19
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1192
Okunma

Uzun süredir giremediği odaya girdi ürkek bir şekilde. İçerisi karanlıktı. Onun ölümünden bu yana perdeleri hiç açmamıştı. Kendi anılarından, anne ve babasının hatıralarından kaçış gibi bir şeydi sanki.
Camın önüne geldi. Perdeleri bir hışımla iki tarafa sıyırdı. Bahar gelmişti. Ağaçlar,mahalleye yeni taşınan banka müdürünün iyi giyimli kızının kasıntı güzelliğini taşıyordu üzerinde.Yüzünü ekşitti pencereden ayrılırken.
Odayı inceledi bir müddet. Aynanın önündeki fotoğrafa baktı özlemle. Kısa kesim saçları ve kendinden emin duruşuyla capcanlı gibi ona bakıyordu Saliha Hanım. Kırlaşmış saçları ile yanında gururla poz vermiş olan babası Remzi Bey’in gözlerinde karısına duyduğu aşk, ilk kez resme bakan bir kişi tarafından bile anlaşılabilecek nitelikteydi.
Fotoğrafı eline aldı. Çerçevesi ve camı toz içinde kalmıştı. Elinin tersiyle tozu silmeye çalıştı. Sonra göğsüne bastırdı bir süre. Tekrar özenle yerine yerleştirdi. Onların ölümünden sonra odalarında hiçbir değişiklik yapmamıştı. Her şey sanki hayatta oldukları gibi kalmalıydı.
Gardrobuna yöneldi. Kapağını açtı. Annesinin en çok sevdiği elbisesini eline aldı.Kırmızı elbise çok yakışırdı ona. Onu giydiğinde, bakmaya doyamazdı Cemil. Film sahnesinden çıkmış artislere taş çıkaracak güzellikte görünürdü gözüne. Gözünde tekrar canlandı o sahneler sanki. Uzun bir süre kokladıktan sonra yerine bıraktı. Sanki kokusu hiç gitmemiş gibiydi. Anne kokusu… Hemen yanındaki kapağı açtı. Babasının, siyah, uzun, gabardin paltosuna uzattı elini. O üstündeyken daha da uzun boylu görünürdü nedense gözüne. Çok da yakışıklıydı üstelik. Sağlığını korumak için uzun yürüyüşler yapardı. Cemil ile futbol oynarlardı. Balığa giderlerdi hafta sonlarında. Olta ellerinde, gerekirse saatlerce balığın gelmesini beklerlerdi.
Bir süre oturdu yatağın ucunda. Sanki yabancı bir eve girmiş hırsız gibi hissetti kendini.
Bu eve ilk geldiği günü hatırlamıyordu. Silikleşmiş anılar içinde onu seven iki insanla, içinde bulunduğu evle ilgili güzel anılar, başının etrafına dönüp duruyordu.
Aşkı, gerçek sevgiyi onlarda görmüştü. Onların çocukları olmamıştı. O yüzden de, Cemil’i evlat edinmişlerdi. Saliha Hanım ile Remzi Bey, aynı işyerinde çalışıyorlardı. Karısına olan sevgisi kimsenin gözünden kaçmazdı. Onu üzmemek için elinde ne geliyorsa yapmaya çalışırdı. Aralarına Cemil’ in katılması ile mutlu bir çekirdek aile olmuşlardı.
Cemil, ilkokul çağına gelince, gerçeği onunla paylaşmışlardı. Cemil bir süre bu durum karşısında ne yapacağını bilememişti. İçinde uyanan bir merak ile gerçek annesini tanımak istemişti. Bu isteğini anlayışla karşılayarak, görüşme talebini bildirmişlerdi. Gerçek anne ise görüşme isteğini reddetmişti. O günden sonra Cemil, bir daha sözünü bile etmemişti.
Üniversiteyi kazanmış, onlardan uzak kalmamak için oturdukları şehirdeki üniversiteyi tercih etmişti.
Her şey o kazayla başlamıştı. Bir trafik kazası, uğursuzlukların, acıların başlangıcı olmuştu. Babasının bindiği araba paramparça olmuş ve cansız bedeni çıkmıştı içinden. Arkasından da yaşadıkları acı dolu günlerin sonunda, annesinin kanser olduğu haberi…
Bütün yaşadıkları onu olgunlaştırmış, son anına kadar annesine şefkatli bir şekilde bakmıştı.Onun ölümünden sonra hayatta tek başına kalmıştı.
Sokaktan gelen seslerle kendine geldiğinde, sanki uzun bir zaman geçmiş gibi hissetti bir an. Kafasını kaldırdı. Duvardaki saatli maarif takvimine gözü takıldı. Annesinin ölüm günü olan 5 Mayıs 2003…
“ Anne, Baba ! Sizi çok özlüyorum. Nur içinde yatın. Oğlunuz Cemil, sizi çok seviyor. Sadece dünyaya getirmekle anne ve baba olunmuyor. Bunun en iyi örneği sizlersiniz. “
Gözlerinde biriken yaşları sildi ve salona geçti. Uzun zamandır giremediği oda, onu tekrar kendine getirmişti…
Nermin Kaçar 27.04.2011 BOLU