26
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2230
Okunma

Dışarıda serindi gece. Nisanın 28’i için fazlasıyla serin. Ama yüzündeki bozuk ifadenin nedeni, dışarıdaki hava şartları değil, bundan birkaç saat önce gördükleriydi.
Maria’nın evlenme olasılığını hiç düşünmemişti. Bunu duyduğu ilk an far görmüş tilki gibi kala kaldı. Bu ani şoku salondan acil bir işi çıktığı bahanesiyle kalkarak gizleyebildi. Ardından soluğu ucuz bir barda alıp, kör kütük sarhoş olana kadar içti.
Kusacak gibi olduğu için duraksadı. Kaldırımın kenarına oturdu.
“Nasıl olur bu?” diye bağırdı. Cadde boyunca uzanan evlerden, süslü dükkanlardan çıt çıkmıyordu.
“Siz uyuyun, uyuyun!” diye ikinci kez bağırdı.
-Bir ay önce-
Emily büyük bir öfkeyle içeri girdi. Fernando’nun kulaklıklarını bir hışım çekerek fırlattı.
“Ne zaman beni dinleyeceksin?”
“Artık aynı şeyleri söylemeyi bıraktığın an.”
“Lanet olsun. Aşka inanmayan bir adamla birlikte olduğum için”
“Lanet okuma”
“Lanet olsun, lanet olsun”
“Peki… Bu seni mutlu ediyorsa… devam et”
“Sen kimseyi özlemez misin? Gerçekten sevmez misin?”
“O hislerim köreldi benim, bak aşka inanmadığımı biliyordun, bunu sadece biyolojik hormonsal bir duygu olarak gördüğümü defalarca söylemiştim, şimdi neyin kavgasını yapıyoruz?”
Emily sustu. Fernando’nun gözlerine baktı. Onun içinde koşturan atları, kum fırtınaları görürdü her baktığında. Ama bu sefer farklıydı. Bu seferki bakış, Emily’e sadece onun duygu yoksunluğunu gösteriyordu. Usulca kalktı dolaptan bir valiz çıkarıp elbiseleri alelade doldurmaya başladı, Fernando kulaklığı tekrar takıp kucağındaki dizüstü bilgisayara döndü.
İntikam, ihtiras… Bu duygular bile yoktu karşısında duvar gibi duran adama. Bir kâğıda uzandı, gidiş notu bırakmak için sonra vazgeçti, oyuncak ayısını ve diş fırçasını alıp, anahtarını mutfak masasının üzerine koydu, usulca kapıyı çekti.
Fernando Emily’nin gidişini mutfağa içecek soğuk bir şeyler almak için gittiğinde fark etti. Anahtarı eline almasıyla, yarım yamalak, ifadesiz bir gülüş eklendi dudaklarına.
-Üç hafta önce-
Boston’nun en gözde kafelerinden biriydi.
O kahvesine uzanırken karşı masaya bir kız oturdu. Fernando kıza önce sakar bir bakış attı. Ardı sıra engel olunamayan uzun bakışlar. Kendini çok tuhaf hissetti sanki baş aşağı yatmıştı da beynine kan hücum ediyordu. Kız geniş alınlıydı. Dalgalı, kahverengi saçları sırtına kadar düşüyordu. Ve o parıltılı bakışları. Yanında kocaman bir müzik aleti vardı. Kemandan çok daha büyük.
Ama kız kısa bir süre sonra kalktı.
Eve geldiğinde çok büyük bir heyecan vardı içinde.
“Onu bulacağım” diye mırıldandı.
Fernando iki hafta boyunca her gün o kafeye uğradı, bazen iki kere uğradığı bile oldu.
Ama ismini dahi bilemediği o kızı bir türlü göremedi.
-akşam-
Eve döndüğünde, Bill’e bir arkadaşının düğün merasimine birlikte gideceklerine söz verdiğini hatırladı.
Takım elbise giymekten nefret etmesine rağmen giydi. Bu akşam gökyüzünde çırçıplak bir dolunay vardı. Sanki neredeyse gökyüzünün tamamını kaplamış, bencil bir ay.
Salona girdikleri anda Fernando geldiği için pişmanlık duydu. Çünkü en sıkıldığı yerler, bu tarz merasimler idi. Bir tarafta Bill’in kolundan çekiştirerek onu tanıştırdığı insanlar, bir tarafta tanıştığı insanlarla yaptığı zoraki sohbetler…
Biraz ilerleyince Fernando durakdı, kafede haftalar önce gördüğü kızın sahnede beyaz, kısa bir elbiseyle çello çaldığını gördü. O anda inanmadığı birçok şeye büyük bir inanç duydu. Sahne tarafına doğru yaklaşıp bu sefer işini şansa bırakmamak istedi.
Kız bir süre sonra çalmayı bırakıp, aşağı indi. Bill de Fernando’nun yanında gelmişti. Tam bu sırada Bill:
“İşte bak, seni nikahlanan çiftle tanıştırayım” dedi
“David ve Maria”
Fernando yutkundu. Elini uzatırken:
“Hiç nikâh gününde çello çalan bir gelin görmemiştim” dedi.
David uzatılan ele uzanırken:
“Maria’yı tanısanız bunu yadırgamazdınız hiç” dedi.
Nun