1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
672
Okunma
Buharların içinden huylarıma karışarak iniyor siyahi ibrişimler. Kostümsüz bir drama oynanıyor salonda. Somut olan tek varlık burnunun ucunda duran pembe bir iz. İliştirilmiş gözlerinin verandasına birkaç teker o da çıkıp sokağıma kadar gelmiş. Dinlediğim sesli masallar, öyküler, yazılmayanlar bile çiğnenmiş. Diş izleri kendilerine köhne bir yer edinip krallar gibi yerleşmiş.
Tek göze bir gül diye bağırıyor bir çerçi; penceremden içeri sızıyor ki nefesini hissediyorum, güneş ışıkları üstüne onlarda yerleşiyor yüzümün sol yanına elmacıklarıma. Birçok kez duydum aslında ihtiyacım yoktu önemsemedim. Kim nereden bilebilirdi ki giderken, gözlerimi de sürüyüp gideceğini.
Evrim geçirdi ardından kalan tüm iyi niyetim hatta anılarım. Biliyordum çünkü öyle temizdi ki diplerime serdiğin halıların. Dibe vurunca kokuyu alınca anladım. Öyle küldü ki bakışların, öyle kedi, öyle kahverengi. Hepsini toparlayabildiğimde “kahverengi yanılsaması “ olduğunu; sahilde arkandan bir karabatak izler gibi nereden çıkacağını sabırsızlıkla beklerken anladım. Uzaklaşan bir dalga sonrası çıkman için gözlerimi kapattım beşe kadar saydım. “1,2,3,4,5”… Gözlerimle kalbimi de özgür bırakıp totemimin dibe vuruşunu çıkmayınca anladım. Uzaklaş karabatağım; sakın yakalanma bir balıkçıya. Biliyorum yemez öldürmez seni. Öldürür tutabildiğin tüm güzel balıkları. Verme kimselere yemeğini…
Bir bardak su dökülüyor cilamın solan taraflarından sızıyor tahta içime. Tekrar sayayım diyorum bu sefer uykuya gidiyorum. Ansızın uyanıyorum, bir bacağımdan yukarı çıkan pijamamı indirip, titreyen vücudumla bir camlardan uzaklara bakıyorum. “1,2,3,4,5” dışarıda eğlenen rüzgar usulca getirir mi diyorum; buharlanan cama adını soyadını yazmak yerine bir bebekayağı yapıyorum. Bir tane bir tane daha. Yatmadan üzerlerine simler döküyorum parlatıyorum karanlığı.
“Karanlık ateşli bir çemberin ortasında
Dışa vuruyor ışık da ısı da
Isınıp aydınlanmak isteyen her kim varsa
Hepsi bilirler istedikleri çemberin dışında” …
Çingene kervanları oluklu bir yolda, onlara eşlik eden Kürtçe zılgıtlar; kayıpmışlar şimdi toparlanmışlar “onlar-bütün sesler” . İstemeden de olsa kulaklarımda. At arabaları, çingene kızlarının şıngırtılı takıları, içki şişelerinin atılan boşları, hatta bıraktığın mühürlü bir zarfın açılış sesi dahi…
Ne varsa ardından kalan hepsi, ama hepsi benim olan. Senden kalan, bana kalan, benim olan “ardın” senin bana kalan. 13. Cuma da; yüzlerce cama yaptığım binlerce bebekayağı renkli simler yerine dönüş parıltılarınla dolacak. Öyle derin hissediyorum ki “ karabatağım battığı yerden bir avuç balıkla çıkacak”…