7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
757
Okunma

Vakit öğleyi yeni geçmiş. Tramvayda daha fazla duramıyorum, atlayıp yürümeye başlıyorum. Yalancı bahar gitmiş, yerine Mayıs gelmiş. Pera rengarenk. Caddenin sağında ve solunda sokaklar, sokaklardan fırlayan insanlar, omuz atanlar, pis pis bakanlar, bozuk kaldırımlar, hepsi el birliğiyle deniyorlar ama keyfimi elimden alamıyorlar. Ayaklarım beni götürüyor, kalabalık arkadan itiyor: Bir nokta geliyor, kafamı kaldırıyorum: Markiz’le göz gözeyim.
Suna sever Markiz’i. Üç buluşmamızdan ikisi burada olur. Bugün de erkenden gelmiş, ’Bahar’ mozaiğinin altına kurulmuş, elinde bir Life mecmuası, sayfaları karıştırmakta. Ben otururken başını kaldırmıyor, dikkatle elindeki resme bakıyor.
“Sence buna benziyor muyum? Aysel söyledi, filmde görmüş, aynı benmişim.”
Resme bakıyorum.
“Marlene Dietrich değil mi? Sana mı benziyormuş?”
Alınıyor söylediğime.
“İyi bak. Birebir benzetmene gerek yok. Duruş, eda... Benzemiyor mu?”
Kırmak istemiyorum ama yalanın da bir haddi var.
“Bence sen Joan Crawford’u andırıyorsun. Marlene’i değil.”
“Niye daha önce söylemedin bunu?” Gülümsüyor.
Cevap vermiyorum. Garsona işaret ediyorum, geliyor. Kahve söylüyorum, “Nasıl olsun?” diye soruyorum. “Alafranga!” diyorum. Hanımefendiye bakıyor. Hanımefendi oralı değil, Hollywood’lu. İlgisine karşılık alamayınca garson, hafif küskün, gidiyor. Canıma minnet diyorum, aylığa daha on gün var.
Kahve geliyor, ben içiyorum, Suna kapıdan girenlere bakıyor. Ara ara birilerini gösterip, onlarla ilgili dedikodu veriyor. Onları bir daha görmeyeceğim, görsem bile tanımayacağım, tanısam bile yanlarına varmayacağım. Ama Suna sayesinde hep beraber Cercle d’Orient’da denize giriyormuşuz, ya da Moda açıklarında kotrayla geziniyormuşuz hissine kapılıyorum.
O anlatırken aklıma Dimitri Beyle konuşmam gerektiği geliyor. Ya avans vermeli, ya da aylığımı arttırmalı. Dimitri Bey ise tanrının cezası bir adam. Sol kolunu kaybetse bile avans vermeyeceklerden. Peki ya sağ kolunu kaybedecekse? Gözümün önüne geliyor, gülümsüyorum. Suna gülümsememi üzerine alınıyor, daha da bir mutlu oluyor. O mutlulukla çay söylüyor, İngiliz usulü. Artık avans da yetmeyecek, üstüne zam da istemem gerecek. Kolsuz ve bacaksız bir Dimitri Beyi hayal ediyorum.
Vakit geçiyor, akşam üzeri yaklaşıyor. Kalkıyorum. Suna’nın daha kalkacağı yok.
“Birini mi bekliyorsun?” diye soruyorum.
“Kim söyledi?” diye sorgulanıyorum.
Cevap vermeden ama hesabı ödeyip çıkıyorum. Dışarısı hala güzel. Mayıs değil mi, hep böyle canına okuduğum. Sanki Dimitri Bey ile buluşmayacakmışım gibi içim içime sığmadan sokaklarda yürüyorum. Suna’yı unutmuşum, Dimitri Bey’i unutmuşum, takmışım koluma Mayıs’ı, sarhoşum.
Mavrapoulos Ticarethanesine geliyorum. Tabi ki Dimitri Bey beni beklemiyor. İçeride, sekreterin karşısında ben onu bekliyorum. Eleni önündeki ajandaya bir şeyler çiziktiriyor. Masanın arkasında kaldığı için görmüyorum ama eteğinin dizlerinin üzerinde olduğunu hissediyorum. Bacakları elimi koyacağım kadar açıkta mıdır diye düşünüyorum. O ise ne düşünüyor, bilmiyorum.
...
Haftasonu için Marina beni Halki’ye çağırdı. Gitsem mi bilemiyorum. Marina’nın niyeti belli; ağabeyi Kostas’ı bana pazarlamaya çalışıyor. Kızcağızı severim ama kusura bakmasın, kalmadığım esnafın Kostas’a. Annem diyor ki, biraz daha sallanırsam Kostas’ı ya da balıkçı Yorgo’yu mumla ararmışım. Haklısın anne; bir an önce Yorgo’ya varayım, kaşım gözüm pul içinde kalsın.
Yirmi dakikadır Dimitri Beyin “Gidebilirsin!” demesini bekliyordum. Şu andaval da gelince erken çıkmak için tüm umutlarım söndü. Şimdi bu içeri girer, Dimitri Bey’in sinirlerini hoplatır, o da bunu bir güzel sıvar, onlar işlerini bitirinceye kadar burada oturmak da bana kalır. Hani kovsa şunu, bana da yapacak bir iş düşecek, oturup kalmam bir işe yarayacak. Ama Dimitri Bey onu kovmayacak. Sırf süründürmek için dükkanda tutacak. O çalışır gibi, Dimitri Bey de ona maaş verirmiş gibi yapacak.
Acaba Marina’nın teklifini kabul etsem mi? Cumartesi köşklerden birinde dine filan vardır, belki yeni ve eline yüzüne bakılır birileriyle tanışırım. Hem gitmesem ne yapacağım ki?
Bu böyle olmayacak. Kalkıp Dimitri Beye şunun hala onu beklediğini hatırlatayım. Bir şey yapmasam bunların konuya girecekleri yok.
...
Eleni kafasını uzatıp Kamil’in görüşmek için beklediğini hatırlatıyor. Ben de melunu içeri göndermesini söylüyorum. Gelince Kamil doğrudan konuya giriyor; her zamanki gibi tek kuruşluk iş yapmadan avans istiyor. Bunu yetmiyormuş gibi, bir de zam talep ediyor. Söylediklerini sabırla dinliyorum, renk vermiyorum. O anlattıkça beni ikna ettiğini sanıyor. Mankafa! Sonra sözü ben ele alıyorum. Ağzımı kapattığımda Kamil koltuğun ucunda, küçülmüş oturuyor.
“Gözüm görmesin seni!” deyip finali yapıyorum.
Kamil çıkıyor. Onu gören Eleni gelip çıkacağını haber veriyor, onu da gönderiyorum. Herkes gittikten sonra Eleni’nin masasına gidip ahizeyi kaldırıyor ve çoktan ezberlemiş olduğum bir numarayı çeviriyorum.
“Dora, aşkım?”
Dora bana kızgın. Dora bana hep kızgın. Hala boşanmamışım, hala onu almamışım, hala işi ucuz hediyelerle kotarmaya çalışıyormuşum, hala... Dora hala bana kızgın. Benim ise hala boşanacağım yok. Yine de onu uzun uzun niyetimin kesinliğine, en kısa zamanda boşanacağıma ikna etmeye çalışıyorum. İkna oluyor mu, yoksa beni zora mı koşmak istiyor, bilmiyorum ama bu gece buluşmazsak bir daha görüşmeyeceğimizi söylüyor. Bir, iki yutkunuyorum ama haspanın inadı inat, bir adım geri atmıyor. Sonunda kabul ediyorum. Bir sonra çevirdiğim numara evin numarası. Telefona karım Katerina çıkıyor.
...
Akşam vakti telefon çalarsa bilirim ki Dimitri arar ve sudan bir bahaneyle eve gelemeyeceğini söyler.
Diye devam edecektim ama annemin hikayesini saklı olduğu yerden çıkarmamayı tercih ettim.