12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1112
Okunma

Beyaz fayanslara yüzünü dayadı. Yanağına fayansın soğukluğu, üzerinden akıp giden suyun ıslaklığı geliyordu. Bir süre öyle durdu. Yeterince beklediğinde sadece fayansı algıyabildiğini hissetti. Duvara yapıştırılmış karonun banyo yerinde durduğu sürece orada olacağını düşündü.
“Bahçe duvarına sarılmış sarmaşık gibi...”
Sırlı topraktı, yüzyıllarca dayanabilirdi rüzgara, suya, aşınmaya. Kalıcıydı, kendisinden sonra gelenler de onun çevrelediği küvette duş alacaklardı.
“Fayansa özenen su gibiyim. Ya birazdan buharlaşacağım, ya da delikten akıp gideceğim.”
Banyodan çıktı, bornozuna sarınıp pencereden baktı.
“Gerçekten buharlaşıyorum.”
Karşıdaki dairenin mutfağındakiler bunun farkında değildi. Aralarında gülüşerek biri yufka açmaya, diğeri asma yapraklarını sarmaya devam etti.
Pencerenin önünden uzaklaştı; bornozunu çıkarıp koltuğun üzerine attı. Uzun zamandır olmadığı kadar çıplaktı. Vücuduna baktı.
“Kül küle, toz toza...”
Aklına başka bir şey gelmemişti. Baktıkça tek düşündüğü bedeninin bir süre sonra solucanlara, kurtlara kalacağıydı.
“Yakılıp gitmek en iyisi, selvilere gübre olmaktansa.”
Telefona uzandı:
“Canan? Bak aklıma ne geldi: İyisi mi sonunda beni gömmeyip, yakın. Daha sonra da küllerimi bir tepsiye yayın ve balkona bırakın. Rüzgar istediği kadarını alıp götürsün.”
Bir süre karşı tarafı dinledi.
“Ne? Saçmalıyor muyum? Kızım, çok geçmeden gideceğim. Bunları düşünmemden daha doğal bir şey olabilir mi?”
Karşı taraf kapatınca o da telefonu yerine koydu; çıplak bedenini seyretmeye kaldığı yerden devam etti.
...
Garson kadehe tadımlık şarap döktü. “Gerek yok” anlamında işaret edip garsondan kadehleri doldurmasını istedi.
“Yakut’un neyini tadacağım?”
Canan cevap vermedi. Oturduğundan beri konuşmamıştı. Akşam yemeğine dışarı çıkmayı özellikle isteyen taraf Oğuz’du. Çıkmışlardı işte. Ne yediği, ne içtiği önemli değildi. Teşhis sonuçlarının kesinleşmesinden sonra Oğuz her gün yeni bir acaip fikir ya da istekle geliyordu. Hastanenin psikolojik danışma servisi bunun doğal olduğunu söylemişti. Doğal... Evet, evliliklerinin dördüncü yılında Oğuz’un ölecek olması doğaldı. Kanser doğal bir hastalıktı. Ölecek kişinin ölümden, cenaze töreninden, mirastan bahsetmesi doğaldı. Ne vardı ki bunlarda?
“Sirke gibi!” Yüzünü buruşturdu, “Hala yapmasını öğrenemediler şu şarabı.”
“Daha kaliteli bir şey söyleseydin?”
“O zaman ikinci şişeyi söyleyemez, daha az içerdik.”
“İkinciye geçmeden ne söyleyeceksen söyle istersen. Her kadehle aklındaki fikir daha da rahatsız edici hale geldiğini hissediyorum.”
“Yemeği söylemeyelim mi?”
“Sen konuşmanı yap. Nasıl olsa iştahım kesilecektir. Ona göre bir şeyler söyleriz.”
“Peki, nasıl istersen.”
Oğuz kadehi kenara koydu. Garsona “Daha sonra gel” işareti yaptı. Sonra gözlerini diğer masalarda gezdirdi.
“Biliyorsun, uzun zamandır başka bir şey konuşmuyoruz.”
Canan cevap vermedi.
“Düşündüm, buradaki zamanım fazla değil. Hatta ayakta durabileceğim süre iyiden iyiye kısa. Yapamadığım bazı şeyleri yapmak istiyorum.”
“Ne gibi?”
Canan kadehine hala dokunmamıştı.
“Lafı dolaştırmayacağım. Şükran ile beraber olmak istiyorum. Onu cinsel yönden ne kadar çekici bulduğumu biliyorsun. O da bu konuda sorun çıkaran biri değil. Aklımda bu konu kalmasın diyorum.”
“Yani şimdi sen benden Şükran ile yatmak için izin mi istiyorsun?”
“Anlatamadım. İzin filan istemiyorum. Sadece haber veriyorum. Bunu yapacağımı benden duy istiyorum.”
Canan bir şey söylemedi. Kadehine de uzanmadı. Oğuz onun kalkıp gideceğini sanmıştı ama Canan bütün gece karşısında oturdu. Garson gelince siparişini verdi. Yalnız bu sefer salataya bol roka koymalarını tembihlemedi. Gece sessizlik içinde devam etti. Tatlı ya da kahve soruları dışında Canan konuşmadı. Hesap ödenip, kalkıldı ve her beraber eve gidildi.
...
Yağmurun cama vurduğunu duyunca
“Seni özleyeceğim.” dedi Oğuz. “Seni de...” diyerek ekledi elindeki konyağa bakarak, “İlham verici dostlardınız.”
Hava kararmış, okumayı bırakmıştı. Artık işe gitmiyor, gün boyu evde oturuyordu. Başlarda “Şehr-i İstanbul’u gezerim” demişti ama bir Sultanahmet gezisinden ileriye gidememişti. Şimdi günler kapalı kapıların ardında geçiyor, “Bugün hava kötü” günün programını ilan ediyordu.
“Bu gece de hava kötü!” diye mırıldandı.
Boşalan bardağını doldurmaya giderken acıktığını farketti. Dolaba baktı, boştu. Canan gittiğinden beri alışveriş yapılmamıştı. Canan gittiğinden beri yemek pişirilmemişti. Canan gittiğinden beri...
Evde kimse konuşmamıştı.