Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Adıyaman Diyarında Kayıp Hikayeler Hüseyin TURHAL
Adıyaman'da Kayıp Hikâyelere Yolculuk Adıyaman'ın kadim topraklarında, taşın ve zamanın derinliklerinde saklı kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş gerçek hayat hikâyelerinin izini sürüyor. Bu eser, Nemrut'u...
30. Bölüm

Zümrüt Gonca'nın Sırrı

11 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Adıyaman Diyarında Kayıp Hikayeler 29

Zümrüt Gonca'nın Sırrı

I. Nemrut'un Bekçisi
Adıyaman'ın Nemrut Dağı eteklerinde, taşa oyulmuş dev tanrıların sessizliğinde, yetmişini devirmiş Hezar Dede yaşardı. Hezar'ın evi, zirveye çıkan patikalardan birine kurulmuş, kerpiç ve taşın iç içe geçtiği, zamanın durduğu bir kulübeydi. Yıllardır yörenin şifacısıydı; otları, taşları, suları dinler, derdin kaynağını bulurdu.
Ancak Hezar Dede'nin tüm ilmi, kendi derdine çare olamıyordu: sevgili torunu Zühre, on altıncı baharında, göğsünde taşıdığı "kuru öksürük" ile günden güne eriyordu. Bütün şifa defterleri, bütün dağ reçeteleri tükendi.
Bir gece, Hezar Dede eski, meşin ciltli bir elyazmasını karıştırırken, parşömene kazınmış soluk bir bilgiye rastladı. Başlığı, bir fısıltı gibiydi: "Zümrüt Gonca".
Yazıt, binlerce yıl önce Kommagene rahipleri tarafından korunan efsanevi bir bitkiden bahsediyordu. Bu bitki, sadece Karadağ'ın (Adıyaman'da bulunan bir dağ) en ıssız ve soğuk zirvesinde yetişir, ve yalnızca "Gökyüzü En Yakınken" açardı — yani, yılın en uzun gecesinden sonraki ilk dolunayda. Özü, insana yeniden bahar getirecek, en derin hastalıklara bile şifa verecek güce sahipti.
Ancak bir de uyarı vardı: Gonca'nın özü, sadece masumiyetle koparılırsa şifa verir; açgözlülükle dokunulursa, onu koparanı taşa çevirir.
II. Donmuş Vadiye Yolculuk
Hezar Dede, elinde kurumuş bir harita ve belinde küçük bir kürek ile yola çıktı. Dışarıda, Nemrut'un rüzgarı uluyor, hava kemikleri donduruyordu. Zühre'yi komşusuna emanet etti ve "Bahar gelmeden döneceğim," diye fısıldadı.
Karadağ'a tırmanışı bir haftayı buldu. Yolları kar kaplamıştı, dik yamaçlarda kartallardan başka kimse yoktu. Hezar Dede'nin her adımında, sırtındaki yükten çok, kalbindeki umut ona destek oldu. O, bir şifacıydı, ama şimdi bir hırsız gibi, doğanın en değerli sırrına uzanmaya çalışıyordu.
Nihayet, haritada işaretli olan "Donmuş Vadi"ye ulaştı. Burası, zirveden akan küçük bir şelalenin kışın donup kaldığı, etrafı keskin kayalarla çevrili, ay ışığında mavi-beyaz parlayan büyülü bir alandı.
Ve tam ortada... bir kaya yarığının korunaklı köşesinde, beklediği mucizeyi gördü.
III. Zümrüt ve Taş
Gökyüzü en yakınken, yani dolunayın gölgesinde, Zümrüt Gonca açmıştı.
Bitki, sıradan otlara benzemiyordu. Koyu, neredeyse siyah yaprakları vardı, ancak goncanın kendisi, yeryüzüne düşmüş bir yıldız gibi parlıyordu. Her bir taç yaprağı, saf zümrüt yeşiliydi ve ortasındaki çiğ damlası, en tatlı, en saf iksiri barındırıyordu.
Hezar Dede, bitkinin karşısında diz çöktü. Eli titriyordu. Eğer bu bitkiye açgözlülükle, yani sadece torununu kurtarmak için değil de, bu gücü sahip olmak isteyerek dokunursa, taş kesilecekti. Bir an düşündü: Bu masumiyet miydi, yoksa bencil bir sevgi mi?
Tam eğilip goncaya uzanacakken, Zühre'nin solgun yüzü gözlerinin önüne geldi. Sonra, Zühre'nin her sabah dağlara yayılan cıvıl cıvıl sesi aklına geldi. O ses, o hayat enerjisi, Adıyaman'a baharı getiren ilk kardelen gibiydi.
Hezar Dede, derin bir nefes aldı. Küreği bıraktı. Gonca'yı söküp almayacaktı. Sadece en üst taç yaprağındaki o tek çiğ damlasını almalıydı. Başkalarının da bu bitkiye ihtiyacı olabilirdi. Şifa, ait olduğu yerde kalmalıydı.
Açgözlülükle değil, sadece ihtiyaçla uzandı.
Parmak ucu, zümrüt yaprağa değdi. Gonca'dan yayılan soğuk bir enerji, Dede'nin koluna yayıldı. Beklediği anda, ne bir lanet ne de bir taşlaşma oldu. Sadece, Gonca'nın kalbindeki o tek, berrak damla, Hezar'ın küçük bir cam şişesine aktı.
IV. Geri Dönen Bahar
Hezar Dede, Adıyaman'a geri döndüğünde yorgunluktan perişandı. Hemen Zühre'nin yanına koştu. Torunu, bir hayalet gibi, yatağında güçsüz yatıyordu.
Şişedeki tek damlayı, bir kaşık su ile karıştırıp Zühre'nin dudaklarına damlattı.
O an, mucize gerçekleşti. Zühre'nin göğsündeki hırıltı durdu. Yüzüne, aylardır kayıp olan o soluk pembe renk geri geldi. Derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı.
"Dede," diye fısıldadı, sesi zayıf ama berraktı. "Dağlardan kar kokusu mu geldi?"
Hezar Dede gülümsedi. "Hayır kızım," dedi. "Gelen, baharın kendisi."
O günden sonra Zühre iyileşti. Hezar Dede, Zümrüt Gonca'nın yerini kimseye söylemedi. Bitki, Adıyaman dağlarının bir sırrı olarak kaldı. O, sadece şifanın kaynağını değil, aynı zamanda gerçek şifanın masumiyet ve kanaatkarlıkta gizli olduğunu öğrenmişti.
Adıyaman Diyarında, efsanevi Zümrüt Gonca hala bir yerlerde açar ve sadece gerçekten ihtiyacı olan, açgözlülükten arınmış kalplere sırrını vermeye devam eder.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL