Hazine Avcıları: Antik Dünyanın Kapıları Açılıyor!
Bu kitapta, define avcılarının nefes kesen maceralarına tanık olacak, heyecan dolu bir serüvene atılacaksınız. Tarihin derinliklerinde gizlenmiş, u...
Malatya’nın eski zamanlardan kalma efsanelerle dolu dağlık arazisinde, Metin adında, yıllarını toprağın altındaki sırları çözmeye adamış bir defineci yaşardı. Metin, sabırlı, dikkatli ama aynı zamanda doğaüstü olaylara karşı çekingen biriydi. Bir bahar sabahı, günlerdir süren titiz çalışmasının sonucunu almıştı. Yerin metrelerce altında, doğal bir oluşumdan ziyade insan eliyle kapatılmış hissi veren, devasa, düz bir taş kapağa rastladı. Etrafındaki toprak tabakayı temizlediğinde, taşın ortasında, neredeyse unutulmuş bir dilde yazılmış birkaç sembol ve hemen altında, bir eli ancak sığacak kadar dar, dairesel bir delik gördü. Büyük bir heyecanla, yıllardır definecilerin kullandığı, özel olarak hazırlanmış 'marul' adını verdiği demir çubuğu deliğe soktu. Çubuğu çevirdiğinde, yer altından gelen, taşın taşa sürtünme sesiyle karışık, gürültülü bir "Gırrrççç" sesi duyuldu. Taş kapak, ağır ağır, yan tarafa doğru kayarak, zifiri karanlık, ıslak ve küf kokulu bir mağaranın ağzını ortaya çıkardı. Metin, elindeki feneri içeri tuttu. Loş ışık, mağaranın derinliklerinde parıldayan, sanki yüzlerce altın göz onu izliyormuş gibi ürkütücü bir ışıltı yakaladı. "Tılsım... Kesinlikle büyük bir tılsım var burada!" diye fısıldadı, sesi yankılanarak geri geldi. Ancak o anda, kalbine bir soğukluk yayıldı. Metin, bu tür yerlerin sadece parayı değil, beraberinde tehlikeleri de barındırdığını çok iyi biliyordu. İçerideki havada bile hissedilen, kadim bir mühür, bir yasaklama kokusu vardı. Korku, açgözlülüğünün önüne geçti. O gece kazı yerinden ayrıldı ve ertesi sabah, bölgenin en bilge kişisi olarak tanınan, defineci ümmetinin manevi lideri sayılan yaşlı bir adamın, Hacı Emin’in kapısını çaldı. Hacı Emin, Metin’i dinlerken, ak saçlı başını yavaşça sallıyordu. Metin, "Hacı Emin Amca," dedi titreyen bir sesle, "kapıyı 'marul' ile açtım ama içeri girmeye korkuyorum. O kadar ağır bir tılsım kokusu var ki, sanki mağaranın içindeki her şey bir büyüyle korunuyor." Yaşlı adam, derin bir nefes aldı ve gözlerini Metin’e dikti. Sesi, asırlar öncesinden gelen bir bilgelikle doluydu: "Evladım Metin," diye başladı, "Doğru hissediyorsun. O mağara, sıradan bir hazine saklamaz. O bir sandık değil, bir mühürdür. Senin 'marul' dediğin çubukla o kapının kilidini açtın. Ancak bil ki, o tılsımı ayakta tutan şey, sadece mühür değil, aynı zamanda sessizliktir." Hacı Emin, bir an duraksadı ve sözlerini ağır ağır tamamladı: "Evladım, o mağaranın içine bir fısıltı bile etmeden girsen, tılsım bozulmaz. Ama sen o mağaraya girerken bir ses çıkarırsan, bir 'Ohhh' bile desen, o an içindeki tılsım bozulur. O tılsım bozulduğunda da içerideki hazine buharlaşmaz, aksine koruyucuları serbest kalır. Unutma, bu tür eski büyüler, genellikle sesli yeminlerle mühürlenir. Mağaranın kutsal sessizliğini bozarsan, yüzlerce yıllık yemini bozmuş olursun." Metin’in gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Yani Hacı Amca, nefesimi tutarak mı girmeliyim?" Yaşlı adam gülümsedi. "Hayır, evladım. Nefesini tutma. Sadece mutlak bir sessizlikle hareket et. Aklından geçenleri bile sesli düşünme. Bir kez olsun 'Ohhh', 'Vay be' ya da 'Buldum!' dersen, o tılsım mühür olmaktan çıkar, lanet olur. Ve o lanet, hazineyi değil, seni sarar." Metin, yaşlı bilgenin sözlerini beynine kazıyarak mağaraya geri döndü. Kapının önünde durdu. Vücudunu saran o ürkütücü soğukluk geri gelmişti. Metin, derin bir nefes aldı, ağzını sıkıca kapattı ve sessizliğin en derin ritüeline başladı. Adımları, en ufak bir çıtırtı bile çıkarmayacak kadar yumuşaktı. İçeriye girdi. Fenerinin ışığı, mağaranın ortasında, yerden yüksekte duran, oyma taş bir kaidenin üzerindeki, parlayan bir objeyi aydınlattı. Altın değildi. Bir elmas değildi. Eski, işlemeli bronz bir kutuydu. Metin, kutuyu almak üzereyken, nefesi boğazına tıkandı. İçgüdüsel bir hayranlık sesi, bir 'Ooo...' dudaklarından kaçacak gibi oldu. Son anda, Hacı Emin’in sesi kulağında çınladı: "Bir 'Ohhh' bile desen..." Son bir gayretle sesi yuttu. Kalbi gümbürdüyordu ama mağara, kendi sesi hariç mutlak bir sessizlik içindeydi. Metin, kutuya uzandı, olabildiğince yavaşça kaideden aldı. Kutuyu koltuğunun altına sıkıştırdı ve aynı sessizlikle mağaradan geri çıktı. Dışarıdaki güneş ışığına adımını attığı an, rahat bir nefesle: "Şükürler olsun!" diye bağırdı. O anda, arkasındaki taş kapak, bin yıllık bir gürültüyle kendiliğinden kapandı. Metin, kutuyu güvenle açtı. İçinde yüzlerce yıllık bir harita vardı, kayıp bir şehrin sırlarını fısıldayan bir harita. Metin, o gün hem büyük bir hazine hem de büyük bir ders edinmişti: Bazen en büyük tılsım, eylemlerimiz değil, sözlerimiz üzerindeki hakimiyetimizdir. Ve bir definecinin en büyük koruyucusu, sadece demir çubuğu değil, saygılı sessizliğidir
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.