10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2610
Okunma


ENGEREKLERİN AŞKI
Canım evimin kuzey tarafı maki ve çam ağaçlarının sıkça olduğu, kayalık bir dağ yamacına bakıyordu. Burada tavuklarım, iki oğlağım, tavşanlarım ve köpeğimle çok mutlu bir hayatım vardı. Şehre on dakika uzaklıkta, hep hayalini kurduğum bir evde yalnız yaşıyordum. Yakınımdaki bir köyde oturan bir karı-koca can dostlarımdı. Evim onların sayesinde tertemiz ve her şeyim çok düzenliydi. Şahane bir sebze bahçesi yaratmıştı Müseyip. Karısı Hacer her sabah gelir, sebzeleri sular, getirdiği taze süt, tereyağı ve kümesimin günlük yumurtalarıyla kahvaltı sofrası hazırlardı. Dört kara kovan ile bütün bal ihtiyacımı karşıladığım gibi dostlarıma da bal gönderirdim.
Uzun çalışma hayatımı noktalamış, eşim ve sevgilimden ayrılarak kimseyi görmek ve kimseyle konuşmak istemediğim için bu tarz yaşamayı seçmiştim. Beyni almak, yeniden almak, hepsini almak, yok oluncaya ve öldürünceye kadar almak üzerine programlanmış olan dişilerden kurtulmuştum.
Çok güzel bir Denizli horozum vardı. On kadar da yumurta tavuğum vardı. Horoz ile bir köpek gibi anlaşır, onu çağırdığımda gelmesine, koluma tüneyip elimden yemesine bayılırdım. Tavuklarına çok hakim bir horozdu o. Yeri eşeleyerek bulduğu solucanları kendisi yemez tavukları, civcivleri çağırarak onlara ikram ederdi hep. Ama bir gün onun ve tavukların çığlıklarıyla uyanarak bahçeye koştuğumda bir engerek yılanının iki tavuğu soktuğunu, horozun da tavukları korumak için yılana saldırdığını gördüm. Yerden bir taş alarak atmak için eğildiğimde ise horozun bacağının yılanın ağzında olduğunu görerek donup kaldım. Beni gören yılan bir anda kaçarak ormana dalıp kayboldu. Horozu alıp ısırdığı yeri inceledim. Sert olan hemen ayak pençelerinin üzerinde iki damla kan vardı. Bu ısırmanın ona hiçbir şey yapamayacağını düşünmekle birlikte, ateşte ısıttığım bıçak ile yarayı dağladım. İki tavuk on dakika içinde ölmüşlerdi. Ne yazık ki güzel horozum topal kalmıştı. Gittikçe zayıfladı ve kümesteki nüfusunu yine kendi yavrusu olan yeni yetme bir horoza kaptırdı. Tavuklar artık yeni horozun peşindeydiler.
Sürekli ıslık çalarak bölgesini bize tanıtmaya calışan bu engerekten başımıza bir iş geleceği artık kesindi. Köpek bile artık orman tarafına geçmek istemiyor, o bölgede havlayarak sesi ile yılanı uyarıyordu.
Müseyip de yılanı çok kez gördüğünü söylüyordu. Hacer Hanım sebze sulamaya yanında kocası olmadan gidemez olmuştu. Biz mi yılanın bölgesindeydik, yoksa o mu bizim bölgemizdeydi?
Birgün ucu çatallı yılan sopası ve uzun namlulu bıçağımı alarak yılan bölgesine geçtim. İki dizime de kalın bir branda sarmıştım yılan tarafından ısırılmamak için. Onu yakalamak istiyordum. Yanımda köpeğim de vardı. Bahçeden 30 metre kadar orman içine açılmıştık ki, köpeğimin bir çalı arkasını işaret ederek sessizce ferma vermesi üzerine sol elimde bıçak, sağ elimde yılan sopası çalının yanına geldim.
Gördüğüm manzara çok ilginçti. İki engerek yılanı, iki kalın halatın birbirine dolanması gibi birbirine sarılmış kıpırdamadan duruyor, birbirlerini koklayarak çiftleşiyorlardı. Kısa bir süre onları izledim. Beni ve köpeği fark etmemişlerdi. Bu kadar kızmama rağmen onlara elim kalkmadı. En büyük mutlulukları yaşarken darbe almışlardandım ne de olsa.
Bir öğlen yemeği sonrası bembeyaz tüylü, kırmızı gözlü Yenizelanda tavşanlarımın kafesinden çığlıklar geldiğinde Müseyip ile kahve içiyorduk. İkimiz de donup kaldık. Önce köpek fırladı, arkasında da biz. Manzara korkunçtu. Topaç gibi beyaz, yumuk 6 yavru kanlar içindeydi. Engerek, tavşan kümesinin ortasında dikilmiş bize de posta koyuyordu.
Müseyip kafesin kapısını açıp içeri girerek kürek ile tek vuruşta yere sermişti. Hemen ısırılan yavruları alarak kanayan yerleri jilet ile kesip,zehirli kanı akıtmaya çalıştık. Ama ne yazık ki ilk ısırılan üç yavru kurtulamadı. Diğer üçü ise biri kör, diğeri topal ve üçüncüsü de arka ayakları hiç tutmadan yaşadı. Yılan ise başına aldığı darbe ile ağır yaralanmıştı. Onu içinden çıkamayacağı bir tenekenin içine koyduk. Bu bir erkek engerek yılanıydı. Artık dişinin intikamı söz konusuydu.
Ertesi günü çok sıcak bir hava vardı. Ben ve Müseyip dişi yılanın intikam alacağını, mutlaka geleceğini, bizi bulacağını biliyor ve elimizin altındaki sopaları bırakmadan tedirgin bir şekilde oturuyorduk. Yine öğlen yemeği yemiş, karpuzumuzu kesmiş ve süs havuzumuzun başına çardak altındaki köşemize geçmiştik. Köpeğin havlamalarıyla irkildik. Müseyip sopayı kaptığı gibi koşarak fırladı. Ben bu sefer yavaş davranmıştım. Birden Müseyip’in bana doğru koştuğunu, engerek yılanının onun peşinden süratle geldiğini gördüm. Onların arkasında ise köpek vardı. Hızla geçen bu üçlüye ben de dahil olunca ortaya çok komik bir görüntü çıkmıştı. Önde Müseyip arkasında yılan sonra köpek ve ben. Bu koşu 50 metre kadar sürdü. Sonunda ben yetişerek barbar bağıran, yardım isteyen Müseyip’in arkasındaki yılana sopayla vurabildim. 1 metreye kadar Müseyip’e yaklaşmıştı. Başka çarem yoktu. Sopa darbesi beline gelmiş ve yılanın çok hassas olan omurgası kırılmıştı. Yılan sopasının çatal kısmı ile kafasına bastırarak onu elime aldım. Gri tonlu renginin üzerinde sarı ve kırmızı desenleriyle tabiat harikasıydı. Korkutucu bir zehri vardı ve bir insanı kovalayacak kadar cesurdu.
Dişi yılanı yaralı erkek engereğin yanına götürüp ikisini de bir duvar kenarında, düz bir yerde serbest bıraktık. Erkek ağır yaralıydı, dişi de ona yakın önce birbirlerine yaklaşıp koklaştılar, sonra o çiftleşirken gördüğüm gibi iki halatın tek halat oluşu gibi sarılmayı zorlanarak yaptılar, ama erkeğin durumu çok ağırdı, ölmek üzereydi belki de.
Birden dişi zehirli dişlerini erkeğin boynuna geçirdi. Onun ızdırap çekmesini istemiyor, onu insan oğlunun ellerine bırakmak yerine kendi zehri ile öldürerek, bu yolculuğa beraber çıkabileceklerini gösteriyordu. Bir saat sonra ikisi de ölmüştü. Birbirlerine sarılmış ve erkeğin boynu hala zehirli dişlerin arasında olarak.
Dişinin karnındaki şişlikte dokuz yumurta vardı, henüz olgunlaşmamış.Beni en çok o dişi engereğin erkeği için kendisini feda edişi etkilemişti. Acaba bir kadın erkeği için böyle fedakarca saldırır, ölümüne onun intikamını almak için uğraşır mıydı, diye düşündüm. Komik geldi bu düşünce.
Düşmanımla bir olan kadınlar, yok oluşuma gülen, düşüşüme sevinen kadınlar, alacakları kalmayınca kaçan, yılan ruhlu kadınlar! Siz bir gerçek engerek bile olamadınız, kendisini yavruları ile birlikte feda eden, erkeğinin ölümünü bile düşmanına bırakmayan, ölmeseydi beslemeyi düşünebilecek kadar saygı duyduğum dişi engerek kadar olamadınız. Aşk kokulu havalarda birbirinizi erkeklere itmek çok değerli sandığınız kadınlığınızla mutlak hakimiyetler kuracağınız, birkaç gerzek avlamak bu dişinin, dişi engereğin gerçek kadınlığı ile ölçülemez.
Aaaa, cüzdanımdan 200 dolar çıktı...
E.YAŞAR OVALI