Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
Kalbe Düşen İkindi
Kalbe Düşen İkindi – Manevî Deneme / Tasavvuf Sohbetleri / Aşk Dünya, kimi zaman sevdiklerimizle, kimi zaman korktuklarımızla sınandığımız bir imtihan yeridir. Bu eser; kıssalar, menkıbeler ve sohb...
55. Bölüm

Satırlara Sızan Aşk

74 Okuyucu
2 Beğeni
0 Yorum
Mehlika, odasının kapısını kapatır kapatmaz sırtını ahşap kapıya yasladı. Kalbinin atışları, göğsüne sığmaz olmuştu. Bir an nefesini tuttu, sonra derin bir iç çekişle yatağına bıraktı kendini. Gözlerini tavana dikti; tahta tavan arasındaki işlemelerde hayal kurar gibi, İmam Efendi’nin sesini duydu yeniden.
“Ahvaliniz nasıllar Mehlika Hatun?”
“İyi…”
“Dersleriniz yoluna girdi mi?”
“Evet…”

Cümleler kulaklarında çınladıkça, dudakları kendi kendine kıpırdadı. Her kelimeyi sanki yeniden söyler gibi tekrar ediyordu. O sırada göz kapakları ağırlaştı, ruhu daraldı. Birden yatağından doğruldu:
“Hayır… Yatmakla iyileşmez bu yürek. Şifam, kalemin ucundadır,kalk Mehlika yazmalısın” dedi içinden.

Masanın başına geçti, elini kalemine uzattı. Yanında, her zaman sığınağı bildiği yeşil kaplı defteri vardı. Parmaklarıyla kapağını araladığında kalbi birden hızlandı. Çünkü defter, eskisi gibi değildi. Sayfaların arasına ince beyaz bir kâğıt ilişmiş, üstüne de kırmızı bir gül bırakılmıştı. O an dünya susmuş, yalnız kalbinin sesi duyulur olmuştu.

Elleri titreyerek kâğıdı aldı. Kâğıdın kokusunda gülün tazeliğiyle birlikte sanki İmam’ın nefesi de vardı. Satırlara gözü değdiğinde, gönlünün sırlarını bilen bir sesle karşılaştı.

İmam Efendi’nin Mektubu

“Ey gönlümün sırrını deftere emanet eden Mehlika Hatun,
Defterinizin arasında gönlümün sessizliğini size arz etmeden edemedim.
Bu fakir, kazaen elime geçen defterinizin satırlarında kalbinizin incilerini okudu. Evvelâ biliniz ki her bir cümlenizde iffet ve edebin süsü vardı; hayâ ile yazılmış, Rabbimizin huzurunda dahi utanılmayacak satırlardı.

Bu satırları sana sunarken ne elimde bir cesaret, ne dilimde bir iddia vardır;
yalnızca gönlümde, hürmet ve edep ile yoğrulmuş bir muhabbet gizlidir.

Seni ilk defa şadırvanda gördüğümde,
yüzündeki haya ve başörtünün ardına gizlenmiş vakur tebessüm,
kalbimde ebedî bir kışta açan ilk gonca gibi kıpırdadı.

Anladım ki, her suskun bakış, bir duadır;
her edeb, bir muhabbet fermanıdır.

Ve yine sahafhanede kaderin latif bir işaretiyle buluşunca tevafuken,
kalbim dedi ki: "İşte hakikat budur;
Zarif bir çiçek gibi kokusuyla var olan,
göze değil, gönle açılan..."


Kalbinizin bana karşı taşıdığı meveddeti gördüm. Ve biliniz ki ben dahi uzun zamandır bu muhabbeti kalbimde saklıyor, yalnız Rabbime arz ediyordum. Lâkin sizin kaleminiz, benim suskunluğumu aşikâr etti. Artık saklamak, hıyanet olurdu.
Bu fakirin size karşı gönlünde doğan hissi mânâ bardağını taşırmış, kalem sırra şahit olmuştur.
Sevda, halkın dilinde hoyratça anılan bir kelime olsa da, benim gönlümde yalnızca helâl dairesinde güzeldir. Kalbinizde bana yer açmış olmanız, benim için en büyük emanet ve en ağır mesuliyettir. Zira bilirim ki bir hanımın gönlü, emanettir, nazlı bir güldür.

Bu gül, size takdimimdir. Zira siz de nazarımda bir gül-i ra’nâsınız.
Hâsıl-ı kelâm; bu satırlar gönlümün sır kapısıdır.
Eğer bir gün, kısmet olursa,
Sana sahifeler dolusu değil,
Bir tek sahife sunmak isterim:
Üzerinde yalnızca şu yazı bulunsun:

"Sen razı isen, ben binlerce kez razıyım."

Ve eğer münasip görürsen,
Bir gün adımlarımızı
Aynı secdeye, aynı duâya,
Aynı sevdaya bağlayalım...
Eğer bu kalp yolculuğu sizin için de bir kader nişanesi ise, Rabbimiz kolayını ve hayrını ihsan edecektir. Eğer değilse, yine de biliniz ki ben, Mehlika Hatun, sizi duâlarımdan eksik etmeyeceğim.
Muhabbetle, selâmetle…
Birlikte konuşmaktan ziyâde, birlikte susmayı bilenlere…
El ele değil, gönül gönüle yürüyenlere…
Ve aşkı yalnız Allah’a emanet bilenlere bin selam …
Kalemim burada susar, lakin gönlümün duası daimdir.

Sizin tabirinizle İmam Efendiniz.. :)

Mehlika, kâğıdı elinden bırakmaya kıyamadı. Satırların arasına gözleri takıldıkça, kalbi bazen ürperdi, bazen de bir çocuğun sevinciyle kabardı. Yanağına istemsiz bir sıcaklık yürüdü, gülümsemek ile ağlamak arasında sıkışıp kaldı. Dudakları titredi; kâh bir dua mırıldandı, kâh “bu ben miyim?” diye kendi kendine sordu.

Bir an, kâğıdı göğsüne bastırdı. Kalbi öyle şiddetle çarpıyordu ki, sanki defter de gül de bu çarpıntıya ortak olmuştu. Çekmecesinden küçük mendilini çıkardı, göz pınarlarında biriken yaşı silerken fark etti: Hem ağlıyor, hem gülüyordu.

Sonra ansızın yerinden fırladı, aynanın karşısına geçti. Titrek bir sesle aynadaki kendisine baktı:
“İmam Efendi… beni bilmiş. Beni duymuş. Satırlarımı okumuş…”
Aynadaki yansımasında yüzündeki mahcubiyeti, yanağındaki kızıllığı, dudak kenarına gizlenen minik gamzeyi gördü. Birden kahkaha attı, ardından mahcubiyetle elini ağzına kapattı,hem de sıkıca kapattı. Zira o gülüşü tüm mahalle duyabilirdi..
“Mehlika, sen ne hâllere düştün,” dedi kendi kendine, “bir mektupla çocuk gibi oldun.”

Aynanın önünden ayrılıp masasına döndü. Mektubu defterin arasına tekrar koydu, ama gülü ayırdı. Gülü avuçlarının içine aldı, kokladı. O gül sanki imamın tebessümünü taşır gibiydi. Kokusunu içine çektikçe kalbi ferahlıyor, gözleri nemleniyordu.
"Senin ellerinin değdiği bu gülü bir ömür saklayacağım imam efendi" diye mırıldandı..

Sonra tekrar yatağına döndü, gülü başucuna bıraktı. Başını yastığa koyduğunda kalbi hâlâ çarpıyordu. Dudaklarından şu cümle döküldü:
“Ya Rabbi… Bu aşkı bana sen verdin. Bana edebiyle taşımayı da sen nasip et.”

Ve göz kapakları yavaşça kapandı. Rüyasında yine o yaşlı ağacın gölgesi vardı, elinde imamın bıraktığı gül, gönlünde ilk defa bu kadar berrak bir huzur.


Sabah, evin ince perdelerinden sızan ışık, odanın içine süt gibi yayıldı. Tavandaki küçük çatlak çizgiler bile aydınlandı. Avludan gelen serçelerin cıvıltısı, mutfakta fokurdayan çayın tıs tısı… Elif Hanım iki kez seslendi koridordan:

— “Kahvaltı hazır kızım… Mehlikaaa?”

Cevap yoktu. Merakla kapıyı araladı. Ve bir an donakaldı.

Mehlika, gözlerini kapamış, dudaklarının ucunda kısık bir melodiyle, semazen gibi usul usul dönüyordu. Etekleri hafifçe dalgalanıyor, omuzlarından dökülen şal her dönüşte bir yaprak gibi savrulup yeniden yerine düşüyordu. Yatağın üstüyse mahşer yeri: Dolabın tüm nefaseti oraya akmış sanki… Krem rengi robalı bir elbise, yanında mint yeşili dökümlü olan; lacivert sade bir elbise kolundan yatağa kaymış. Başörtüleri hepten dağınık: ekru düz bir örtü, ince güllü bir tülbent, toz pembe, duman gri… Hepsi bir bulut yığını gibi.

Elif Hanım şaşkınlığını yutkunarak gülümsemeye çevirdi:

— “Kızım… sen… ne yapıyorsun?”

Mehlika, dönüşünü yavaşlatıp durdu. Gözlerini açtı, yanaklarına bir mahcubiyet gülü yayıldı. Saç yerine şalının ucu omzundan kayıp yeniden yerini buldu. Bir an konuşamadı; sonra çocukların sevinciyle, neredeyse fısıltıyla:

— “Anne… bugün içim sanki bayram yeri gibi,” dedi. “Dünya sesini kıstı, içimde bir ezgi çalıyor.”

— “İyi misin yavrum? İki defa çağırdım, duymadın.”
— “Duyamadım… özür dilerim anneciğim..”
dedi kıkırdayarak..

Elif Hanım odanın hâline bakıp kaşlarını kaldırdı, ama sesi yine tatlı bir sitemdi:

— “Kahvaltı soğuyacak… Dolabın soğumadan topla bari. Bu nedir Mehlika? Çeyiz sergisi gibi.”

Mehlika gülerek yatağın kenarına çömeldi, elbiselere çocukça bir ciddiyetle tek tek baktı:

— “Hangisini giysem anne? Şu krem olan çok sakin, kalbim gibi. Yeşil olan sanki bahar. Lacivert ise… bilmem, sükût gibi.”

Başörtülerinin arasından ekru olanı alıp ışığa tuttu, sonra toz pembeyi yumuşak parmaklarla düzeltti. Elif Hanım yaklaşırken başucundaki bardağa ilişti gözü: İçinde tek bir kırmızı gül, suya eğilerek bekliyordu.

— “Gül mü o?”
Mehlika, gülü incitmekten korkar gibi sesini indirdi:
— “Evet"dedi yüzü kızararak
–"Şey anneciğim arkadaşım Zeynep vermişti de.."

Elif Hanım kızının yüzüne baktı; gözlerinde hem pırıl pırıl bir sevinç, hem derin bir sükûnet vardı. İçinden;
“Ahh!Mehlikam.Ahh!!Kızım” dedi. Sonra şakayı eksik etmedi:

— “Madem odanın kalbi gül, gel kahvaltının kalbi de simit olsun. Önce bir şeyler ye. Sonra elbise meclisini toplarız. Krem elbise, ekru başörtü… Hani var ya, robası ince düğmeli; işte o. Onu giy,sana çok yakışıyor."

Mehlika’nın yüzü aydınlandı. Krem elbiseyi kucağına aldı, ekru başörtüyü özenle katladı. Aynaya doğru bir adım attı, sonra durdu, gülümsedi:

— “Anne… bugün her şey sanki daha berrak. Sanki biri içimde ‘kahkalar atıyor’ dedi.”

Elif Hanım kapıya yönelirken tatlı bir göz kırptı:

— “Öyleyse o iyi hâli koru. Hadi bakalım, önce sofraya. Sonra yeşil mi, krem mi, lacivert mi… birlikte hükmümüzü veririz.”

Mehlika, elbiseleri dikkatle yatağın ucuna yerleştirip şalını düzeltti. Kapıdan çıkarken bir an geri döndü, gülün sapını bardağın içinde bir parmak daha kaydırdı; suyun üstündeki yansıması hafifçe kımıldadı. İçinden, çocuklar gibi sevinçle:

— “Bugün güzel geçecek,” dedi. “Bugün gönlüm, kuş tüyü kadar hafif.”

Ve annesinin peşinden, mutfağa doğru neredeyse uçarak yürüdü; adımlarında bayram sabahının telaşsız neşesi, yüzünde yeni bir günün sessiz şükrü vardı.


Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL