11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2253
Okunma


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ..
İnsan yaşadığı müddetçe seferidir.Hep bir yerden bir yere gider-gelir. Aracımız kah otobüs olur, kah bir uçak ya da bir gemi. Şüphesiz en kolay ve masrafsız yolculuğu kendi içimize, geçmişimize yaparız. Özellikle de çocukluğumuza. Hangimizin en müstesna yerinde değildir ki çocukluğu ve anıları?
80’ li yıllar o dönemi yaşayanlar için oldukça sancılı geçmiştir. Bendenizde o sancılı ve meşakkatli dönemi çocukken geçirenlerden biriydim. (maalesef)
Evimiz bulunduğu yer itibarıyle oldukça tezatlık arz etmekteydi. Balkonundan görülen o güzelim Boğaz tüm ihtişamı ile hayat sunarken, yol tarafına bakan pencereden görülen mezarlık daha o yaşta ölümün hakikatini bizlere hissettiriyordu.
Çocuktuk... Okullarımızdan geldiğimiz gibi sokağa çıkıyor, güneş kaybolup yıldızlar atlas bir yorgan gibi gökyüzüne serildiğinde dahi oyunlarımıza devam ediyorduk.
Uyuşturucunun henüz İlkokula düşmediği zamanlardı o vakitler. Abilerimiz, ablalarımız vardı. Korkmazdık yanlarında hiç bir şeyden, hiç kimseden. Ailelerimiz kalabalık, sofralarımız bereketli ve evlerimiz pür neşeydi. Televizyon denilen aptal kutusuna, bilgisayara meftun olmamıştık henüz. Annelerimiz birbirlerine çat kapı oturmaya gittiklerinde Amerikan salatası ya da Tiramusu da yapmazdı o zamanlar. Çok çok fırından alınan 2 hamur kızartılır yanına bir kaç bisküvi ve kraker ilave edilirdi.
Biz kız çocukları annelerimizin küçük birer kopyasıydık. Uslu uslu bir kenarda oturur, büyük sözüne, sohbetine karışmazdık. Eğer duymamamız gereken bir şey konuşulacak olursa ya başka bir odaya ya da sokağa tabiri caizse postalanıverirdik ki; bu da canımıza com com bir olaydı.
Gün geldi büyüklerin bizlerden sıkıldığında en büyük kurtarıcısı, bizimse oyunlarımızın baş kahramanı olan sokaklardan kısmen koparıldık. Artık akşam geç vakte kadar dışarıda oynamamıza izin verilmiyordu. Okullarımızı bile nedenli nedensiz tatil eder olmuşlardı. Bir şeyler dönüyor ama biz olanlara bir anlam veremiyorduk. Evlerimize endişeli ve kasvetli bir hava hakim olmuştu. Radyodaki Arkası Yarın’ ın, henüz Siyah-Beyaz ve tek kanallı televizyonlarımızın en sevdiğim programı olan Adile Naşit’ li Uykudan Önce’ nin önceliğini babamın pür dikkat izlediği, dinlediği ajanslar almıştı.
Sadece gündüz o da çok kısa bir süre çıkmamıza izin verilen akşamsa, zinhar yasaklanan sokaklar geceleride büyüklerimize yasaklanmıştı nedense. Bir tek bekçiler imtiyazlı olmalıydı ki; sadece onları görebiliyorduk perde arkalarından, keza arada bir çalan tiz sesli düdükleri varlıklarının habercisi oluyordu. Büyükler şöyle bir irkiliyor, farkettirmeden kulak kesiliyor, bir süre sonra iç sıkıntısıyla nefeslerini bırakıyorlardı.
Zavallı mezarlık duvarımız! En has oyun arkadaşımız içindeki ölüler kadar sessiz ve kimsesiz kalmıştı. Üstüne yumup "...49-50 önüm, arkam, sağım, solum sobe. Saklanmayan ebee! " diyen bizler yoktuk artık. Lakin geceleri el ayak çekildiğinde sağı-solu belli olan esrarengiz ziyaretçileri oluyordu sevgili duvarımızın. Bizler Saklambaç oynuyorduk ama abilerimiz Köşe Kapmaca oynuyordu duvarımızın üzerinde.
Bir sabah kalktığımızda " Yaşasın ..." yazarken bir kaç sabah sonra " Kahrolsun ..." yazısını görüyorduk. O yazılar hemen siliniyor ama inatla ertesi gece yeniden yazılıyordu. Bazen o abilerin akşam işinden dönen başka abilerin önünü kesip hangi taraftan olduğunu sordukları söyleniyordu. Önü kesilen zavallı ne desin? Kesenlerinde hangi taraftan olduğunu bilmiyordu ki sizdenim desin. El mecbur bitarafım abi diyordu. Her halükarda dayak kaçınılmaz oluyordu hasıl_ı kelam.
Bir de gözaltında yitip gidenlerden söz edilmekteydi. Hatta mahallemizde bir Ali abimiz vardı, dünya iyisi bir gençti. Bizim apartmanda oturan Halime ablaya sevdalıydı. Hiç unutmam bir keresinde mektup yollamıştı ona benim aracılığımla. Ali abiyi alıp götürmüşler, günlerce, haftalarca sorgulamışlardı. Gördüğü işkenceler, vücudundaki darplar yüzünden iyileşememiş, bir kaç ay sonra hayatını kaybetmişti.
Sosyal yaşamımızda değişmeye başlamıştı. Tüpgaz kuyruklarında nöbetleşe bekleniyor, bir paket sigara ya da margarin için mahalle bakkalına yalvar yakar olunuyordu.
Aradan ne kadar geçti bilemiyorum. Radyoda sonradan adının Hasan Mutlucan olduğunu öğrendiğim bir adam çıkıyor, kahramanlık türkülerini davudi sesiyle söylüyordu. Tv haberleri meydanları gösteriyor ve o meydanlarda toplanan halk’ a birisi " Netekim" li nutuklar atıyor ve o halk bu kişiyi çılgınca alkışlıyordu.
Biz çocuk yanımızla hiç bir şeyin farkına varamazken, ülke yeni oluşumları karşılıyordu. Kocaman göbeği ve gıdısı, kavanoz camlı gözlükleriyle yeni bir yüz arz_ı endam eylemekteydi mavi camlı ekranlarımızda. Ülke değişecek, yaşam kalitesi artacaktı bu zat_ı muhteremin söylediğine göre. Öyle ki; önceden es kaza cebinden yabancı sigara çıktığı için günlerce kaçakçılıktan sorguya çekilmek yerine her bakkaldan rahatça alınabilecekti bu zıkkım. Amerikalılar gibi Nescafe içebilecektik mesela ayrıca eskisi gibi 70 cent’e muhtaç olmayacaktık. Serbest piyasa ekonomisi uygulanacaktı, yeni otoyollar inşa edilecek, herkes mutlu, mesut yaşayacaktı.
Sosyo-ekonomik dile " Ortadirek" tabiri o günlerde yerleşmişti. Zamanın en popüler mizah ve hiciv dergileri olan Gırgır ve Çarşaf bu kesimi cansiperane savunuyor, ülkenin yeni oluşumla kaymağını yiyen üst tabakasına mizah yolu ile en sert tepkileri gösteriyordu ki; Muhalefet bile bu konuda bu kadar başarılı değildi.
Bizi o günlerde sevindiren tek şey televizyon ekranlarının renklenmesiydi. " Şeker kız Candy" yi rengarenk izlemek büyülemişti bizleri doğrusu. İlk zamanlar hep alt komşumuza indiğimden babacığımın eve de bir renkli tv almaktan başka çaresi kalmamıştı.
Hala çocuktuk ama sadece bedenlerimizde kalmıştı bu görüntü. Ruhlarımız yaşından erken olgunlaşmış, bir takım görevler isteğimiz ve becerilerimiz dışında bizlere empoze edilir olmuştu. Basit bir kaç yemeği pişirmek, bulaşık yıkamak, eski usül el süpürgesiyle evi her gün süpürmek gibi.
Sokaklara içimiz gidiyordu hala ama " Sen artık koskoca kız oldun ayıp, oturda elişi yap" deniyordu. O dönemlerde en kadim arkadaşım Jale’ nin de yeni bir kardeşi olduğundan onunla da görüşemiyordum. Çünkü o da bu süreçten " Küçük Anne" olarak nasibini alıyordu.
Şimdi geriye dönüp baktığımda çok uzaklarda gibi gözüken o yılları nasıl yad edeceğime karar veremiyorum. Her şeye rağmen güzeldi sanırım diyorum. Çünkü saf, tertemiz büyüdük. Kabul, şimdiki çocuklar gibi PS’ lerimiz, Nintendo’ larımız olmadı ama sorarım size güneş kaybolup, yıldızlar atlas bir yorgan gibi gökyüzüne serildiğinde o göğün özgürlüğünde Saklambaç oynamanın hazzını hangimiz bir daha yaşaya bildik?
Yıl 2011... Fasılasız, bir solukta, araçsız, aracısız, masrafsız yapılan bir yolculuğun geri dönüşünün şu an için son durağındayım. Valizimde hep güzel hatıralar, arka ceplerimde gazoz kapakları, kukalar, en kaymağından sek sek taşları. Sol yanımda bugün çoğu hayatta olmayan, o zamanlar kocaman bir aile olduğumuz komşularımız. Ve bugün bile sapasağlam duran, hiç korkmadığımız, oyunlarımıza ortak edip yarenlik ettiğimiz o mezarlık duvarı.
Çocukluğumun en müstesna yerine sahiptiniz. Hep öyle kalacaksınız.
Bugün ve daima...