19
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1810
Okunma
“Karanlığın şahidi yoktur" derdi nenem. Ne zaman yıldızlı bir gökyüzünün altında yürüsem, bu ihtiyar, buruşuk ve kasvetli sözler çınlar kulaklarımda. En kalabalık caddelerden geçerken dahi korkarım. Gece gecedir. Nankördür ne de olsa.
Pusular gece kuruldu. Mahalleyi gece soydular. Gece yaktılar ikizlerin kahvesini. Bir gece vaktiydi komşumuz Necip Abi odama girdiğinde. Gece kan ve korku. Gece suskunluk ve şaşkınlık. Gece Necip Abi.
Necip Abi elinde gazetesi, bizim mutfak camına bir metre mesafedeki balkonunda, yüzük parmağıyla orta parmağı arasına sıkıştırdığı sigarasını tüttürür. Yedide gelir işten; doğru balkondaki pöstekisine. Yemeğini de orda yer. Çayını içer, kek getirir karısı. Bir de helvayı sever. Karısını sevmez yanında. Karısı da onu sevmez ya. Tepsiyi attığı gibi doğru televizyonun karşısına. Çekirdek çıtlatır ortanca kızıyla. Yarışmaları seyrederler ekseri. Çığlık atarlar, butlarını döverler her kaçan soruda. Büyük kızı geç gelir eve. Fabrikada vardiyalıdır. Gelir gelmez yatar hemen. Velhasıl balkonda pek rahattır Necip Abi. Ah bir de şu haşaratlar olmasa…
Ekseri voltajlar düşük olur bizim mahallede. Sokak lambasından taşan sigara dumanı kokulu ışık, tavanımızdan sarkan sarı ampulden daha çok aydınlatır evimizi. Annem bir güzel sıyırır kadife perdeyi kenara. Yaz ise pencereyi açar, bağrını döner karşı dağın rüzgarına. Kapıda güllü fistanı sallanır, gül kokusu değer burnuna. Necip Abi, terler annem yaka düğmesini açtıkça.
Kış ise; çerçevelerin altına çarşaf tıkar annem su girmesin diye. Odanın içinde bulaşık leğenleri maşrapalar. Fareli çatıdan boz bulanık sular damlar. Küçük ellerimi sulara daldırır kor olmuş sobaya su atarım. Yerler ıslanır. Annem eskimiş yün kazağımı alır, siler arası açık eğri tahtaları. Silindikçe karası parlar yerlerin. Annemin boynundan göğsüne ter sızar. Necip Abi alnını siler yaslandığı divanın eteğine.
Gece örter bütün kara bıyıklı bakışları. Ben görürüm ama.
“Kim var orda?”
“Aç Derya benim, Necip Abin.”
Necip Abim ekmek getirir bize. Tüplü çikolata, kalem, silgi, anneme başörtüsü. Her sabah ayakkabılarımı boyar. “Koca kız” der annem. “Bırak kendi yapsın Necip Abi.” Bırakmaz. Oturtur bir sandalyeye. İki büklüm eğilir önümde. Elleri titrer bazen, beyaz çoraplarıma değdirir süngeri. Ben çamurlatsam annem kızar. Necip Abi boyar, annem ses etmez.
“Ne oldu Necip Abi? Hafsa Ablaya bir şey mi oldu yoksa?”
Camın önünde bir tıkırtı.
“Aç kız perdeyi. Diyeceğim var.”
“Annem yok evde. Nenem düşmüş. Oraya gitti.”
Cama vuruyor yine.
“Aç yavrum. Bir iki erzak getirdim, bırakıp çıkacağım.”
Necip Abi iyi adam. Açıyorum pencereyi.
Uzakta bir baykuş sesi. İki köpek uluyor karşılıklı. Sokaklar da çıt yok. Bizim evden çıkan ince bir çığlık ürkütüyor köpekleri.
“Necip Abi!”
Gecenin şahidi yok. Kimse görmedi Necip Abinin gizlice süzüldüğünü pencereden. Bir şey olmamış gibi, karısının yanına girdiğini. Yarın işe gidecek o. Takım elbise giyecek, ütü bıçak…Akşama dönerken esnafla selamlaşacak. Kahveye uğrayacak sonra. Memleket meselelerinden dem vuracak. Söz yeni nesle gelecek. “Ar namus kalmadı kimsede” diyecek. Manavdan maydanoz, biber, patates, bakkaldan iki paket sigara, köftelik bulgur alacak. Yanağını sıkacak top oynayan çocukların. Sonra “bismillah” deyip girecek eşiğinden içeri.
Sabah yorgun geldi annem. Nenem hiç rahat durmamış. Tepinmiş “Evimde ölmek isterim” diye. Yemek de yememiş. Oysa ne güzel yemek çıkmış hastanede. Salçalı bulgur pilavı, etli fasulye, bir de yoğurt çorbası. O yemeyince annem de yiyememiş. Sabahı güç etmişler. Ah ne sıkıntı çekmiş, ne sıkıntı çekmiş. Bilseymişim “Vah zavallı anam” diye ağlar, sabaha dek uyumazmışım.
Bir çırpıda anlattı bütün geceyi annem. Sustum dinledim. Bitirsin, diyeceklerim vardı. “Öldüm açlıktan” diyerek mutfağa gitti. Bakakaldım ardından savrulan eteğine. Aklımdan kara haberler geçti ardı sıra. Midem bulandı. Dişlerimi sıktım. Sol gözüm seğirdi çokça. Hiç ağlamadım ama. Kalkıp çektim kadife perdeyi. Büklümlerindeki örümcek yumurtaları tahtaya döküldü. Kırıldılar.
Duvar dibindeki poşeti gördüm. Geceden kalmış. Hüzün koktu oda. Biraz ağlayasım geldi o an. Ağlamadım ama. İki koli yumurta, bir dizi mandal, güllü el sabunu, çilekli kek. Keki alıp mutfağa gittim. Yorgun bir türkü söylüyordu annem. Bir yandan da demliğin dışını sürtüyordu telle. Baktı bana. Gülümsedi. Zavallı annem. Yılların terkedilmişi. Güzel gözlü Asuman. Bir çift ata değiştirilmiş on dokuz yaşında.
Keki tezgahın üzerine bıraktım. Umursamadı. İşine döndü. Yeşil eşarbından akan firari saçlarına baktım. Birazı hala kara. Hüzünlü bir türkü söyledi o an. Saçları çenesine değdikçe titredi. Buğulandı gözleri. Demliğe iki damla düştü, parladı. O hep böyle demlik parlatır. Babam gittiğinden beri.
Dolanıp durdu önümde. Kötü konuşacağımı sezmiş gibi, ağzımı açmama fırsat vermeyecek şekilde dolandı durdu. Öyle dikildim mutfağın orta yerinde. Çilekli keke baktım sonra. Ortasında jölesi. Yumuşacık keki. Oh ne güzel. Reklamlarda gördüm. Bir ısıran koca koca gülüyor. Bir ucundan annem ısırsın, bir ucundan ben. Gülelim. Necip Abi aldı bize. Anamın ak sütü kadar helal.
Çıktım mutfaktan. Annem çatlak fayansları çitiliyordu. Tertemiz olmalı her yer.
Gittim yatağımı topladım. Beyazları ve renklileri aynı anda tıkıştırdım makineye. Ne fark eder artık? Karışırsa karışsın renkler birbirine. Hatta karışsın. Karmakarışık olsun her şey.
İki adam geldi bir akşamüstü. Elektriği kestiler. Onca yalvardı annem. Boynunu büktü görevli. Yine babama kızdım. Bir adam baba ise ölmemeli. Hele bir de kızı varsa…Batmalı ona mezar. Yatamamalı. Cennete koysalar da ille geri dönmeli. Koştum odama, ağladım. Sonra kaldırdım başımı. Duvarda duran babama baktım. Tam bir şey diyeceği sırada çekilmiş fotoğraf. Ağzının bir yanı aralık. Gözlerinde ani olaylarda görülen bir telaş. Gittim yanına. İyice sokulup fotoğrafa, kulağımı dayadım çerçevesine. Baktım ne diyecek diye. Bekledim. Sustu. Sonra tuttum çerçevenin iki yanından, duvardan söküp yere çaldım. Yere yüzü koyun düştü fotoğraf. Bir güzel çiğneyecektim ayağımla, baktım bozuk bir el yazısı arkasında. “Bu fotoğraf dokuz yüz yetmiş yedide, Lübnan’da çekilmiştir. Karım ile kızıma muhabbetimle.”
Diz çöküp cam kırıklarının üzerine, kaldırdım babamı yerden. Öptüm. Ağladım.
Zaman geçti. Necip Abimin bir oğlu oldu. Annem kara çatkılar çattı alnına. Nihayetsiz beddualar doldurdu hanemizi. Üç gece hiç uyumadı. Bir köşede o ağladı, bir köşe de ben, ortada adsız bir bebek. Mavi gözlü, çelimsiz, çirkin bir bebek. Babam da bize baktı duvardan. Ağzı hala aralık.
Üçüncü gecenin seherinde, şuursuz bir halde yerinden kalktı annem. Gitti abdest aldı. Sonra çapraz bir şekilde serdi seccadesini salona, ağlaya ağlaya dua etti. Sustu ardından. Kalktı. Mutfaktan aldığı sofra bezine sardı mavi gözlü bebeği. Doğrulup ona baktım. “Kalk” dedi. “Gidiyoruz.”
Gittik.
*
Sahilde martılar. Çok uzaklarda balıkçı tekneleri. Kum terliklerimize doldu. Deniz soğuğu yanaklarımızı yaktı. “Dur burada” dedi annem. Durdum. O devam etti yürümeye. Arkasında kalan şekli bozuk ayak izlerine baktım. Kuma saplanmış dal parçalarına. Dev bir deniz kulağına, kırık midyelere. Hiç kaldırmadım başımı. Bakacak bir şeyim kalmayınca, gözlerimi kapattım. Güzel şeyler getirdim aklıma. Çilekli bir kek geldi, tam düşümün kalbine oturdu. Ortasında jölesi. Korktum. Açtım gözlerimi. Annemin ıslak eteklerini gördüm. Kuma bulanmış ayaklarını bir de. Başparmağı kanıyordu. Midyenin biri durdurmaya çalışmış olmalı onu.Yine de kaldırmadım başımı. Kalktım. Denize baktım. Martılar uçuştu annemin ayak izlerinin bittiği yerde. Ciğerime kor düştü.
Babama kızdım yine. Bir adam baba ise ölmemeli…Uzanıp yatmamalı mezarda. Cennete de koysalar ille de geri dönmeli…Hele bir de saf bir kızı varsa.
...ENGİNDENİZ...