşünde istemsizce hızlanıyordu. Birkaç gün sonra, kader ağlarını, İstanbul’un arka sokaklarından birinde, toz ve eski kokan bir sahafta ördü. Sağın Sol’un Kitaplığı. Ne ad, ne yer! Köşede, neredeyse görünmez bir kapıdan girilen, ışığı loş, rafları tavana dayalı bu küçük dükkan, Elif’in sığınağıydı. Parası yetmese bile saatlerce eski kitapların kokusunu içine çekmek, ona memleketindeki huzuru anımsatıyordu. Elif, arka odadaki, üzeri tamamen unutulmuş şiir kitaplarıyla kaplı masanın önünde, Cahit Sıtkı’nın şiirlerini mırıldanıyordu ki, bir ses irkildi. “Ah, ‘Desem ki’... Yanlış hatırlamıyorsam o dize, ‘Ne zaman seni düşünsem, bir ceylan su içer.’ diye devam ederdi.” Elif hızla döndü. Deniz, elinde kalın, deri kaplı bir defterle, hemen arkasındaydı. Yüzü, kampüstekinden daha yumuşak, gözleri daha yakındaydı. Elif, utangaçça gülümsedi. “Siz... Mimarlık’tansınız, değil mi?” Deniz de gülümsedi. Bu gülümseme, üzerindeki tüm melankoliyi anlık da olsa sildi. “Evet. Ama ruhum, muhtemelen bu sahafta, mimariden çok daha eski bir şeylerin içinde sıkışıp kalmış olmalı. Siz de sanırım edebiyatçısınız?” “Hayır, ben de Mimarlık’tanım,” dedi Elif. “Şehir ve Bölge Planlama. Ama eski şiirler, binaların rasyonelliğinden kaçış yolum.” Deniz’in gözleri parladı. “Kaçış yolu. Güzel tarif. Benimkisi de bu eskiz defteri. Buradaki çizgiler, kafamdaki gürültüyü susturuyor.” O günden sonra Sahaf, onların gizli buluşma noktası oldu. Konuştukça, aralarındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu fark ettiler. İkisi de aynı hassasiyete, aynı hayallere sahipti. Deniz’in ailesinin Boğaz’daki yalıları, Elif’in memleketindeki mütevazı evi; Deniz’in ailesinin ondan beklediği görkemli kariyer, Elif’in ailesine duyduğu sorumluluk... Tüm bu farklar, sahafın loş ışığında eriyip yok oluyordu. Bir öğleden sonra, Deniz, omuz silker gibi konuştu: “Ailem, benim için bir gelecek çizdi. Parlak, kusursuz... ve boğucu. Benden, onların sosyal çevresine uygun, ‘düzgün’ biri olmamı bekliyorlar. Kendi gölgem olmamı istiyorlar, Elif.” Elif, onun elini usulca tuttu. “Benim de bir gelecek borcum var onlara. Okulu bitirmeliyim. Benim için asıl tehlike, bu borcu ödemeden hayallere dalmak. Çünkü hayaller, çoğu zaman yoksulları yakar, Deniz.” Deniz, Elif’in gözlerindeki o hem güçlü hem de kırılgan ifadeye baktı. O an, bu aşkın, hayatının en tehlikeli ve en gerçek şeyi olduğunu anladı. Ayrılırken, Deniz, deri kaplı, kalın defteri Elif’e uzattı. “Bu, benim şiir defterim. Yıllardır içimde biriktirdiğim, hiç kimseye göstermediğim her şey var içinde. Sana ait olmasını istiyorum. Ve bir şey daha...” Elif, defteri şaşkınlıkla aldı. Deniz, aceleyle sahaftan ayrılırken fısıldadı: “Bu bahar, bizim. Kimse görmese de, kimse bilmese de... Bu, bizim ‘gizli baharımız’.” Elif, pencereden dışarı baktı. Yağmur ince ince çiseliyordu. Elindeki defter, kalbine inat, yanmaya başlamıştı. Biliyordu. Bu aşk, başlamadan önce bile, kavuşmanın imkansızlığıyla mühürlenmişti.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.