23
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1387
Okunma

“Yehova sizi kavuştursun.”
Anlamadan Ebony’nin yüzüne baktım. O ise ben yokmuşum gibi kahvemi tazeliyor, bir yandan da kafeye yeni gelen müşterileri kolluyordu. Onlarla göz göze gelince “Şimdi sizinle ilgileniyorum” diye seslendi ve bir şey eklemeden yanımdan ayrıldı.
Masada kalakalmıştım. Ne demek istemişti? Gelip açıklama yapması için bir süre bekledim. Ama inen akşamla birlikte kafeye gelenlerin sayısı da artmış, Ebony servisten başını kaldıramaz olmuştu. Sonunda dayanamayıp kalktım, kahvemin parasını masaya bırakıp çıktım. Bir süre nereye yürüdüğümü farketmedim.
Neden sonra Ebony’nin Sarah’ı kastedmiş olabileceğini farkettim. Yahudi olduğuna göre Yehova ile onun işi olabilirdi. Sarah’ı aradım ama telefonu cevap vermedi. Ben de fazla uzakta olmayan evine yollandım. Sarah ile çıkmaya başladığımızdan beri sohbet etmek zorunda kaldığım kapıcısı gülümseyerek beni binaya aldı.
“Haber vereyim mi?” diye sordu.
Gerek yok anlamında bir işaret yapıp asansöre yöneldim. Kapıcı beni uyarmadığına göre evde olmalıydı. Asansör geldiğinde hemen binmeyip, bir süre içindeki çiftin öpüşmelerinin bitmesini bekledim. Neyse ki fazla uzatmadılar ve ben de başka ilginç sahnelere tanık olmadan Sarah’ın kapısına varabildim.
İlk çalışımda kapı açılmadı. İkinciden sonra kapıyı yumruklamayı düşünürken kilidin sesini duydum ve sakinleştim. Sarah beni gördüğüne şaşırmamıştı. Kapıyı kapamayı bana bırakıp içeri geçti.
Peşinden seyirttiğimde evin darmadağınık olduğunu gördüm.
“Hırsız mı?” diye sordum, “Yok” şeklinde başını salladı.
Bana fazla dikkat etmeden evin içinde gidip geliyor, eline geçen eşyaları karton kutulara diziyordu.
“Neler olduğunu söylemeyecek misin?”
“Taşınıyorum.”
“Bu anlaşılıyor” dedim, “Ama nereye? Hem niye? Bana haber vermeyecek miydin?”
Kucağındaki kitapları kanepeye bırakıp bana döndü.
“Kusura bakma, aklım çok karışık. Ben de durumu yeni öğrendim. Ortalık sakinleşince seni arayacaktım.”
“Ortalık sakinleşince derken? Taşındıktan sonra mı yani?”
Cevap vermedi. Yatak odasına gitti, oradan elinde büyükçe bir kutuyla döndü. Kanepedeki kitapları kutuya yerleştirdi ve salonun duvarlarını kaplayan, kitaplarla dolu rafları seyretmeye başladı.
Salonun ortasında, giderek gerçeküstü olduğunu düşündüğüm bir ortamda dikiliyordum. Yemek masasının sandalyelerinden birini çekip oturdum. Onu seyrediyordum. Rafları sırayla inceliyor, arada sırada bir cildi seçip kutuya koyuyordu.
“Hepsini götürmüyor musun?”
“Buna zamanım yok. Ayrıca param da yok. İstediklerini alabilirsin.”
Normal şartlarda üzerine atlayacağım bir teklifti. Ama kızarkadaşımı benden habersiz taşınma hazırlıkları yaparken bulmuştum, o ise beni gördüğünde ne şaşırmıştı, ne de suçluluk hissetmişti; yani her açıdan normal bir durum değildi.
“Nereye taşındığını sorayım mı?”
“Eve dönüyorum.”
“Ne bu acele? Biri mi öldü?”
Yine cevap vermedi. Kütüphane taramasını sürüyordu. Benim çok sevdiğim Grekçe metinlere elini sürmedi. Belki onları alabilirdim. Hepsine el koyup koymamayı düşünürken, bana seslendiğini duydum:
“Orada, masanın üzerinde.”
Arkasını dönmeden söylemişti. Neden bahsettiğini anlamak için masaya baktım, zarfından çıkarılmış bir mektup vardı. El yazısı olmayan, resmi bir mektuptu. Gönderenin adı ilginçti: İsrail Hava Kuvvetleri. Mektubu aldım, satırlara göz gezdirdim. Başımı kaldırdığımda bana bakıyordu:
“Dün geldi. Yedekleri göreve çağırıyorlar.”
“Ah! Sen de yedeksin anladığım kadarıyla.”
“Kariyerimi biliyorsun.”
Hava kuvvetlerinde pilotluk yapmış olduğunu biliyordum. Ama o dönemin kapandığını sanıyordum. Sonuçta süresini doldurmuş, kendisine yeni bir kariyer seçmek üzere Amerika’ya gelmişti.
“Görev süreni tamamlamamış mıydın?”
“Bazı şeyler geçmiyor işte. Çağırıyorlar; ben de gitmek zorundayım.”
“Niye çağırıyorlar ki?”
“Sular ısınmış, hazır olmak istiyorlar.”
“Sizin oralarda sular hep sıcak değil miydi?”
“Bu sefer durum farklı.”
Farklıydı. Sessizce kalktım, yürüyüp evden çıktım. Beni, daha da önemlisi yeni hayatını gözden çıkarmıştı. Gittiğimin farkındaydı ama seslenmedi. Asansörü beklemeden merdivenlerden indim. Kapıcının gülümsemesi manalı geldi ama üzerinde durmadım. Sokağa çıktığımda nereye gideceğimi bilmiyordum. Az ileride Chez Paul adında bir bar vardı. Oraya girip bir şarap söyledim. Barmen üçüncü kadehi önüme sürdüğünde Grekçe kitapları almadığımı hatırladım.