5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
889
Okunma

“Adalet Mülk’ün temelidir.”
Yani, Devlet’in temeli Adalettir.
Bir devletteki adalet de Hukuk tarafından düzenlenir.
Acaba böyle midir? Gerçekten Mülk’e sahip olanlar adaleti doğru dağıtıyorlar mı?
Denilir ki; İnsanlık, Mutlu, mesut, yaşarken ve herkes istediği gibi doğadan faydalanıp karnını doyururken, böylece İnsanlık, Altın çağını yaşarken, bir gün güçlü biri çıkar;
“Bu verimli topraklar benimdir” der.
Ve bu verimli toprakların etrafına kazık çakarak çevirir.
“Bundan böyle karnını doyurmak isteyenler benim olan bu topraklarda çalışacak, bende onların karnını doyuracağım. Şimdi! Aç kalmak istemeyenler burada çalışmaya başlasınlar”
Böylece, Tanrının insanlara bahşettiği dünya nimetlerine el konulmuş ve nimet insan eliyle dağıtılır olmuştur.
Yine söylenir ki; İnsanlar arasında adalet, dünyaya çakılan bu ilk kazıklar çıkarılmadıkça, sağlanamayacaktır. Bu kazıkların çıkarılması ve insanlar arasında adaletin tecellisi ise en son olacak ve bu adalet sağlandığında, İnsanlık yeniden Altın Çağa ulaşacaktır.
Dünya’ya ilk kazığı çakan bu güçlü insanlar, kendi (!) topraklarında çalışacak insanları yönetebilmek için bir takım kurallar koymaya başlamışlardır. Elbette, koydukları kurallar kendi menfaatlerini koruyacak ve geliştirecek şekilde olmuştur.
İnsanlığın gelişiminin takip edilmesi, yazının icadıyla başlayabilmiştir. Ancak, İnsanları yönetmek için konulan kurallar ve kanunlar yazının icadından çok daha eski olmalıdır.
İlk devletlerin M.Ö.3000-2500 yıllarında Mezopotamya’da kurulduklarını Tarih’den öğreniyoruz. Yine bu yıllara dayanan ve dünyadaki ilk yazılı destan olduğu kabul edilen “Gılgamış Destanı”nda krallardan, toplumu yöneten rahiplerden, yönetilenlerden bahsedildiğini görmekteyiz ki, bu da bize, o dönemde toplumu yönetmek için bir yönetim biçiminin olduğunu göstermektedir.
Otoritenin korunmak istemesi, Hukuk kurallarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Otorite ise, yönetim gücünün- iktidarın- elde tutulmasıdır.
İlk yazılı kanunların, Mezopotamya’da Lagaş kralı Urukagine tarafından yapıldığını, bu kanunların zamanın güçlülerini korumak ve kurulmuş olan düzenin devamını sağlamak maksadıyla oluşturulduklarını yine tarih kitaplarından öğreniyoruz.
M.Ö. 900’lü yıllarda yaşamış olduğu kabul edilen Homeros’un, sonradan yazıya dökülen, İlyada ve Odysseia destanlarından, o dönemde bir devlet düzeninin olduğunu anlamaktayız.
Devlet konusunda ilk yazılı eser ise, Platon’un “Devlet “ isimli eseridir. Platon bu eserinde devletin nasıl oluşması, nasıl teşkilatlanması gerektiğini anlatır. Burada anlatılanlar aslında, bugünkü devlet yapılanmalarının da temelini ve özünü teşkil etmektedir. Platon kurduğu devlette sınıflı bir toplum olmasını öngörmüştür.
Platon’un diğer bir eseri olan “Yasalar” isimli kitabında ise, bir toplumu yönetebilmek için gerekli olan yasaların, kimler tarafından, nasıl yapılması, nasıl korunması, nasıl uygulanması gerektiğini anlatmıştır.
Platon kitabında, kimlerin kimleri yönetmesi gerektiğini söyleyerek yasaları buna göre düzenlemiştir.
Platon’a göre;
Babalar ve analar, çocukları.
Soylular, soylu olmayanları.
Yaşlılar, gençleri.
Efendiler, köleleri.
Güçlüler, zayıf olanları - ki bu, “doğaya en uygun yönetim biçimidir” diyor-
Bilgilinin, bilgisizi.
Kura usulü kazananın, kaybedeni yönetmesi gerekmektedir.
İnsanları yönetmedeki ana düşünce bu olunca, yasalar da elbette, soyluların, güçlülerin ve efendilerin yasası olacaktır. Ve böyle de yapılmıştır.
Bu uygulamanın ana düşüncesi ve felsefesi, aradan 2500 yıl geçmiş olmasına rağmen asla değişmemiştir.
Bugün de yasalar güçlü olanın ve gücü elinde tutanın -iktidarın- hak ve menfaatlerini koruyacak şekilde yapılmakta ve uygulanmaktadır. Ülkelerin Demokrasiyle yönetiliyor olması bu gerçeği değiştirmemektedir.
O HALDE, HUKUK VE HUKUKUN GEREĞİ OLAN KANUNLARI HEP GÜÇLÜLER YAPAR.
BU, İNSANLIK TARİHİ BOYUNCA DA BÖYLE OLMUŞTUR.
Bugün, Türkiye’de yaşananlar da budur. Yönetme gücünü (iktidarı) elinde bulunduranlar, Hukuku ve hukukun uygulanmasını sağlayan kanunları kendi hak ve menfaatlerini sağlayacak şekilde düzenlemektedirler.
Bunu, önemli ölçüde de başarmış oldukları görülmektedir.
İktidar gücünün nasıl ele geçirildiği ise ayrı bir konudur.
Bekir GÜÇLÜER