11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2121
Okunma

Bu yazıyı yazmaya başladığım anlarda, siteye, 3 yıl 2 ay 5 saat 31 sn dir üyeyim. Neler yaşandı bu 3 yıl 2 ay 5 saat 31 sn boyunca? Anlatmakla bitmez. Özel hayatımdaki değişikleri bir kenara bırakırsam, bu sitede ki varlığım boyunca yaşananlar bile yeter, sayfalar dolusu anlatmama.
İlk üye olduğum günler geliyor, gözümün önüne. Bir tek okunması olmadan geçip giden yazılarım. Neden? Diye kendime sorduğum günlerim. O kadar emindim ki kendimden, neden diye bir soru bile lüzumsuz geliyordu, kalemime. Apaçık ortada olan nedenler, teğet geçip gidiyorlardı, gözlerimin ucundan.
Baktım ki olacak gibi değil, başladım usta kalemleri okumaya. Okudukça anladım ki bir değil, bin eksiğim var yazma konusunda. İzle – öğren devri başladı, kalemim için. Öğrendim. Düşüncelerime anlam katmayı, öğrendim. Duygularımı sıralamayı, öğrendim. Yazdıklarıma şekil vermeyi, öğrendim. Öğrendim… Öğrendim. Edebiyat mezunu olmam yetmiyormuş, yeterli gelmiyormuş. Öğrenmenin, sadece okuduğum okul ile sınırlı olmadığını, öğrendim. Asıl okulumun burası, bu site olduğunu öğrendim.
Zaman geçiyordu ve ben, kendi sınırlarım, kendi çerçevem içinde bir yer ediniyordum, kendime. Dostluklarım oluşuyordu, yavaş yavaş. Usta kalemlerin, göz seviyesine geliyordum. Yazılarım, güne gelmeye başlıyorlardı. Mutluydum.
Biliyordum ki her birimiz, farklı aile yapılarından, farklı kültürlerden, farklı bakış açıları ile bir araya gelmiş kişileriz. Elbette ki ters düştüğümüz zamanlar, görüşler olacaktı. Oldu da. Yazılarımı terk eden dostlarım oldu. Belki ben bir şeyleri yanlış ifade ettim, belki onlar beni yanlış anladılar… Sebebi her ne olursa olsun, beni ve yazılarımı reddettiler. Çoğu zaman, elimden geldiğince, polemiğe girmemeye çalıştım. Yüreğim üzüldü gidişlerine ama yolumdan dönmedim. Onlar da dönmediler, saygı duydum.
Hiçbir gizlenmeye, örtünmeye gerek duymadan; Deistim dedim. Dini terbiyem; Yok dedim. Yetiştiğim aile ortamım içinde din; Allah ile kul arasında ve yürektedir, ne olduğunu kimsenin bilmesine gerek ve ihtiyaç yoktur, dedim. Hala da diyorum. Ben, en zoru başarmaya çalışıyorum: İNSAN OLMAYA ÇALIŞIYORUM, dedim.
Bu konuda ki görüşlerimi, düşüncelerimi anlattığım pek çok yazı yazdım. Benim ve yazılarımın terki de bu yazılar yüzünden oldu, zaten. Bir kişi var ki varlığını, kültürünü, kişiliğinin olgunluğunu asla inkar edemem, etmem: Engin Tatlıtürk. Hayata bakış açılarımız olarak ne kadar ters köşelerde olsak da eleştirilerini, o yazıda bırakan, bir sonrakine taşımayan, tek insandır; Engin Bey. Bu yüzden de dostluğu, tartışılmazdır.
Ve dostlarım… Aynı pencereden baktığım, değerli insanlar. Bu noktada isim yazmak istemiyorum. İsmini anmadığım her dost, önce benim yüreğimi incitir. Ama çok özel üç kişi var: Tacettin Bey, Bedri Bey ve dünyalar tatlısı, dost insan Toynak: Secaattin Bey.
Benim takıntılı bir yanım vardır. Dostlarımı aramak konusunda, tedirginliğim vardır. Özellikle çalışanları. Bu tedirginliğimin çıkış noktası da ailemdir. Biz, ailecek, kişileri ( her kim olurlarsa olsunlar ) rahatsız etmemek gibi bir çekinceye sahibizdir. Ya müsait değilse? Oysa şöyle düşünmek lazım: “Müsait olmayabilir. Aradığında reddeder. Müsait olduğunda, arar.” Ama yok. Bir kez öyle yerleşmiş ki düşünce, değiştirmek, hiç kolay değil.
İşte bu düşünce yapısından kaynaklanan neden ile Secaattin Bey’i, uzun bir süre aramamış olmasına ve merak etmiş olmama rağmen, arayamadım. Sonunda, kendisi beni aradı, eksik olmasın. Ve kahroldum. O uzun süre boyunca, hastaymış. Dalağı ile ilgili bir sorun yaşamış. Ölümlerden dönmüş. “Sessizliğim boyunca üç kişi aramış beni, merak edip de” dedi.
Üzüldüm, utandım, yakıştıramadım; Ne o güzel insana, ne de dostluğumuza. Ne diyeceğimi, bilemedim. Haklısınız dedim, olmadı. Geçmiş olsun dedim, yakışmadı. Özür dilerim dedim, manasız kaldı. Söz verdim; Arayacağım dedim.
Bu güzel insandan, değerli dosttan; Hepinizin huzurunda, özür diliyorum. Şifalar diliyorum.
Not: Sevgili Toynak, taburcu oldu. İyi ve işine geri döndü.
Eser Akpınar.
18.06.2011
Urla.